"İhracat vizyonunu bir kere daha ele almak gerekiyor..."

Emre ALKİN
Emre ALKİN PAYLAŞMASAK OLMAZDI emre.alkin@dunya.com

Geride bıraktığımız dönemde 2023 ve 2071 olarak iki adet vizyon yaklaşımının Türkiye'de oluşturulduğunu biliyoruz. Bugün Dünya 2050'ye kadar sağlıklı bir projeksiyon yapmak peşindeyken, ülkemiz Türklerin Anadolu'ya girdiği Malazgirt Zaferi'nden 1000 yıl sonrası için bir vizyon belgesi ortaya koymaya çalışıyor. Yalın Alpay ile beraber yaptığımız çalışmalarda, bir vizyon belgesine katkıda bulunabilmek için ciddi bir çaba sarf ettik.

TİM'in 2023 ihracat vizyonu bu konuda bize ışık tutar nitelikte. Her ne kadar bugün ihracatta ilk 10 sırada olan sektörler ile 2023 yılında ilk 10 sırada olacaklar arasında sıralama haricinde bir fark olması beklenmese de uzay ve havacılık, nanoteknoloji, tıbbi hassas optik aletler, malzeme teknolojileri, hastane ekipmanları gibi yüksek katma değer sağlayacak sektörlerden birinin 12. sıraya yerleşeceği konusunda bir beklenti var.

2023 İhracat Planı yapıldığı zaman, dünya ticaretinin ulaşacağı düşülen mutlak rakam bugünkü öngörülerden neredeyse % 50 fazlaydı. Türkiye’nin bu rakamdan alacağı pay %1.5 ile 2 arasında öngörülmekteydi. Dolayısıyla Türkiye ihracatının da Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılında 500 milyar dolara ulaşması bekleniyordu.

Planın hazırlanmaya başladığı 2008-2010 döneminden bu yana ortaya çıkan gelişmeler, dünya ticaretinde ciddi bir yavaşlama sonucunu yaratırken, Ortadoğu'daki istikrarsızlıklar ve AB ekonomilerinde yaşanan darboğazlar Türkiye ihracatının da gerilemesine sebep oldu. Dolayısıyla geçen yıldan beri hedef mutlak rakam değil, yüzde olarak telaffuz edilmeye başlandı. Sebebi aşağıdaki ara başlık gayet iyi anlatıyor.

"Hayat planlandığı gibi değil, geldiği gibi yaşanıyor..."

Görülüyor ki eldeki rakamlara bakarak bir gelecek vizyonu çizebilmek sadece iktisat bilimiyle başarılacak bir görev değil. Siyasi, sosyolojik, demografik ve teknolojik gelişmelerin hızı da böyle bir vizyon belgesini hazırlarken dikkate alınması gereken konular arasında yer alıyor.

Bir gelecek vizyonu hazırlanırken, pergelin ucunu nereye batırdığımız önemlidir. Biz buna "referans noktası" deriz. Mümkün mertebe referans noktasının sürekli değişkenlik arz etmeye yatkın bir özelliği olmamalıdır. Örneğin, teknolojik gelişim bir referans noktası olarak seçilirse, gelecek öngörülerinde önemli hatalar çıkabilir. Çünkü teknolojik gelişmeler ucu açık ve düşünüldüğünden daha hızlı gelişen bir özelliğe sahiptir.

Benzer şekilde parasal gelişmeler, ekonomik büyüme hızları ve diğer iktisadi faktörleri de dikkate aldığımızda, öngörülerde gerçekleşmelerden önemli sapmalar meydana gelmektedir. Demek ki, 2071’e doğru “Dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde olabilmek” için şu ana kadar uygulanandan daha farklı bir ekonomik model uygulanması gerekiyor.

OECD, Dünya Bankası ve IMF verilerine göre, Türkiye eldeki ekonomik modelle 2030 yılında G-20, yani en büyük 20 ekonomi içinde kalacağı matematiksel olarak kanıtlanmış durumda. Türkiye’nin hemen altında Suudi Arabistan, üzerinde de İspanya bulunmakta. Endonezya, Meksika, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Çin sıralamada yukarılarda olacak. Endonezya, Meksika ve Nijerya’nın önümüzdeki dönemde ekonomik büyüme ve katma değer açısından Türkiye’den kadar hızlı gelişme ihtimali olduğu görülüyor. Türkiye’nin 2050 yılında uluslararası kuruluşlar tarafından tahmin edilen milli geliri 5.2 trilyon dolar civarında. Buna göre yine G-20 ülkeleri içinde kalma ihtimali yüksek gözüküyor. Elbette bu hesaplamalar ABD doları cinsinden yapılmaktadır. Önümüzdeki 50 yıllık süreçte dünyada rezerv paranın hangisi olacağını tahmin etmek de kolay değil. Araştırmacıların daha net bir bakış açısına kavuşabilmesi için, şimdilik ABD doları cinsinden tarif yapılacak.

Gelecekte, hatta 2071’de Türkiye’yi sadece Milli Gelir Büyüklüğü ve buna göre dünyadaki sıralaması olarak tarif etmek fazlaca kestirme bir önerme olacaktır. Küresel olarak sanat, spor, müzik, bilim, teknoloji gibi alanlarda liderlik etmedikçe Milli Gelir büyüklüğünün tek başına bir anlamı yoktur. Örneğin, Nijerya’nın Ekonomik Büyüklükte 2030 yılında ilk 20’de olması önemli bir gelişmedir ama küresel etkileşimde ne kadar güçlü olduğu ortadadır. Başı dertten kurtulmayan bir ülkedir Nijerya.

Cuma günkü yazıda belirttiğim gibi, Ekonomik büyüklüğün parametre olarak kabul edilmesi de, gelecek öngörülerinde bize fazla yardımcı olmamaktadır. Büyümenin enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamadan başarılması da mümkün değildir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre 2030 yılına doğru beklenenin aksine petrol, kömür ve doğal gaz talebinin yüksek seyretmeye devam edeceği anlaşılıyor. Bugünden 2030 yılına kadar dünya anerji talebinde %45 artış yaşanacağını söyleyen Uluslararası Enerji Ajansı, söz konusu talebin 3’te birinin kömür tarafından karşılanacağının altını çiziyor.

Türkiye’de kömürden enerji elde etmek için, yerli kömürün kimyasal süreçlerle zenginleştirilmesi şart. Aksi taktirde ithal kömür tek çare olarak gözüküyor. Petrol ve doğalgazda dışa bağımlı olan Türkiye’nin 2071 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarını çeşitlese de “enerji güvenliği” açısından riskli bir konumda olacağı görülüyor. Büyük ihtimalle dış politikasını da söz konusu ihtiyaçlar doğrultusunda konumlandıracaktır.

TİM’in hazırladığı “2023 yılında 500 Milyar Dolar İhracat Planı”, Cumhuriyetin 100. yılında ilk 10 sırayı alacak sektörleri şöyle tarif ediyor: Makine, Otomotiv, Demir-Çelik, Tekstil ve Konfeksiyon, Kimya, Elektrik ve Elektronik, Tarım, Demir Dışı Metaller, Tekstil ve Hammaddeleri, Mobilya. Sıralamada 11'nciliği madencilik ve sonra da sırasıyla, inovasyon ve teknoloji ürünleri, mücevherat, gemi ve yat, çimento ve toprak ürünleri, deri ve deri mamulleri, halı ve balıkçılık almakta.

Açıkçası 2023 yılına kadar yapılan bu projeksiyonla ihracatın kilogram değerini 4 doların üzerine çıkarmak için ciddi bir çaba sarf etmek gerekmekte olduğu anlaşılıyor. Bugünlerde milli savunma sanayiinde başlatılan hamlelerin, uzay ve havacılık sektörüne ivme vereceğini, farkı ülkelerin teknolojileriyle Türk teknolojilerini buluşturarak yüksek katma değer yaratma imkanı olduğunu görebiliyoruz.

"Türkiye binalarla değil, insanlarla yükselebilir..."

Eğer daha uzak bir geleceğe, mesela 2071 için öngörülerde bulunuyorsak, şunu dikkate almalıyız. Bugünden yarına önereceğimiz her ayrıntı, 2020 ve 2030 yıllarında doğacakları ilgilendiriyor. Çünkü üçüncü binyılın başında doğmuş olanlar o tarihlerde emeklilik yaşına gelmiş olacaklar.

2071 yılında büyük ihtimalle insan vücudunun bazı parçaları yapay zekayla üretilmiş ya da “güçlendirilmiş” olacak. Hatta birçok parçası diyebiliriz. Daha bugünden Alzheimer gibi hastalıklarla başa çıkmak için “beyin yongaları” geliştirilmekte. Uzmanlar 2071’e kadar kanser ve katılımsal hastalıklar ana karnından tedavi edilmeye başlanacağını söylüyor. Demek ki, bugün konuştuğumuz günlük dertlerin önemli bir kısmı mevcut olmayacak.

Bugünkü tüketim ve yatırım reflekslerinden daha değişik reflekslere sahip Türk ve dünya insanının var olacağını kabul ediyorsak, bugünden itibaren büyüme modelinin de değişmesi gerektiğini kabul etmemiz gerekir. Mağazalardan değil sanal ortamdan alışveriş edecek, tatil tercihlerini sanal gerçeklik üzerinden yapacak, banka şubesine ihtiyacı olmadan yaşayacak, dijital ya da kripto para kullanacak, okula gitmeden sanal ortamdan eğitim görüp diploma sahibi olacak, siber yaşama bağlı bireylerin varlığından bahsetmekteyiz.

Böyle bir gerçek Türkiye’ye doğru yaklaşırken, bugünün konvansiyonel şartlarından servet sahibi olanların da gelecekte var olmayacaklarını şimdiden görüp, değişim için vakit geçirmeden yola çıkmaları gerekmekte. Geleceğin servet sahipleri, inşaatçılar veya perakende zincirleri sahipleri olmayacağı görülüyor. Özetle, Türkiye’nin 2071 yılına doğru “zenginleşme felsefesinde” bir devrim yapması gerekiyor. TİM bunu fark ettiği için ciddi bir hamle başlatmış durumda.

2030 yılında Mars’a ilk yolculuğun yapılacağı da 2016 yılında açıklanmıştı. Dolayısıyla Türkiye’nin uzay çalışmaları için ciddi bir bütçe ayırmak zorunda olduğu anlaşılıyor. Asıl “uzay yarışı” dünya dışı yerleşimlerle başlayacak. Bu tarz misyonlara katılacak olanların sadece Hava Kuvvetleri personelinden seçilmesi söz konusu olamaz. Bilim adamları kadar, güvenlik, sağlık, temizlik, mühendislik, ulaşım vs gibi konularda uzman olanların da bu misyonlar için yetiştirilmesi gerekmektedir.

Bunların hepsini yapabiliriz. Bunu tek başımıza değil, dostlarımızla birlikte yapacağız. Milli kimliği kaybetmeden evrenle buluşmak pekala mümkün. Türklerin bunu başarabileceğini bir tek ben söylemiyorum.

David Passig’in “2050” adlı eserinden bir alıntıyla bitiyorum.

“Türklerin tarihini öğrendikçe hem bilinen hem de gizli kalmış yanları beni büyüledi. Bu nedenle bu kültürün geleceğini de incelemem doğaldı. Daha derine indikçe, Ortadoğu’da birçok ülkenin kaderinin de Türkiye’nin kaderine ve merhametine bağlı olduğunu gördüm. Türkiye’yi saran ve içinde gelişen eğilimleri inceledikçe, Türkiye’nin 21. yüzyıl tarihinin, kültüründe önemli bir yer tutacağını anladım...”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar