İktisadi milliyetçilik

Ö. Süleyman KILIÇARSLAN
Ö. Süleyman KILIÇARSLAN STRATEJİK ANALİZ suleyman.kılı[email protected]

Küresel çapta sınırsız sermaye dolaşımı­nın yarattığı yapay konfor alanının, her an yaşanabilecek döviz ve bankacılık dep­remleriyle sarsılabileceği, hatta yerle yeksan olabileceği artık hepimizin malumu. Türkiye ekonomisinin enerjide ve ara malda dışa ba­ğımlılığı nedeniyle hiç eksilmeyen döviz ihti­yacı, bu vahameti bizim de birkaç kez tecrübe etmemize yol açtı.

Sebebini anlamakta zor­landığımız sıcak para girişleriyle saman alevi gibi bir anda ortaya çıkan bolluk ve refah ba­lonu, sermayenin yine ani bir şekilde kaçma­sıyla kendiliğinden sönüverdi ve telafisi güç sosyoekonomik krizlere yol açtı. Oysa ki Nas­reddin Hoca’nın bir fıkrasındaymışız gibi do­ğurduğuna gözü kapalı inandığımız kazanın ölümlü olabileceğini, bir gün gelip te hayata arzı veda edeceğini aklımızın ucundan geçir­memiş değildik elbette ama hepimizin ihti­şamlı bir yalana inanası vardı.

18. asırdan itibaren önce İngiltere, son­ra da ABD iktisadi ve siyasi açıdan egemen güç olana kadar korumacı politikalar izle­miş, akabinde ulusal çıkarlarının gereği ola­rak küresel piyasalara kesintisiz erişimi sa­vunan liberalizme geçiş yapmış, bir iki istis­na hariç tüm ülkeler de onları takip etmişti.

Ancak, milletlerarası mali sistemin etkin­liğinin bilhassa 2008’deki finans krizinden bu yana tartışmalı hale gelmesi, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, Batı’nın dünya­nın geri kalanına her fırsatta uyguladığı am­bargo ve yaptırımlar, Covid 19 salgını, teda­rik ve gıda sorunları, iklim değişiklikleri ile Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşları­nın dolaylı etkileri, korumacılığı ve ekono­mik ulusçuluğu yeniden revaçta hale getir­di.

Temel ihtiyaç alanlarında dışa bağımlı ol­manın acı gerçekliğiyle yüzleşen devletler, gündemlerinin ilk sırasına “milli güvenlik” ve “önce benim memleketim” kavramlarını yerleştirdiler; sınırsız serbest ticaretin fay­dalarını sorgulayarak, korumacılığı destek­ler ve kendi kendine yeterliliği savunur hale geldiler. İnsanlığın dayanışmaya en çok ihti­yaç duyduğu dönemde maske, ilaç, aşı, dezen­fektan, sabun ve gıda ürünlerine dahi ihracat yasakları ve kısıtlamalar uygulayarak ulusla­rarası ticarette yeni korumacılık eğilimlerini tetiklemiş oldular.

Yükselen sınır duvarları

Gerilen jeopolitik ilişkiler nedeniyle artan milliyetçi söylemlerin de etkisiyle devletler; iktisadi güvenliklerini sağlamak üzere kri­tik ürünlerin ihracatına kısıtlamalar getir­meye, tedarik zincirlerini kendi toprakları­na taşımaya, doğal kaynaklarına daha fazla sahip çıkmaya, yabancı teknolojilere bağım­lılığı azaltmaya ve teknolojiyle ilgili endüst­rilere yönelik ihracat kontrollerini arttırma­ya yöneldiler.

Her devlet pragmatik bir yakla­şım sergileyip, karşılıklı fayda yerine ulusal çıkarlarını önceleyerek global sistem için­de daha fazla özerklik elde etmeye, bunun için de en azından temel ihtiyaç alanlarında kendi kendine yeterli hale gelmeye, refahını ve gücünü geliştirmeye koyuldu.

Ülkelerin kendi yapısına özgün olarak geliştirdiği eko­nomik milliyetçilik anlayışı; son dönemde özellikle dijitalleşeme, yapay zekâ ve otonom araç teknolojilerindeki korumacılık önlem­leriyle iyiden iyiye belirginleşti. Bu tutuma, rakiplerin yükselişini sınırlamaya matuf sal­dırgan dış politikalar ve dünya genelinde sa­yıları gitgide artan askeri çatışmalar da eşlik etmeye başladı.

Türkiye de değişime ayak uydurmalı

Aslında nereye varacağı şimdiden belli olan bu gidişat, ülkemizin iktisat politikasını da radikal bir değişime mecbur bırakıyor. Tür­kiye’nin; bilhassa gıdaya ve yüksek teknolo­jiye erişimin stratejik bir konu haline geldiği günümüzde yerli üretimi teşvik ederek ihra­catındaki tarım ürünleri payını arttırmasının ve gıda milliyetçiliğini esas almasının yanın­da, dijitalleşme, yapay zekâ ve robotik uygu­lamalar başta olmak üzere yüksek teknolo­ji ağırlıklı ihracata yönelmesi, enerjide dışa bağımlılığı bir şekilde azaltması, gerektiğin­de bu alanlarda korumacılık yapmaktan da çekinmemesi önem arz ediyor.

Bu dönüşü­mün; milenyumun yeni normali haline gel­mekte olan pandemiler, iklim değişiklikleri, bölgesel savaşlar ve kitlesel göçler nedeniyle devletin ekonomideki etkinliğinin, düzenle­me gücünün ve askeri harcamalarının artma­sı zorunluluğuyla beraber ele alınması icap ediyor. Bunun belki de en zor yanı; global ik­tisadi düzenle uyumlu hareket etme, ABD ile Çin arasındaki hegemonya savaşında en uy­gun noktada konumlanma ve küresel fay hat­ları kırılırken ulusal çıkarları koruyacak son derece sağlam bir sistem kurma becerilerini hep birlikte işe koşma zorunluluğu olsa gerek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekmeden biçilmez 27 Ocak 2025
Suriye'den beklentiler 23 Aralık 2024