“İnsanlar barışsın diye yapıyoruz bu işi”

Emre ALKİN
Emre ALKİN PAYLAŞMASAK OLMAZDI emre.alkin@dunya.com

Bu hafta konuğumuz Türkiye’nin gizli kahramanlarından Onur Şenay. Esentepe’deki gökdelenlere inat, onların arasında kurmuş KATSSAHNE’yi. Betonların arasında direnen ağaçlar gibi Onur Bey sanatıyla direniyor. Kamuran Akkor’un da güç verdiği sanat merkezinde danstan müziğe, tiyatrodan akla gelecek her türlü sanata kadar ders ve temsil veriliyor. “Başka iş bulamadın mı diye soran oluyor mu” dedim. Kahkaha attı. Anlatmaya başladı. Paylaşmasak olmazdı..

Tiyatroculuk aileden mi?
Yok. Ben kendim kaşındım. Babam müzisyendi. Sahne işine yakındı diyebilirim. Medrano Sirki'nde bateri çalmış. Sonra bileklerindeki bir sakatlıktan dolayı bırakmak zorunda kalmış. Ancak beni bırakmadı. Büyürken beni hep teşvik etti. Sünnetimde bateri çaldığımı hatırlıyorum. İlk ‘mahalle baskısı’ da gece yarılarında babamla çaldığım bateri ve saksafon sebebiyle oldu. Şaka tabii. Mahalleli haklıydı. Sabah erken kalkacaklar için olacak bir eziyet değildi.  Harika yıllardı yine de. Babam sayesinde İstanbul’u tanıdım. Transtürk Holding’in güvenlik müdürüydü. Muhteşem insanlar tanıdım.

O zamanlar daha mı edepliydi?
Edebini bilmem. Bence daha masumdu ve racon doğru şekilde kesilirdi. Kavgalarda bile bir çizgi vardı. Saygı vardı. Üçüncü sayfa haberlerinde dünden bugüne hiçbir şey değişmedi. Aynı haberler. Fakat yine de insanlar daha düzgün davranırlardı. Bugün kötü olmak revaçta. 

Sanatın şekli ya da sunuşu değişti mi o günden bugüne?
Nesiden nesile sanatın şekli değişir. Doğrudur. Ancak ruhu aynı kalır. Olması gereken de budur. Eğer adapte olamazsa yok olur. Geçmişle geleceği birleştirerek var olmak lazım.

“Şimdi meddahlık yapsak sokakta kovalarlar”

Pazarlama olgusu sanatın içine girdi mi?
Çoktan girdi. Mecburen. Ben 1993 yılında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda başladım ve bu benim yaşam biçimim oldu. Sanatla uğraşmak özellikle Türkiye’de zor. Bir araya gelip ifade etmeye çalışmak daha da zor. Hatta tehlikeli bir iş oldu. Bu arada iş o kadar ticari hale geldi ki, pazarlama olgusunu dışarıya atmak imkansızlaştı. Pazarlamanın girmesiyle rekabet daha da sertleşti diyebilirim. Fakat sanatta belli bir tembelleşme de oldu. Eskiden meddahlar vardı ve onlar toplumun içinde gezinerek edindikleri izlenimleri yine toplumun içinde sunarak para kazanırlardı. Bugün pazarlama araçlarıyla seyirciyi kendinize çekiyorsunuz. Hatta sanatçıların gettolaşması bile söz konusu oluyor. Halbuki sanatçı toplumun içinde yaşamalı. Kendini herhangi bir sebepten dolayı tecrit etmemeli. 

Şimdi meddahlık yapmaya kalksak?
Sokakta kovalarlar. Ya korsan bildiri okuyoruz sanarlar ya da deli derler. Gitar çalarsak da “Git başka yerde çal” diye iteklerler. Toplum artık sürpriz sevmiyor. 

Hem bu kadar zor bir iş hem de ısrar etmeye devam ediyorsunuz. Neden?
Ben boyun eğemem. Benim bir fikrim ve hayalim var. Önceliğim para kazanmak değil. Önceliğim bulunduğum yere fayda ve huzur vermek. Pasif direnişçi değilim ama kavgacı olduğum söylenemez. İnsanların birbirlerini saygıyla dinleyebileceği bir alan yaratmak istedim. Tiyatromu beğenen kadar beğenmeyeni de dinlemek isterim. “Ne iş yapıyorsun” diye soran olursa, “Benim bir sanat merkezim var” diyorum. İnsanlara sadece sanat öğretmiyoruz burada. Hep beraber rehabilite oluyoruz. Rütbesini çıkaran kim varsa, sanatçı arkadaşlarım da dahil, burada herkes eşitlikçi bir ortamda dolaşıyor.  

“Sanatçıya diplomayı seyirci verir”

Öğrendiğini nasıl anlıyor buraya gelenler?
Diploma veya sertifika vermiyoruz. Gitar çalıyorsa eğer, bir süre sonra diğer enstrümanları öğrenenlerle sahneye çıkarıyoruz. Seyirci toplayıp toplayamadığına bakıyoruz.  Orayı doldurdukça sahne onundur. Tüm uğraş bunun için. Diplomayı seyirci verir sanatçıya. Başkası değil. Bugün birçok sanatçı sahne bulamıyor. Bizim burada bir sahnemiz var. Bulunmaz bir nimet. 

Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 4’ünü yaratan bir ilçede gökdelenlerin arasında sanat merkezi kurmak nereden aklınıza geldi? 
Başka bir yer kiralayacakken, iş dünyasının kendine has oyalamaları ile karşılaştık. Kamuran Akkor ile el ele verip bir yer ararken başımıza gelmedik kalmadı. En son burayı bulduk. Bu binanın mülkünü idare edenler “Burada ne yapacaksınız” diye sordular. Biz de “Tiyatro ve eğitimhane” dedik. Hiç tereddüt etmeden bizimle anlaşma imzaladılar. Güvenleri için müteşekkirim. Ancak buraya çok para harcadık. Borcum çok ama kredi almadım. Kazandıkça ödeyeceğim. İtibarımız var çok şükür. Tabii, bir kişiyi unutmamak lazım. IUC Global ve Menekşe Uçaroğlu bize hızır gibi yetiştiler. Bu ülkeye hizmet etmek isteyen bizlere  Menekşe Hanım da el verince, mucize gibi bir sonuç çıktı. Bu millete borcumuzu ödemek için Dostlara gönül borcumuz oldu diyelim. 

Bu işi yurt dışında  yapmayı düşündünüz mü?
Buradaki her insan ülkesine faydalı olabilmek için çalışıyor. Ben milliyetçi değilim. Ancak ülkemi çok seviyorum. Bu topraklarda büyüdüm. Olduğum yerde mutluyum. Şu an elimdeki fırsatı en iyi şekilde kullanarak faydalı olmak istiyorum.

“Tiyatrocunun okulu tiyatrodur”

Tiyatronun her şeyini nasıl öğrendiniz? Bunun okulu var mı?
Var elbette. Ama yine de en iyi okul tiyatronun kendisidir. 1993-2008 yıllarında başrolden, ışıkçılığa, gişeden, sahne arkasına, dekordan tuvalet temizlemeye kadar her işi yaptım. Hatta evi kapatıp bir süre tiyatromda yaşadım. Bazıları “Evi yok herhalde” dedi. Çok gülmüşümdür bu yorumlara. Dünyada kaç kişi evinde bisikletle dolaşabiliyor? Ben dolaştım. Temsillerden sonra tüm bina benimdi ve hayatımın en güzel yıllarını yaşadım diyebilirim. Okulda okumak elbette önemli ama tiyatroyu yaşamadan tiyatrocu olunmaz. 

Bu işte ekmek var mı?
Bence var. Çünkü insanların buna ihtiyacı var. İnsanların nefes alması lazım. Hayat evde oturarak geçmez. Sokaklara sahip çıkılmazsa başkaları çıkıyor. Sahip çıkmak sadece güç göstererek olmaz, sanatla da olur. Güzellikle de olur. Küsmek ile yaşam değişmez. Barışmakla değişir. Ben burayı insanlar barışsın diye açtım. Buraya gelenler branşını kendisi tercih ediyor. Biz de yardımcı oluyoruz. Derslere disiplinli bir şekilde devam etmeleri de önemli. Sonra iş sahneye geliyor. Profesyonel yönetmenlerle çalıştıktan sonra sahne onların. Tiyatroyu doldurdukları kadar kazanmaya başlıyorlar. Biz her türlü yardımı yapıyoruz ama sonunda onların başarısı oluyor. Başarılı oldukça da ekmek kazanıyorlar. İyi bir sanatçı bir iyi profesyonel yönetici kadar iyi kazanır. Bunu da söyleyeyim.

Yaşı var mı bu işin?
Bence yok. 40 yaşın üzerinde meşhur olmuş çok sanatçı var. Hiç bir zaman geç değil. Bunu kanıtlamak isteyen varsa, kapımız ardına kadar açık. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar