İşgücü piyasası ve kuralları üzerine

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

İşgücü piyasası makro ekonominin bir parçası. Ekonomideki gelişmelerden hemen etkileniyor. İşgücü piyasası yaşanan iş kazalarını da düşündüğümüzde devletin işgücü piyasasına yönelik ciddi düzenlemeler yapması gerekiyor. Üstelik bu düzenlemeler sadece çalışanların ücret, emeklilik, çalışma koşulları için değil, çalışmayanların yani işsizlerin, emeklilerin, çalışamayacak durumda olanların, engellileri de kapsamak durumunda. 

Ekonomilerin küreselleşmeden kaçamayacağı da düşünüldüğünde bu düzenlemelerin küresel ilkelere uyması zorunluluğu da bulunuyor. Bunun için üstelik 1919 yılında kurulan, 1946 yılından itibaren Birleşmiş Milletler’in çatısı altında faaliyet gösteren, kuruluşunun ellinci yılında Nobel Barış Ödülü alan bir de kurum var, Uluslar arası Çalışma Örgütü (International Labour Organization, ILO). 

Temel kural olarak her üye ülke ILO Genel Kurulu’nun kabul ettiği düzenlemeleri ülke parlamentolarından geçirerek uygulamak zorunda. Fakat başta ABD olmak üzere kimi ülkeler, bu düzenlemelerin bazılarını imzalamıyor. Türkiye’de düzenlemelerin tümünü kabul etmeyen ülkeler arasında. Her ülkenin gerekçi farklı olmak ile birlikte, ana gerekçe ülkelerinin işgücü piyasalarının özellikleri. ILO bu konuda kimi zaman sesini yükseltse de, çoğu zaman bir yaptırıma başvurmuyor. Bunun ana nedeni ise, küresel ölçekte istihdam ve işsizlik sorunun gittikçe ağırlaşması. 
2018’te işsizlere beş milyon kişi eklenecek 

ILO’nun bu yılın başında yayınlandığı Küresel İstihdam Eğilimi 2014 (Global Employment Trends 2014) raporuna göre dünyada işsiz sayısı 202 milyona ulaştı, 2013 yılında işsiz kalanların sayısı 5 milyon kişi. ILO önümüzdeki beş yıl sonunda 2018’de işsiz sayısının 13 milyon kişi daha artacağını öngörüyor. Yine bir başka küresel kurum olan OECD’nin Eylül başında yayınladığı İstihdam Görünümü Raporuna (OECD Employment Outlook) göre de, OECD üyesi ülkelerde işsizlik, ekonomilerdeki göreli düzelmeye rağmen en önemli sorun. OECD ülkeleri ortalama işsizlik oranı 2008 yılında %6,6 iken, 2013’de%7,7’ye yükseldi. Beklenti oranın 2014’de %7,4’e, 2015’de %7,1’e gerilemesi, yani %7’in altına bir türlü inmiyor. Üstelik üye ülkelerin bazılarında işsizlik oranı bunun çok üzerinde. Örneğin, Yunanistan’da %27,3, İspanya’da %26,1, Portekiz’de %14,7. 

Dünyada işsizlik sorunu bu kadar ağır olunca devletlerin yaptığı düzenlemelerde daha da önemli hale geliyor. Öyle kurallar koymalı ki, hem istihdamı artışını engellemesin, hem de çalışma koşullarını iyileştirsin. Bunun yolunu özellikle AB üyesi ülkeler üçlü diyalog (devlet, işveren, işçi) denilen mekanizma ile buldular ve önemli mesafeler aldılar. AB’de işsizliğin arttığı dönemlerde bile işini kaybedenlerin yaşamları çekilmez hale gelmedi. İşsizlik arttı diye hiçbir ülkede çalışma koşullarından ödün verilmedi. 

Kollayıcı kapitalizm egemenliği 

Türkiye bu konuda yine “Sui Generis” çizgi tutturmuş durumda. Örneğin İşsizlik Fonu Sistemini kurarak ILO standartlarına uydu, fakat sonra bu fonun gelirlerini bütçeye aktardı, işçi ve işverenin ödediği işsizlik primlerinin gelirlerine el koydu. Üstelik aktardığı kaynağı nasıl harcadığını açıklamadı. Soma Kazası sonrası torba yasa ile iş güvenliği üzerine yeni yasal düzenlemelere girişti, yasa TBMM’de çıkmadan bir gün önce Asansör Kazası oldu. Kazanın olduğu işyerinde bir kamu kurumu olan TOKİ’nin adı var/ yok. Fakat öyle girift bir durum yaratılmış ki, nerede ise işverenin kim olduğu belli değil. Yani işgücü piyasasına yönelik onca düzenleme ne kazayı önledi, ne de kaza sonrası sorumluları ortaya çıkardı (şimdilik, umarım tersi olur). Neden böyle bir yapı var ? Bunun tek bir nedeni var, kurallara, yasalara uyulmaması, uymayanlara farklı davranılması. Bunun adı da daha önceki bir yazıma başlık olarak attığım “kollayıcı (crony) kapitalizmin” egemenliği. 
Kollayıcı kapitalizmin ülkemizde rağbet bulmasının nedeni sadece siyasi iktidarlar değil. Nerede ise hepimiz sistemin bir parçasıyız. Basit bir örnek, Türkiye’deki trafik kuralları AB ile aynı, fakat en basitinde kaldırıma park etmekten zevk alıyoruz. Geçenlerde bir yemekli toplantıya gittim, katılanların çoğu arabalarını kaldırıma park etmişti, “sizleri şimdi trafik polisine şikayet edeceğim” dediğimde, toplantının başkanı eşime dönüp,”hoca hep böyle çıkışlar yapıyor” dedi. Geriye başka söz kalmıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019