İŞ’le Buluşmalar ve “Büyük Rönesansı” kavramak

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Türkiye İş Bankası ve DÜNYA Gazetesi’nin Bursa’daki 41’inci İŞ’le Buluşmalar toplantısında anlatmayı planladıklarım ile anlatabildiklerimi gözden geçirdim. Anlatamadıklarımın, anlattıklarımdan daha önemli olduğunu düşündüm. Zaman kısıtının baskısı altında olmasaydım, ülkemizin “yoğun gündeminde” yer alan konularla “seyrek gündeminin” konularını karşılaştıracak, katılımcı seçkin kitlenin tepkilerini gözleyecektim.

Ülkemizin yoğun gündemi

Ülkemizin “yoğun gündemini” küçümsüyor; önemsemiyor değilim. Önemli olduğunu biliyorum.

Büyük güçlerin ülkemize yönelik politikalarını sorgulamadan dünyayı kavramak mümkün değil. Bölgesel güçleri, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin politika ve stratejilerini değerlendirmeden bu ülkeyi yönetemezsiniz. Mikro milliyetçilik akımlarını, akımların arkasında hangi güçlerin, hangi kısa ve uzun dönem yararlarını dikkate alarak durduklarını tartışmak da önemli, değerli ve anlamlı.

İnsanlığın bütün geçmişinden binen, dilimizde “çete” kavramının karşıladığı, meşru otorite dışındaki örgütlerin, özellikle devlet karşısında oluşturdukları asimetrik yapılanmaların olası etkilerini analiz etmenin ülke güvenliği açısından hayati önemi olduğu da çok açık. Döviz kurundaki istikrarsızlığın iş insanların önlerini görebilmeleri için ne denli önemli bir karar aracı olduğunu söylemek bile fazladan. Faiz oranlarının dünya sistemindeki yerini, ülkemizde sermaye maliyetini etkileyebilme düzeyini, birikim üzerindeki etkilerini tartışmadan da ekonomi yönetilemez. Büyüme ile şişme arasındaki farkları kavrama, nitelikli büyüme bileşenleri ve bağlamları üzenine kafa yorma ülke insanın doğal sorumluluğu. Enflasyonun ne büyük bir ahlak kemiricisi, illüzyon yaratıcısı ve toplum algısı saptırıcısı olduğunu yaşayarak hepimiz öğrendik.

Saydığım konuların ülkemizin “yoğun gündemi” olduğu da sır değil. Televizyonlarımızın ekranları, gazetelerimizin sayfaları, köşe yazılarının sütunları, toplantıların gündemleri hep yoğun gündeme odaklanmış durumda. Çoğu zaman gazete kültürü düzeyindeki veri ve bilgileri takla attıran popülist anlatımlar yeğleniyor. Hakkını yemeyelim, kimi zaman gerçekten ayrıntı özenine ve derinlik bilgisine dayanan analizler de yapılıyor.

Sorunların ve çözümlerin analizi, toplumun ilgisini, bilgisini ve iletişimini artırdıkça hayatın öz gerçeğine yaklaşan kararlar alabiliriz; insanımızın yaşamını kolaylaştıran sonuçlar üretebiliriz. Yoğun gündem konularına itirazım yok, ama “seyrek gündem” konularına gösterilen özenin görece düşük düzeyli olmasından ciddi endişelerim var.

Ülkemizin seyrek gündemi

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de tartışma gündemin yüzde 80’inden fazlasını “yoğun gündem” kapsamında sıraladığımız konular oluşturuyor. Gelişme dinamiği ise yoğun gündem konuları kadar, seyrek gündeme de hakim olmayı gerektiriyor. İş yeri sahiplerinin gelişmeler karşısında “alternatif tepkilerini” bilinçli bir biçimde oluşturabilmeleri için, yoğun gündemin makro -odaklı konuları kadar, işletmelerin mikro- sorunlarını tartışmalıyız.
Fuarlardan pazar yerlerinden mal satın alır gibi makine satın almanın geçmişte bu ülkeye neye mal olduğunu bilmeyenimiz var mı? İşletmeler ölçeğinde tepkilerin neler olduğunu tartışmadığımız zaman, dijital dönüşüme uyum sürecinde benzer yanlışları tekrarlamamız kaçınılmaz olmaz mı?

Geçmişte birçok konuda olduğu gibi “ciddi fikirlerin yerini sloganların alması” büyük eksikliklerimizden biridir. Dijital dönüşümün geniş bant imkanlarını, bağlantı potansiyellerini, bağlantı maliyetlerindeki düşüşü enine boyunu tartışan bir gündeme sahip değilsek, bakış açımız değişmeyi ve dönüşümü gerektiği gibi kapsayabilir mi? Bağlantı maliyetlerindeki düşme grafikleri döviz kuru grafikleri kadar tartışma gündemende yerini almıyorsa… İletişim potansiyellerinin olası fırsat ve tehlikeleri zihnimizde netleşmemişse etkili bir uyumdan söz edebilir miyiz?

Yeni işbirlikleri olanakları konusunda girişimci insanların zihinlerini berraklaştıran veriler sunmuyor, kanıtlayıcı gerekçeler ortaya koymuyorsak, geleceği nasıl inşa ederiz?
Her ürünün bir algoritma ve yazılım içermesinin, akıllı ve bağlantılı ürünlerin yaşamımızın derinliklerine sinmesini, ürün doğasındaki değişmeleri ve yaşam biçimi ve tarzımızı etkilemelerini sorgulamıyorsak uyumdan söz etmemiz beyhude değil midir? Sonuçları değil de süreçleri tartışmadan, süreç doğasındaki değişmelerin farkında olmadan geleceğe uyum sözleri havada kalmaz mı?

Dijital teknolojinin, daha hızlı ve ucuz hale gelen programlama hızını, sabit miktarda programlama gücünün fiyatının yaklaşık her 18 ayda bir yarıya inmesini göz önünde tutan tartışmalar yapmıyorsak…Ağ bant genişliğinin her 9 ayda bir iki katına çıktığının ne anlama geldiğini irdelemiyorsak…Artan veri depolama maliyetinin her 10 ayda yarı yarıya düştüğünü, düşüşün etkilerini düşünmüyorsak, ülkenin geleceğini inşa edebilir miyiz?

Profillemeden ağ analizine, meta veri analizinden, internet ve buluttaki gelişmelere, blockchain tekniğinin olası etkilerinden, üç boyutlu baskı ve eklemeli üretimin CNC tezgahları aracılığıyla yayılma hızına, sanal ve artırılmış gerçeklik olgusuna, ses tanıma, çeviri ve ses işleme alanındaki atılımlara, yapay zekanın insanın performansını artırma potansiyeli kadar insanın yerini alma etkisine uzanan, herşeyin interneti (IoT) gibi konuları seyrek gündemden yoğun gündeme taşımıyorsak dijital dönüşümün yarattığı büyük rönesansın saygın bir üyesi olabilir miyiz?

Bir köşe yazısı sınırları içinde ülkemizin “yoğun ve seyrek gündemini” bütün yönleriyle paylaşamayız.Ülkemizin tek-odaklı, tek sesli, metot ve gerekçelere fazla itibar etmeyen gündeminin vasatlık üreten sonuçlarından uzak durmak istiyorsak ve geleceği sağlam temeller üzerinde kuran bir gelişme çizgisine oturtacaksak; kendi yazdıklarımıza, anlattıklarımıza, gündemlerin içeriklerine tekrar tekrar eleştirel aklın rehberliğinde bakmalıyız.

Çağrımdır

Türkiye İş Bankası’nın İŞ’le Buluşmalar Bursa Toplantısı, çok nitelikli bir toplantı oldu. Niteliği de, yoğun gündem konuları kadar seyrek gündem konularına da eşdeğer zaman ayrılması belirledi. Katılımcıların kalabalıklığı ve anlatılanlara verdikleri tepkiler de toplantıya katılanların bilinçli bir arayış içinde olduğunun kanıtıydı. Çağrım şu: Toplantılarımızın verimini önemsemeliyiz. Toplantı gündemlerini daha ayrıntıda sorgulamalıyız. Yoğun gündemimiz ile seyrek gündemimiz arasında dengeyi kurmalıyız.
Yaşamakta olduğumuz büyük rönesansı kavramak doğru gündem dengeleri gerektiriyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar