Kentliler ayaklandı

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

 

Günümüz kentleri birden bire oluşmadı. Kentlerin önem kazanması sanayi devrimi ile başladı. Sanayi devrimi öncesi kentler üretenden çok tüketendi. Bu yapı antik Atina'da, Roma'da, Osmanlının İstanbul'unda da böyle idi.  Osmanlı arşiv belgelerinde kentte yaşayanların beslenmesi ve ısınması için yiyecek, odun teminine yönelik onlarca belge bulmak mümkün.

Avrupa'da feodalizmin çözülmesi kentlere işgücü akımını başlattı. Ardından gelen sanayi devrimi kentlerde sınıfların da doğmasına neden oldu. Eğer sanayi devrimi olmasa idi, 1789 Fransız Devrimi  de  olmazdı. Hatırlarsınız devrimin üç teması vardı: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik.  Bu kavramların arkasındaki gerçek, ilkel kapitalizmin Kral aracılığı ile Fransız halkını iliğine kadar sömürmesidir. Elbette aynı sömürü İngiltere, Almanya ve diğer kapitalizmi nimet olarak gören ülkelerin tümü için de geçerlidir.

Kentte bir de kentli kimliği var. Kentli kimliği hemen oluşmuyor. Kente gelenler kentle eklemlenmeye öyle hemen başlamıyorlar. Hatta kentli kimliğine karşı önce direniyorlar. Bunun en güzel örneği; Türkiye'de sanayileşmenin atak yaptığı 1960'lı yıllarda, kente göç edenlerin kendileri için önce kentin mekan boyutunun dışında (gecekondularda) yer bulmalarıdır. Daha sonra buranın da dışına çıktılar, kente dair tüm korkuları ile kente daldılar. Artık kentte yaşıyorlardı, fakat kentli değildiler. Mübeccel  Kıray'dan ödünç aldığım bir kavramla, bu kesime  sahte kentliler diyebiliriz. Bu kesim kentteki  ilişkilere direnme güdüsü ile kentli olmaktan kaçındı. 

Türkiye'de bu kesimin duygularına 1960'lı, 1970'li yıllarda kısmen de olsa sol partiler, örgütler tercüman oldu. Karaoğlan Ecevit fırtınası bu yapının eseridir.  Solun bu yapı üzerindeki etkinliği, kimi çevreleri ve ABD'yi  rahatsız etti. 12 Eylül 1980 darbesi, bu kesimler için ilaç gibi geldi. Solun başı ezildi. Sahte kentliler boşluğa düştü. Boşluğu, dinci görüşler, partiler doldurdu. Daha fazla muhafazakarlaştılar. Kentliyi kendilerine yabancı olarak gördüler, ondan iğrendiler. Çünkü başlangıçta kentli olmanın gereği gibi görünen kültürel doku ile uyuşamadılar, fakat bunun için niyet de etmediler. Yeşilçam filmlerinde zengin çocuk, fakir kız öyküsünün bu kadar rağbet görmesinin nedeni de budur. Operaya gidenle, kitap okuyanla, batı müziği dinleyenle  dalga geçildi. Bu değerler halka karşı imiş gibi görüldü/gösterildi.

Önce ANAP, sonra Refah Partisi bu kesime biz sizi kente egemen kılarız dediler. Zaten kentte nüfus olarak da egemen hale gelmişlerdi.  Bu arada kısmen kayıtdışı da olsa, sermaye sahibi de olmuşlardı. Ekonomik güçlerinin artması tüketim eğilimlerine de yansıdı. Bu eğilime piyasa ekonomisi yanıt verdi. Arabesk müziğin yükselişi bu yanıtın gerçekleşmesi ile ortaya çıktı.

1990'lı yıllarda yaşanan iki ekonomik kriz (1994, 1999) ve ardından gelen 2001 krizi bu kesime egemen siyasi güç olma şansını verdi. 2002 yılı seçimlerinde AKP ile bunu yakaladılar. Kente girmişlerdi, para ve politik güce sahiplerdi. Ancak hala kentin değerlerine yabancı idiler, hatta düşmandılar. Kente ve kentliye dair ne varsa yıkmanın yolunu aradılar. Politikacılarda buna imkan sağladı. Sonuçta kentliler kentten sürüldü. Kamu kentliye kapatıldı, çocukları işe alınmadı, çalışanlar dışlandı. Özel sektörde bile iş yapmak için onlar gibi olmayı ya da onlara biat etmeyi zorunlu kıldılar. Karşı çıkanlara halk böyle istiyor dendi. Sonuçta kentli olmak, engelli olmak gibi bir şey haline geldi.
Bu yapı sonsuza değin sürecek diye düşünürlerken, kendilerinden bazılarının bu sürgün kentlilere benzemeye başladığını gördüler. Bunu engellemek için yasalar çıkardılar. Kentli olmanın birey olmak anlamına geldiğini görünce cemaatleşmeler öne çıkartıldı, birey düşüncesini yok etmeye çalıştılar. (Buradaki cemaatle kastettiğim sadece dinsel cemaatler değil, Ankara ve İstanbul'da Sivaslılar derneği kurmak da birey olmaya karşı duruşun bir örneğidir. Bu savımı eleştirenlere Paris'de  Marsilyalılar derneği var mı diye sormak isterim). Cumhuriyet değerlerine de bu nedenle karşı çıktılar. Çünkü Cumhuriyet birey olmak demekti.

Kentin eski sahipleri sustular, korktular. Tüm değerleri yerlerde sürünürken sessizce izlediler. Çünkü azınlıkta idiler. Ancak bu baskı  kendilerini boğacak hale gelince, kentliler ayaklandı.

Geçen hafta başlayan ve halen süren "Taksim Direnişinin" altında bu süreç yatmakta. Kentin asıl sahipleri seslerini yükseltmişlerdir, üstelik artık yanlarında   yeni kentliler, kente sahip çıkanlar da vardır. Kentin kültürü onları birleştirdi.

Direniş, iktidar ve TBMM'deki muhalefet partilerine ciddi dersler verecek gibi duruyor. Direnişçiler bu partilere şunu söylüyorlar: karışma bana, karışma özgürlüğüme, karışma dinime, karışma özelime, karışma kamusal haklarıma.

Son söz; teşekkürler gençler, teşekkürler bu ülkeyi gençlere emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019