Kolay para, zor para

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Geçtiğimiz hafta KOBİ’lere yapılacak yardımın hukuki alanda yapılması gerektiğini söylemiştim. Okurların benim teşvik sistemlerine, özellikle finansal teşviklere, hiç sıcak bakmadığımı bilirler. Bu tür ‘teşviklerin’ ben uzun dönemde işe yaradığı ülke bilmiyorum. Birçok uygulamada verimsiz çalışmayı desteklediğine ise şahit oldum. Ben bu yargımın bana has olduğunu pek sanmıyorum. Çok kısıtlı bir araştırma bile teşvik adı altında yapılanların, ekonomiyi çarpıttığını, rant yaratarak etkili ve etkin çalışmayı kösteklediğini, rant dağıtımı yapanlara gereksiz güç vererek olayın politize edilmesine yol açtığını gösterebilir. Buna rağmen daha iki gün önce turizm sektörünün bu yıl çektiği sıkıntılara çözüm olarak bir parlamenterimiz acil olarak finansal yardım paketlerinin devreye sokulmasını istedi. Bir kere daha ve umarım son defa söylüyorum. Nakit veya finansman sıkıntısı sebep değil sonuçtur. Sonuçlarla uğraşarak sebepleri düzeltmezseniz aynı sonuca yine ulaşırsınız. Albert Einstein deliliği “Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp değişik sonuçlar elde etmeyi beklemek” olarak tanımlamıştı. Aynı bilim adamı şunu da söylüyordu “Bir hatayı iki kere yapamazsınız. İkinci defası artık hata değil bir tercihtir.” 

Herhangi bir sektörü, bu ister genelde KOBİ’ler olsun, isterse turizm gibi özelleşmiş bir sektör olsun, daha iyiye yani uluslararası rekabet düzeyine çıkarmanın temel kuralı bu sektör veya gruptaki şirketlerin pazarlama ve üretim işlevlerini uluslararası rekabet kalitesinde yönetmeleridir. Bunun başka yolu yoktur, olamaz da. İster karma ekonomi olsun isterse liberal, ekonomiyi yönetenlerin rolü bunu sağlayacak iş çevresini kurmaktır. Bu bağlamda ekonomi yönetimi sıkıntıya düşeni kurtarma yönetimi değil, kurumların sıkıntıya düşme nedenleri kendi yönetimleri dışındaysa onları düzeltmektir. Geçen hafta dediğim gibi bu şirketlerin rekabet ettikleri alandaki kuralları ve çevreyi düzeltmekten yani genel anlamıyla ‘hukuktan’ başlatılacak bir çabadır. 

Spor iyi bir metafor olabilir. Ben hasbelkader iki yıl kadar bir süre güreş federasyonluğu ast başkanlığı ve başkanlığı yaptım. Güreşte ulusal ve uluslararası kurallar aynıdır. Türk güreşçiye başka kural, Japon güreşçiye başka kural yoktur. Mayo, minder, kulaklık standarttır. Herkes aynı boyuttaki mindere çıkar. Antrenörün nerede oturacağı bile bellidir. Güreşçi mindere yalnız çıkar aynı kilodaki rakibiyle güreşir. O zamanlar tolerans denilen kilo farkı 500 gramdı. Yani 57 kilo güreşçisi en fazla 57.5 kilo gelebilir, 57.51 kilo gelirse diskalifiye olurdu. Güreşçinin gerekli kuvvet, dayanıklılık ve çabukluk temeli üzerine geliştirdiği tekniği ile kazanması beklenirdi. İdrar numunelerinden doping kontrolü yapılır. Bazı güreşçilerin maç öncesi saunada kendilerini şampuanla sıkı sıkı ovdurup terle beraber kayganlaşarak avantaj sağlamamaları için hakemler müsabıkları kontrol ederler. Sözün kısası şartları kapasite ve hüner hariç eşitlemeye çalışırlar.

Hukukun ana ilkesi eşitlik ve haktır. Rakipler ister içerden ister dışardan olsun farklı kural ve düzenlemelere tabi tutulurlarsa ortaya çıkan çarpıklık mutlaka ve mutlaka verimsizlik yaratır. Şirketlerinin uluslararası alanda başarılı olmasını isteyen ekonomi yönetimi önce rekabet koşullarını ulusal sonra da gücünün yettiği düzeyde uluslararası düzeyde eşitlemelidir. 

Bunu yapmanın ön koşulu da kolay para kazanma yollarını tıkamaktır. Daha önce de yazmıştım, bu bağlamda ekonomi yönetimi ‘kolay para kazanmayı zor, zor para kazanmayı kolay’ hale getirebildiği sürece sürdürülebilir rekabet gücü inşa eder. 

Kolay para ekonomideki çarpıklıklardan yararlanarak, yaratılan rantlardan nemalanarak, eşitlik ilkesine uymayan yasal düzenlemelerden kâr ederek kazanılır. Zor para inovatif stratejiler çerçevesinde üretim, bu üretimin etkin pazarlanması ve bunun için gereken kaynakları akıllı kullanma yoluyla kazanılır. 

Sermaye için ‘ürkek’ tabiri sık sık kullanılır. Bununla sermayenin zoru görünce kaçacağı ima edilir. Sermayenin, özellikle son yıllarda uluslararası finansman konusundaki gelişmeler altında, çok çabuk gidip gelebilmesi göz önüne alınırsa bu deyiş eğer doğruysa önemlidir. Bu deyiş doğru olduğu gibi tersi de doğrudur. Sermaye zoru görünce kaçtığı gibi kolayı görünce de koşa koşa gelir. Bahse girerim bugün ekonomi yönetimi ‘lahmacun imalatı sektörüne’ aşağıdaki teşvikleri versin hepimiz lahmacuncu oluruz: Lahmacunculara bedava arazi tahsisi, vergi muafiyeti, hisse senetleri ve tahvillere damga resminden muafiyet, şirketlerin kurulması için zorunlu her türlü ithal mal ve malzemeye vergi muafiyeti, devlete ait ulaşımda (söz gelimi demiryollarında) yüzde 30 nakliye indirimi, üretilen lahmacuna mal değerinin yüzde 10’u kadar prim, devletin ürettiği ürünlerde fiyat indirimi. Lahmacuncu oluruz ama Domino’s pizza gibi bir lahmacun markasını dünyaya yine de yayamayız. Bu arada merak ediyorsanız yukarıdaki teşvik tedbirleri 28 Mayıs 1927’de çıkarılan teşvik-i sanayi kanunundan alınmıştır. Bu teşviklere rağmen Türkiye’de bir kıpırdanma görülmemiş, devlet kolları sıvamış, elli sene sonra da ‘devletçi’ diye bir alay laf işitmiştir. 

Sağlıcakla kalın. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019