Küreselleşme kimin için?

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

“Bir iktisatçı, bir doktor ve bir mimar trende yolculuk ederlerken, hangi mesleğin daha saygın olduğunu aralarında tartışmaya başlamışlar. Doktor, tanrının Adem’i Havva’nın kaburgasından yarattığını ve o nedenle tanrının bir cerrah olduğunu söylemiş. Mimar ise araya girip “Adem ve Havva var olmadan önce, evrenin kaostan yaratılması gerekiyordu. Bu da elbette bir mimarın yapabileceği iştir,” demiş. İktisatçı araya girip şöyle demiş: “Peki kaos nereden geldi zannediyorsunuz?” 

Bu bir fıkra. Bana da ait değil. Dani Rodrik’in “Economics Rules” adlı kitabında okudum (Kitabın Türkçesi şubat ayında yayınlanıyor). Fıkra keyifl i, ancak kaos yaratan iktisatçı olmayı sanırım hiçbir meslektaşım istemez. Fakat bize kimliğimizi veren “iktisat” bu aralar “kaos” ile birlikte anılıyor. 

İktisadın son on yıldır kaos ile birlikte anılmasının ardında “küreselleşme” yatıyor. Küreselleşme nedir? En basit ve en doğru tanımı ticaretin serbestleşmesidir. Ancak bu sadece malların serbestleşmesi ile sınırlı değil. Küreselleşme aynı zamanda paranın yani sermayenin serbestleşmesidir. Yoksa serbest dış ticaretin geçmişi nerede ise 300 yıl öncesine dayanan ve kendisine alan bulan bir düşünce, iktisat politikası. 

Küreselleşmenin sahibi, yaratıcısı başlangıçta gelişmiş kapitalist ülkelerdi. Ancak 2007 krizinden bu yana bu ülkelerin bazıları da artık küreselleşmenden şikayet ediyorlar. Çünkü kontrollerin dışına çıktı. Gelişmekte olan ülkeler ise, küreselleşmeyi önce bir nimet zannettiler. Bunu sadece o ülkelerin sermaye sınıfı değil, halkı da öyle kabul etti. Çünkü Türkler, Araplar, Güney Asyalılar, Latin Amerikalılar tıpkı Avrupalılar, Amerikalılar gibi hamburger yiyip, AVM’lerden (mall) alışveriş yapabiliyorlar, kredi çekerek ev araba sahibi olabiliyorlardı. Bu mutluluk tablosu krizle birlikte bozuldu. Baktılar ki, şirketler de, bireyler de ciddi bir biçimde borçlu hale gelmişler. Üstelik krizin sorumlusu olarak da onlar ilan edildi. 

Küreselleşme sürecinde devletler de özelleştirme sevdasına kapıldılar. Yılların birikimi olan kamu işletmeleri satıldı. Gerekçede hazırdı, kamu işletmesi demek, bütçe açığı, borçlanma demekti. Ancak krizle birlikte gördüler ki, devletler varlıklarını yitirmişlerdi, fakat borçları azalmak yerine artmıştı. 

Üstelik kimi devletler küreselleşmenin siyasi bir sonucu olarak kaosa girdiler. Egemen kesimin siyasi partileri, “akil insanları” uygulanan politikalara karşı çıkanları dinozorlukla suçladılar. Bu kesim o kadar güçlendi ki, Türkiye gibi ülkelerde iktidar ve muhalefet partilerinin programları hemen hemen aynı oldu (biri birleri ikizleştiler). 

2000’li yıllar ile birlikte ulus devletlerin parçalanması hızlandı. Bu süreçte hükümetler ve onlara bağlı, yüksek maaşlı az okuyup çok konuşan “aydınlar!!”, Postmodern düşünce modasına kapılıp, etnik, dini, ve mezhepsel kimliklerin ayrışmasına övgüler düzdüler, üstelik bunu “özgürlük” kavramı ile birlikte kullandılar. İlginç olan kendisini liberal, muhafazakâr, sosyalist diye görenlerin birlikte bu gelişime ayak uydurmaları oldu. 

Sonuç ortada. Sürdürülebilir büyümeden, sürdürülebilir kaosa, krize geçildi. Halkların özgürlüğü diye yola çıktılar, Türkiye’den Polonya’ya, Ortadoğu’dan, Afrika’ya, Asya’ya hatta Avrupa’ya değin uzanan oligarşik yönetimlere yelken açtılar. Ulus devleti savunanlar adeta linç edildi, ulus devleti kuranlar ülkemizde diktatör ilan edildi. Ulus devletler yıkıldı, yerlerini parçalanmış kabilelere, topluluklara bıraktılar. İşte terörde bu yapının bir eseri olarak ortaya çıktı. 

Şimdi küreselleşme sonuçları, ekonomik kriz ve terörle ülkeleri, masum inanları vuruyor. 

Peki, küreselleşme kimin için, küreselleşmenin gerçek sahipleri kim (ler)?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019