Modeller (2)

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin yenilikçi-icatçı- inovatif, her neyse ne demek istediğimi anladınız, bir sanayi ülkesi olmasını engelleyen üç sorunun halledilmesi gerektiğini, bu sorunların da sağa sola Ar-Ge, iş kurma, vs., parası dağıtarak çözülemeyeceğini yazmıştım. Bu üç sorunu da;

1) İnovasyon yapmak,

2) İnovasyonu uygulamak,

3) İnovasyonu piyasaya sürmek, olarak sıralamıştım.

İnovasyon yapmak konusunda, söz gelimi, TÜBİTAK gibi bir kurumun önderliğinde ‘bilgi ve patent ambarları’ kurulmasını ve bunların kullanıma açılmasını, devletin kıt kaynaklarını Ar-Ge destekleri adı altında dağıtarak değil, bilgi ve patent satın almakta kullanmasını, Ar-Ge yapacak olan özel/resmi sektörün bu bilgi-patent ambarından gereken bilgi ve patentleri tercihan bedavaya veya çok ucuza, uygulamaya koymak şartıyla ne gerekiyorsa edinmesini önermiştim. Bir kaç okurum bu önerinin uygulama detayları konusunda sorular sormuşlar. O kadar detaya girecek ne bilgim var ne de vaktim. Ancak, bir kaç fikrim var elbet. Lafı uzatmadan bunları paylaşayım.

Bu tür patent/bilgi ambarlarının bir kurumun tekelinde olması gerekmediği gibi bu mantıklı da olmaz. Bu tür depolar sanal ortamda, çevrim içi ulaşıma açık, uzmanlık alanlarına göre üniversiteler, araştırma merkezleri, hatta uzman kişiler tarafından vs., tarafından saklanıp beslenmelidir. Ancak bu gayretin bir merkez tarafından örgütlenmesi gerekir. Yapılması gereken, ve işin başlangıç noktası olan çalışma, büyük bir taksonomi (sınıfl andırma, endeksleme, tasnif) çalışmasıdır ve ürün/süreç bazında ve çapraz referanslı olması gerekir. Söz gelimi, eğer taksonomik başlıklardan biri ‘erkek ayakkabısı’ ise ayakkabı imalatı süreci bir tarafa bırakılırsa sadece girdiler için çapraz referansların sayısı yapıştırıcı, deri, deri boyası, iplik, vs. olarak onlarca olabilir. Bu tür taksonomik bir ambar çapraz referanslı inşa edilirse hem pratisyenlere hem de akademisyenlere ulaşım kolaylığı sağlayacaktır. Bu büyüklükte bir projeyi de ancak devlet örgütleyebilir ve finanse edebilir.

İkinci sorun inovasyonun fikir/ taslak/patent düzeyinden uygulamaya geçiş süreciydi. Daha önceki yazılarımda defalarca değinmiştim. Özellikle KOBİ düzeyinde yapılan sorun araştırması anketlerinde aşağı yukarı iki yöntem veya onların varyantları kullanılır. Yöneticilere ya “Sorunlarınızı yazın” der liste isterler ya da bir olası sorunlar listesi verir aralarından seçmelerini veya önem sırasına dizmelerini isterler. Dünyanın her tarafında, bu tip araştırmaların hemen hepsinden bir numaralı sorun finansman, iki numaralı sorun da devlet desteklerinin yetersizliği olarak aynı çıkar. Halbuki, benim Birleşmiş Milletler hesabına Asya ve Afrika’nın bine yakın KOBİ’si arasında yaptırdığım araştırmadan ise en başta gelen sorun fikirden proto-tipe, proto-tipten üretime geçememek olarak ortaya çıkmıştı. İşletmeler fuarlardan, şuradan, buradan veya kendi araştırmalarından bir ürün/hizmeti fikir/ taslak/patent düzeyinden alıp seri imalata hazır hale getirmeyi beceremiyorlar veya buna cesaret edemiyorlar veya buna güçleri yetmiyordu. Veyahut, ve sıklıkla, bu konuda başarısızlığa uğruyorlardı. Bu kalkınmakta olan ülkelere has bir sorun da değildi. Ancak risk sermayesinin bulunmadığı kalkınmakta olan ülkelerde bu daha ciddi bir sorun olarak görülmekteydi.

Burada devlet ne yapabilir. Devlet iki şey yapabilir:

1) Fikir/taslak/patentten prototip üretimine geçişte teknik yardım ve prototip başarılı olduğu takdirde, seri üretime geçiş için teknik planlama;

2) Ekonomik yapılabilirlik etütleri, yani, ürün/hizmetin pazar şansının değerlendirilmesi konusunda destekler sağlayabilir. Bunlar da sağa, sola; şu fon, bu fon diyerek destekleme programları adı altında para dağıtarak yapılamaz. Çoğu fikir/taslak/patent sahibi bu iki meseleyi çözmek için, parası olsa dahi, nereden başlayacağını bile bilemez.

Sonuç olarak bir fikir/taslak/patentten seri üretilecek bir ürün çıkarmak ve bunun için ürün/hizmet üretimi hatları kurmak o kadar da kolay bir iş olmadığı gibi ucuz bir süreç de değildir. Üst düzey teknik bilgi ve planlama ister. Ekip işidir.

Teknik çalışmalar diyebileceğimiz iş bitince bunun bir de ekonomik yapılabilirlik etütlerinin yapılması gerekir. Bu da bir uzmanlık işidir. Hem ulusal hem de, tercihan, uluslararası pazarlar için araştırma yapmak gerekir. Bu da, yine özellikle KOBİ’ler için, onların ne finansman ne de bilgi birikimi açısından yeterli olmadıkları bir alandır. Bu da sağa sola destek adı altında para dağıtılarak yapılacak bir iş değildir. Ne dağıtılan para yeter ne de bu para esas gereksinim olan şeye: Bilgi alımına harcanır. Bu sorunun çözümü de bir çok sahadan uzmanın eş güdümlü çalışmalarına bağlı olduğu için kapsamlı bir örgütleme ve finansman ister. Bu da Türkiye gibi ülkelerde, bir kaç işletme haricinde, özel sektörün katlanabileceği bir şey değildir.

Bir inovasyon fikri üretilip, protipleri geliştirilip, üretim için gerekli etütler yapıldıktan sonra üçüncü sorunun halledilmesi gerekir. O da Türkiye gibi risk sermayesinin sadece lafta kaldığı ekonomik düzenlerde inovasyonun üretilip piyasaya sürülmesi için gerekli finansmanın tedarikidir. Öncelikle risk sermayesi nedir ona bir bakalım. Daha doğrusu risk sermayesi ne değildir onu anlayalım. Risk sermayesi kredi değildir. Ucuz kredi de değildir, bedava kredi de değildir. Risk sermayesi batma riskini, yani iş başarılı olmazsa parasını geri alamama riskini üstlenerek bir yatırıma ortaklık için verilen sermayedir. Kredi borçtur. Risk sermayesi, adı üstünde, sermayedir. Kavramdan prototipe, prototipten üretim planına, üretim planından üretime geçiş sürecinde bir inovasyonun hayatındaki en önemli şey risk sermayesinin varlığı ve bulunmasındaki kolaylıktır. Bizde borç, kredi falan belki bulursunuz ama eş, dost, akraba dışında sizle beraber batacak, veya çıkacak ortak öyle kolay bulamazsınız. Peki devlet burada ne yapabilir? Yine sağa sola ‘destek’ adı altında para dağıtarak bu iş olmaz. Bu fonlar piyasalarda belki kısa süre için bir kıpırdanma sağlar ve fon dağıtanlara politik destek getirir ama derde deva olmazlar. Onun yerine bu paralar ehil bir fon yönetiminin elinde, özellikle uluslararası pazarlarda şansı var görülen inovatif ürün veya süreçlere yatırım yapan işletmelere ortaklık için kullanılabilir. Bu yatırımların bir kısmı elbette başarısız olacaktır. Ancak, neresinden bakarsanız bakın, iş iyi yapılır, yani, ehil kimseler tarafından yürütülürse sağlanacak başarının getirisi zararı bol bol karşılayabilecektir.

Uzun lafın kısası eğer ‘devlet’ inovatif bir ekonomi istiyorsa önce inovasyon üretimini, sonra bu inovasyonların ürün/hizmet süreçlerinde üretilip üretilemeyeceğinin doğrulanmasını daha ve en sonra da üretime geçiş ve sürümünü planlı bir şekilde desteklemelidir. Bunun için yeni ürün/ hizmet, fikir/taslak/patent safhasında verebileceği kadar tam destek, bu ürün/hizmet, fikir/ taslak/patentlerin üretime hazırlanması ve planlaması aşamasında tam desteğe yakın hizmet ve son aşama olan üretim ve piyasaya sürüm aşamasında da risk sermayesi olarak kısmi destek sağlamalıdır. Bu tür bir politikanın uygulanması bir çok kurum ve kişinin eş güdümlü çalışmasını gerektirir ki bu tür bir örgütlenmeyi ancak devlet, o da gerçekten isterse, başarabilir.

Sağlıcakla kalın

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019