Oyunun kuralları: Beklenmedik bir hediye

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Geçenlerde, şimdi gençler ‘geyik’ sohbeti diyorlarmış, işte öyle bir sohbette bizim Milli Takımı'n her ülke takımına beş çekerek Dünya Şampiyonu olabileceğini, bunun için de tek yapmamız gereken şeyin oyunun kurallarını bizim yazmamız olduğunu söyledim. Farazi (hypothetical) olarak düşünün dedim futbol maçı oynayacaksınız kurallardan biri bizim takım topu eliyle on metre taşıyabilir, rakip takım taşıyamaz. Bu kurallarla oynasak biz her maçı alırız değil mi? Yeter ki bu kuralları rakiplere kabul ettirecek gücümüz olsun. “İyi ama bu adil değil” diyorsanız değil elbette. Konumuz adalet değil maçı kazanmak. Bu faraziyeyi her işletmecinin bildiği bir ilkeye referans olarak o konuda bir kaç laf etmek için vermiştim: Her rekabeti oyunu kurallara göre oynayan değil, kurallarını rakiplerine kabul ettiren kazanır. Bu nedenle oyunun kurallarını siz yazamıyorsanız yazanları takip edip iyi geçineceksiniz.

İnsanlar bir arada yaşamaya karar verdikleri anda bu yaşamın kuralsız olamayacağını da herhalde o zaman öğrendiler. Oturup kurallar yazdılar. Bilindiği kadarıyla ilk kurallar Ur-Nammu kanunları olarak günümüzden 4500 yıl önce antik Mezopotamya’da Sümerler tarafından yazılmış. Niye mi yazmışlar? Tarihçilere göre ‘cemiyet hayatını düzenlemek’ ve ‘yolsuzlukla mücadele etmek’ için. Yolsuzluğu anladık. En azından ne olduğunu biliriz. Cemiyet hayatının düzenlenmesi denilen kuralların da daha sonra Babil Kralı Hammurabi’nin kanunlarından (Ur-Nammu’dan alındığı söylenen) evlenme, boşanma, ceza kanunu, ticaret kanunu, vergilendirme ve fiyatlandırma gibi konulara ilişkin kurallar olduğunu biliyoruz. Anlaşılan boşanma ile ticaretin düzenlenmeleri aynı anda 4500 sene önce başlamış. O zamanlar da uluslararası ticaret var ama ortada devasa bir Global ticaret yok. O nedenle de yol kesen eşkıyadan canını ve malını kurtaran tüccar için vergi konulu bir kaç kural dışında fazla bir düzenlemeye de gerek yokmuş. O zamanlar kuralları krallar yazdırıyorlarmış. Ve muhtemelen bir tek kurallar seti varmış. Şimdi herkes kenarından köşesinden bulaşıyor, kural yazıyor.

Önce ulusal sistemler var. Birleşmiş Milletler (BM) 1945 yılında kurulduğunda aralarında Türkiye’nin de olduğu 51 üyesi vardı. Bu yıl itibarıyla 193 üyesi var. Her ülkenin kendine has kanunları olduğundan bu dünyada 200 çeşit yasal sistem var demektir. Sonra uluslararası örgütler var. Sözgelimi, DTÖ Dünya Ticaret Örgütü’nün kuralları (World Trade Organization -WTO) Uluslararası Ticaret Odası’nın (International Chamber of Commerce-ICC) INCOTERMS’i, Akreditiflere İlişkin Birörnek Usuller ve Uygulama Kuralları (Uniform Customs and Practice for Documentary Credits) ve yüz-elliyi aşkın model satış kontratı, ülkelerin ticaret kanunlarının birbirlerine uyumunu sağlamak amacıyla BM Uluslararası Ticaret Kanunu Komisyonu’nun hazırladığı (United Nations Commission on International Trade Law -UNCITRAL) ‘model kanunlar’, standartlar, gönüllü standartlar gibi. Bunun gibi düzinelerle kurum yazıyor da yazıyor. Ancak en önemli kurallar inter ve intra ticari blok anlaşmalar. Oralarda da kuralları krallar yazıyor ama bunlar Global ticaretin kralları.

Genellikle kurallara bakınca oyunu kimin kazanacağı şöyle böyle anlaşılıyor. Bu nedenle Kral olmayan ülkelerdeki dış ticareti düzenlemekle görevli olanlar ve dış ticaretin içinde bulunanlar tüm bu düzenlemeleri yakından izliyorlar. Bunun için ticaret ataşeleri, elçiler, özel heyetler, devlet kurumları, özel sektör kuruluşları, akademisyenler, vs., okuyorlar, yazıyorlar ve becerebilirlerse kuralların yazıldığı masalarda oturacak yer arıyorlar. Bu iyi. Böyle yapılmıyorsa bunun astarı yüzünden pahalıya gelir.

Ancaaak! tüm bu düzenli karmaşa içinde, tamam bu düzeni anladık derken, beklenmedik şeyler oluveriyor. İşte o zaman “ne oluyor?” sorusu yerine “ne olacak?” sorusunun sorulması gerekiyor. Geçtiğimiz yıl sonunda kendisi dahil kimsenin beklemediği bir şey oldu. ABD seçimlerini Bay Trump kazandı. Açıkçası Amerikalı dostlar hala “Ne oldu?” diye birbirlerine soruyorlar. Şu sekiz aylık performansına bakılırsa Bay Trump’da aynı soruyu soruyor!

Bay Trump seçim kampanyası esnasında ince eleyip sık dokumayı bir tarafa bırakın bir genel fikir sahibi bile olmadığı konularda açtı ağzını yumdu gözünü. İyimser Amerikalılar “Siyaset bu. Olur böyle vakalar. Bunlar seçim palavraları. Makama oturunca hizaya gelir” deyip geçti ama Trump iş başına geçince, kimsenin ciddiye almadığı, seçim kampanyası esnasında üfürdüklerini ciddiye aldı. Ciddiye aldığı tezlerden biri ‘ABD’nin ABD’ye zararlı bir takım anlaşmalara imza atarak işsizlik felaketine uğradığı, bu nedenle bu anlaşmalardan çekilmesi gerektiği’ tezi. Ve ilk iş olarak ABD’yi 12 ülkenin içinde bulunduğu Trans-Pacific Partnership (TPP’den) ve İklim Anlaşmasından çekti. Kanada ve Meksika ile olan NAFTA ticaret anlaşmasına da yeniden bakacağım diyor. ABD-AB anlaşmasını ne yapacağını o da bilmiyor AB de. “Amerikalılar onu seçtiler onlar uğraşsın” diyeceğiz ama işin ucu bize dokunacak.

Dünyada global ticaretin neredeyse 1950’lerden beri tek başına şampiyonluğunu yapan ABD’nin birden bire ‘milli ekonomici’ kesilmesi kimseyi üzmediği gibi iki gurup insanı da çok sevindirdi. Birinci gurup, 1960’larda milli ekonomi diyerek dayatan ve Marksist, Leninist ve hatta!!! Maoist olmakla itham edilerek MİT’e deşifre olanlar ve aynı nedenle bunak, geri kafalı, ve hatta!!! tutucu denilerek tu kaka edilen düşünürler. Bu gelişme onlara “Biz dememişiydik. Bak ABD bile bizimle aynı fikre geldi.” deme hazzını getirir ama konu bu değil. Konu Trump’ın bu kararına ‘beklenmedik bir hediye’ diyerek sevinen ikinci gurup. Kim mi onlar? AB, Japonya ve Çin. Daha geçenlerde Trump seçilene kadar Japonları AB ile bir anlaşmaya ikna edemezken aniden anlaşma sağlanması üzerine AB’nin ticaret ‘şefi’ Bayan Cecilia Malmstrom “Trump’ı beklenmedik bir hediye olarak nitelendirmek istemem ama bir çok ülkenin etraflarına daha geniş bir açıdan bakmalarını sağlandığını söyleyebilirim” derken bu beklenmedik gelişmeye sevinenlerin duygularını politik bir şekilde dillendiriyordu.

Şimdi ABD kuralların yazıldığı masadan en azından şimdilik kalktığına göre soru kuralları kimin nasıl yazacağı. ABD bu kafada giderse özellikle Asya ve Pasifik’te saz kimin eline geçecek. AB, ABD olmadan kimlerle ne tip ikili anlaşmalar yapacak? AB, Çin ve Japonya devasa Asya-Pasifik pazarını ABD çekildiğine göre hangi kurallarla nasıl pay edecekler? Bu soruların çoğunun cevabı var ve de oluşuyor. AB şu anda 45 ülkeyle trilyonlarca euro hacminde anlaşma görüşmeleri yapıyor. Yukarıdaki tabloda Türkiye anlaşma sağlanmış ve ticaret hacmi bir milyar Avrodan az ülkeler arasında. Hazır ABD’de milli ekonomi rüzgarları eser ve ABD’deki sistem daha ne olduğunu tam anlamamışken özellikle AB ile olan ilişkilerde pro-aktif olmanın zamanıdır.

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019