Para yok abi

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Şu sıralar Türkiye’de işletme yöneticisi sıfatıyla bir işletmenin başında oturanlara sempatim her zamankinden daha fazla. Zaten zor olan bir iş giderek zorlaşıyor. Genel ekonomik durum bu konumdaki kişilerin canını sıkıyor elbette ama daha da can sıkıcı olan ilerisi için artan belirsizlik. Her zaman söylerim. Aydın denilen kişinin toplumdaki rolü statükoyu eleştirmek ve seçenek geliştirmektir. Yoksa aydın ne çok bilgili demektir ne de çok yazan, çok okuyan. İster siyasette, ister sanatta, ister sporda aydın kişi, işlerin daha iyi nasıl yapılabileceğini araştıracak bilgiyle donanmış, bundan daha da önemlisi bu araştırmayı yapacak moral cesarette kişidir. Yoksa her şey güllük gülistanlık diyerek statükoyu muhafaza ve müdafaa ederek aydın olunmaz. Aydın kişi eleştirmek amacıyla da eleştirmez. Eleştirilerinin amacı daha ‘iyi’ veya ‘etkin’ veya ‘etkili’ seçenek geliştirmektir.

Aydınların bu doğal rollerini oynamaları onları genelde ‘rahatsız edici’ yapar. Özellikle statükodan rahatsız olmayanlar hatta yararlananlar eleştirileri aydın kişinin işini yapması olarak görmek yerine ‘felaket tellallığı yapmak’ veya ‘bozgunculuk’ olarak nitelendirir ve kızarlar. Bu da normaldir. Aydınların da bu kişilere kızmaması gerekir. Aydınlara kızılacak tek yer onların statükoyu eleştirmeleri değil, seçenek üretmemeleridir. Başka bir deyişle, “Bu böyle olmaz veya olmamalı” deyip de “Böyle olmalı” demezseniz eleştiriyi de hak edersiniz. Seçenek geliştirmek ise bilgi ve bilgelik gerektirir. Bu ikisinin aynı şey olmadığını anlatmaya gerek yok herhalde. Bilgi gerektirir çünkü konuyu bilmiyorsanız “Şöyle yapılsın” diyemezsiniz. Bilgelik gerektirir çünkü geliştireceğiniz seçeneğin kısa ve uzun vade sonuçlarını irdeleyebilecek ahlak ve olgunlukta olmanız gerekir. Şimdi aydın olma heveslisi birisi olarak gördüğüm aksaklıkları yazayım. Lütfen bozgunculuk, felaket tellallığı, muhalefet yapıyor demeyin. İşimi yapıyorum. Türkiye ekonomisi yavaşladı. Ciddi iki haneli enflasyon tehdidi var.

Döviz fiyatlarının hem tırmanması hem de yo-yo misali iniş çıkışı, ticarette ciddi sıkıntılara yol açtı. Bu sıkıntıların en başında benim gençlik yıllarımdan bu yana duyduğum “Piyasada para yok abi” sıkıntısı geliyor. Türkçesi tüketici perakendeciye, perakendeci toptancıya, toptancı üreticiye, üretici tedarikçiye ödeme yapmakta zorlanıyor. Bu bir zincirdir. Zincirin bir halkası koparsa zincir işlemez. Tüketicilerin nefeslerinin tükenmiş veya tükenmek üzere olduğuna dair işaretler var. Ülkenin iç ve dış borçları, kurumların özellikle finansman kurumlarının ve tüketicilerin bireysel borçları incelemeye değer şekilde yüksek. 2023’de yanı beş yıl sonra 500 milyar dolar yapacağız dediğimiz ihracat Türk Lirası’nın ciddi devalüasyonuna rağmen istenildiği kadar artmıyor.

Bunu sadece ben söylemiyorum. Hemen tüm yazarlar söylüyor. Hem de epeydir söylüyorlar. Ülkenin politikasını yapanlar ve yürütenler de malum nedenlerden bunu alenen söylemeseler bile atılan adımlara bakınca onların da bu durumu gayet iyi gördükleri anlaşılıyor. Söz gelimi “Piyasada para yok abi” sendromu konusunda yetkililer kalkıp da alenen “Tüketici perakendeciye, perakendeci toptancıya, toptancı üreticiye, üretici tedarikçiye ödeme yapmakta zorlanıyor” demiyorlar ama “Piyasada yaşanan durgunluğun aşılması amacıyla ‘finansmana erişimi kolaylaştırmak’ başlığı altında bir dizi önlem aldık” diyorlar. Anlaşılan buradaki “Piyasada yaşanan durgunluktan” kasıt ticaret zincirinin elemanlarının birbirine borçlu kalması hatta para takması.

Yine bir aydın özentisi biri olarak şunu diyebilirim: “Statükoda sorun tanımlanmıştır: Para yok”. Şimdi çare üretelim. O da ancak şu olabilir: “Para yoksa piyasaya para süreriz.” Öyle ya para yoksa para sürersin sorun biter. Böylece bir aydın olarak görevini yapmış olursun. Statükoda bir sorun buldun, ve çözüm geliştirdin. Keşke aydın olmak o kadar kolay olsa.

Bir kere her aydın aynı fikirde değil. Söz gelimi, “Böyle bir sorun yok” diyenler de var “Böyle bir sorun var ama çare piyasaya para sürmek değil” diyenler de. Bir düşünür “Siz iş gösterin ben para bulurum. Para çok. Türkiye hala cazip bir ülke. Körfez ülkelerinde mesela Kuveyt’te çok para var. Sorun proje geliştirmek” diyor. Bir başkası “ Piyasada para yok. Hükümet bazı tedbirler aldı ama bankalar bildiklerini okuyorlar. Zaten şirketler krediyi işini büyütmek için değil, ‘borç ödemek’ için talep ediyor. Piyasada çarklar istendiği gibi döndürülemezse, alınan her yeni kredi borçlar hanesine katılacak ve işler daha da kötüye gidecek” diyor. Yani, sizin anlayacağınız ne sorunda ne çözümde fikir birliği yok.

Fikir birliği olması da gerekmez. Hani şairin dediği gibi “Bârika-i hakikat, müsâdeme- i efk ârdan çıkar1” yani, gerçeğin kıvılcımı, fikirlerin çatışmalarından çıkar. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Şimdi oturur saatlerle tartışırız. Piyasada para sıkıntısı var mı yok mu? diye. Veya alınan ‘finansmana ulaşım tedbirleri yeterli mi? Değil mi?” diye. Çoğu kez gündemdeki tartışma esas tartışılacak şey değildir. İşte semptomları değil sorunu bulmak bu nedenle önemli. Bunu tıp uzmanları gayet iyi bilirler. Kronik baş ağrısını gidermek için önlem almak başka, bunun nedenini bulup tedavi etmek başka. Oturur “Baş ağrısı var mı? Yok mu?” diye tartışır ve sonunda “El-hak vardır” diyerek yoğun bir ‘aspirin’ kürü verirseniz bazen ülsere sebebiyet verir baş ağrısına çözüm getirmek yerine buna bir de mide ağrısı eklersiniz.

Bakın bir iş adamı ne demiş: “Dövizdeki hareket ekonomiyi durdurdu. Hükümet çare olarak kredi limitleri dolmuş işadamlarına ekstra fonlar, kredi destekleri verdi. Finansman Kredi Garanti Fonu’ndan %80 kefaletle kredi alınıyor. Ancak, bu krediler yatırım amaçlı değil. İşletme sermayesi olarak ya da çeki gelmiş, senedi gelmiş, kredi geri ödemesi vadesi var, taahhüdü var, bunları yapmak için.” Yani krediler üretime dönmüyor. Bir diğer iş adamı “Kredi pompalanması, firmaları çıkmaza sokar. Piyasanın şu anda krediden çok teşviklere ihtiyacı var. Çünkü kredi sonuçta borçtur ve geri ödeme başladığında piyasada daha da bir zorluğa yol açar. Siz kredileri ne kadar çok pompalarsanız kişileri daha çok çıkmaza sokarsınız. Yani bir kısır döngüye girer” diyor. Yani başımız ağrıyor ama ilaçtan ülser olacağız diyor. Veriler bazı sinyaller veriyor. 2016 yılında ekonomi %3, krediler %17 büyümüş (Enflasyondan arınmış reel kredi büyümesi %9 dolayında). İSO’nun araştırmasına göre 500 büyük özel sektör kuruluşlarında, borçluluk oranı, öz kaynağın %170’ini, ödenmiş sermeyenin %340’ını aşmış durumda2. Bu tedavi ile baş ağrısı geçmeyeceği gibi ülser tehdidi de artar gibi. Ne diyelim? Yapısal sorunların semptomlarıyla uğraşmaktan sorunlarla uğraşmaya vakit kalmıyor herhalde!

Sağlıcakla kalın.

(1) Genellikle şair Namık Kemal’e ait olduğuna inanılan bir deyiş.

(2) Tevfik Güngör, Olayların İçinden, Dünya, 3 Mart 2017

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019