Sınai Mülkiyet Kanunu üniversitelerde “patent iklimi” oluşturacak

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin ilk Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK), bugüne kadar ayrı ayrı kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) korunan marka, patent, faydalı model, tasarım ve coğrafi işaretleri bir şemsiye altında birleştirdi. 

Avukat Dr. Cahit Suluk, “1879’da Osmanlı döneminde kabul edilen ve dünyanın altıncı patent kanunu olan İhtira Beratı (Patent) Kanunu bir tarafa bırakılırsa, Türkiye’de bugüne kadar hiçbir patent kanunu yasalaşamamıştı. Sadece kanunun kendisi değil, sunduğu arabuluculuk ve uzlaşma çözümlemeleri, Türk Patent bünyesinde Yenilik ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı kurulması ve bir Fikri Mülkiyet Akademisi’nin hayat geçirilecek olması ülkemiz için önemli adımlar” diyor. Avukat Dr. Cahit Suluk’a, Sınai Mülkiyet Kanunu'nun ticari hayata sağlayacağı artıları, markalar açısından getirdiğini değişiklikleri sorduk.

- Yeni “Sınai Mülkiyet Kanunu”nun ticari hayata sağlayacağı artılar neler? Markalar açısından nasıl değişiklikler getirildi?

“Ticaretin önemli ayaklarından biri olan sınai mülkiyet haklarını düzenleyen SMK’nın, önümüzdeki 20-30 yıllık dönemde Türkiye’nin ticaretini derinden etkileme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyoruz.

Yeni düzenlemede markanın tanımında değişikliğe gidildi. Marka tescilinde aranan çizimle görüntülenebilme şartı yerine, marka korumasının açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayacak şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla her tür işaretin marka olabileceği hükme bağlandı. Böylece Türk hukukuna kaynaklık teşkil eden AB marka hukukundaki esnek yaklaşım benimsenerek renk, ses, hologram, pozisyon ve hareket markaları gibi geleneksel olmayan işaretlerin de marka olabileceği benimsendi. Aynı zamanda Türkiye’nin de imza koyduğu, fakat Türkiye bakımından henüz yürürlüğe girmeyen Singapur Anlaşmasıyla da uyum sağlandı. Bildiğiniz gibi markalar, tescil edildiği mal ve hizmetler açısından koruma görüyor. Ülkemizde pek çok kişi ve kurum, kullanmadığı ve hatta hiçbir zaman kullanmayacağı mal ve hizmetlerde marka tescili yapıyor. Bu durum da marka sicilini, adeta marka çöplüğüne dönüştürüyor. Bugün itibariyle toplam marka başvurusu sayısı Türk Patent ve Marka Kurumu’nun yayınladığı verilere göre 1.381.672 iken bunlarından 901.238 adedi tescilli gözüküyor. Yeni çıkan kanun, kullanılmayan gruplardaki markaları temizlemeyi ve yeni markalara yer açmayı da hedefl iyor.”

- Yeni kanun “üniversitelerinizin geliştirdiği tasarımların hak sahibi üniversite kurumlarına ait olacak” diyor. Bu durum akademisyenler açısından olumsuz bir durum yaratmayacak mı? Zaten sayıca düşük olan patent başvuruları iyice düşmez mi?

Tam tersine, Sınai Mülkiyet Kanunu üniversitelerdeki patent potansiyelini harekete geçirecek. Kural olarak işçi buluşlarının sahibi işverendir. Önceki düzenlemede üniversiteler bu kuralın istisnasını oluşturuyordu. Buna göre üniversite öğretim elemanlarınca geliştirilen buluşların sahipleri, bunları geliştiren öğretim elemanlarıydı. Uygulamada öğretim elemanları, geliştirdikleri buluşlara maddi imkansızlık gibi nedenlerle patent başvurusu dahi yapamadıkları için pek çok nitelikli buluş, koruma şemsiyesine bürünemeden oyun dışında kalıyordu.

SMK’ya göre yükseköğretim kurumlarında yapılan bilimsel çalışmalar veya araştırmalar sonucunda bir buluş gerçekleştiğinde, bunların sahibi buluşçular yerine, ilgili yükseköğretim kurumları olacak. SMK’da “yükseköğretim kurumlarında gerçekleştirilen buluşlar” dendiği için öğretim elemanlarının yanında üniversite öğrencileri tarafından geliştirilen buluşlar da aynı hukuki rejime tabi.

TÜBİTAK teşvikleri bazı yükseköğretim kurumlarında kurulan Teknoloji Transferi Ofisleri (TTO) ve yine üniversitelerin kampuslarında kurulan teknoparklar eliyle üniversitelerde geliştirilen bu buluşlar önce patentlenecek, ardından da ticarileştirilecek. Patentli buluşun ticarileştirilmesinden elde edilecek gelirin de en az 1/3’ü buluşu yapanlara verilecek. Bu yeni model sayesinde de yükseköğretim kurumlarında deyim yerindeyse bir patent iklimi oluşturulması hedefleniyor. Patent tescili tamamlanan buluşların ne oranda ticarileştiği yönünde gerek Türkiye’de gerekse dünyada resmi bir veri bulunmuyor. Ancak özellikle Amerika’da yapılan bazı akademik araştırmalarda bu oranın %50’nin oldukça altında olduğunu görüyoruz. Ülkemizde bu rakamın daha da düşük olduğu tahmin ediliyor. Bu bakımdan da getirilen düzenlemenin olumlu etkilerinin olabileceğini düşünüyoruz.

- Özel kurumlarda durum nasıl, orada da çalışanlar buluş üzerinden 1/3 hak iddia edebilecekler mi? 

İşin gereği olarak çalışanlar tarafından geliştirilen buluşların sahibi işverenlerdir. Ancak çalışan makul bir bedelin kendisine ödenmesini işverenden isteyebilir. Bedelin hesabında hizmet buluşunun ekonomik olarak değerlendirilebilirliği, çalışanın işletmedeki görevi ve işletmenin buluşun gerçekleştirilmesindeki payı dikkate alınacaktır.

- Tasarım tarafında da hak sahibi işveren mi?

Aynı durum tasarım tarafında da geçerli. SMK’ya göre çalışanların tasarımları üzerindeki hak sahibi, buluşlarda olduğu gibi yine işveren. Hizmet ilişkisi dışındaki tasarımlar bakımından ise hak sahipliği taraflar arasında akdedilecek sözleşme hükümleriyle belirlenecek. Diğer yandan öğretim elemanlarının bilimsel çalışma veya araştırma sonucunda geliştirdiği tasarımlar, öğrenciler ile bir iş yerinde stajyer olarak çalışanlar hakkında da bu kural uygulanacak. Oysa önceki düzenlemede tasarımın sahibi, tasarımı geliştiren öğretim elemanıydı. Çalışanlara, geliştirdikleri tasarımın önemi dikkate alınarak bir bedel ödenecek. Yükseköğretim kurumunun tasarımı ticari olarak değerlendirmesi halinde elde edilecek gelirin en az ikide biri, tasarımı geliştiren öğretim elemanına verilecek.

İthalatçılar için izin mecburiyeti kalktı

- SMK ile benimsenin “Uluslararası Tükenme İlkesi” ithalatçılar açısından önemli bir gelişme. Bu ilkeyi biraz açabilir misiniz?

Hak sahibi, üzerinde fikri mülkiyet hakkı bulunan ürünleri belli bir bölgeye bir kez satınca, yalnızca somut ürünler ile sınırlı kalması kaydıyla artık sonraki satışlara müdahale edemez. Buna hakkın tükenmesi ilkesi denir. Bu ilke ilk satış doktrini olarak da bilinir. Hakkın, bir ülke içinde tükeneceği herkesçe kabul edilmektedir. Ancak asıl soru şudur: Hak sahibinin izniyle bir ülkede piyasaya sürülen ürünlerin, ithal edilerek başka bir ülkede satışı yapılabilir mi? Bu soruya bağlı olarak üç tür tükenmeden söz ediyoruz: ülkesel, bölgesel ve uluslararası tükenme. SMK ile birlikte Türkiye büyük bir politika değişikliğine giderek, tüm sınai mülkiyet hakları bakımından bugüne kadar uygulanan ülkesel tükenme yerine uluslararası tükenme ilkesini benimsedi.

Buna göre markalı ya da patentli bir ürün, dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sürüldükten sonra artık ilgili marka ya da patent sahibinin iznine ihtiyaç kalmaksızın o ürün Türkiye’ye ithal edilebilecek. Örnek vermek gerekirse, bir iPhone ABD’de 300, ülkemizde 500 dolara satılabiliyor. Bu halde ABD’den ülkemize orijinal iPhone getirilebilmesi için Apple firmasının izni gerekir.

Yine Novartis’e ait X ilacı Almanya’da 100, Afrika’da 5, ülkemizde ise 50 Euro’ya satılabiliyor. Bir girişimcinin Afrika’dan orijinal olan bu ilacı ülkemize 20 euroya getirebilmesi için Novartis’ten izin alması gerekiyordu. Yeni tasarıdaki ‘uluslararası tükenme ilkesi’ ile birlikte artık bu izne ihtiyaç kalmadı. Yani yukarıdaki örneklerde Apple ve Novartis’in izni olmasa bile üçüncü bir kişi, ilgili ürünleri daha ucuz bir fiyata satılan başka bir ülkeden satın alarak ülkemize ithal edebilecek. Böylece çok daha rekabetçi fiyatlarla bu ürünler Türk tüketicisiyle buluşacak. Önemle belirtmek gerekir ki tükenme ilkesi dolaşıma giren bu ürünlerin orijinal olması kaydıyla uygulanır. Taklit ürün ile tescilli haklara tecavüz ayrı yaptırımlara tabidir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar