Soğuk Savaş sonrasının sonrasındayız

Fikret AYDEMİR
Fikret AYDEMİR fikret.aydemir@dunya.com

Türkiye'nin NATO Daimî Temsilcisi olarak göreve başlayan Büyükelçi Levent Gümrükçü, ittifakın son günlerde attığı adımları DÜNYA’ya değerlendirdi.

Türkiye'nin NATO Daimî Temsilcisi olarak göreve başlayan Büyükelçi Levent Gümrükçü, “Bugün 'post post-Cold War' yani 'Soğuk Savaş sonrasının da sonrası' olarak adlandırabileceğimiz bir dönemdeyiz. İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan çok merkezli uluslararası sistemin bizi daha güvenli ve ilkeli bir dünyaya doğru götüreceği yönünde beklentilerin kuvvetlendiği bir ortamdı.

Maalesef geldiğimiz noktada, uluslararası sistemin beklentileri karşılayamadığı, ihtilaf ve çatışma öngörülerinin barış umutlarından daha ağır bastığı, hatta Avrupa’da artık bir daha hiç yaşamayacağımızı düşündüğümüz savaşın Ukrayna’da tüm çirkin yüzüyle tekrar hortladığı bir tabloyla karşı karşıyayız” dedi.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler mezunu Büyükelçi Gümrükçü, Washington, Tahran, Tiflis ve BM gibi birçok önemli yerde çalıştıktan sonra ocak ayında Brüksel’de NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçisi olarak göreve başladı. Brüksel’e gelmeden önce 3 yıl Dışişleri Bakanlığı Amerika Kıtasından Sorumlu İkili Siyasi İşler Genel Müdürü olarak görev yapan Büyükelçi Gümrükçü NATO’nun son günlerde attığı adımları DÜNYA’ya değerlendirdi…

NATO’nun kuruluşunun 74’üncü yılı kutlamalarında, “NATO’ya en fazla katkı sağlayan ülke biziz” demiştiniz. Bu katkıyı biraz açar mısınız? Katkıyı siyasi anlamda mı, ekonomik anlamda mı söylediniz?

Daha çok siyasi anlamda ve en fazla katkı sağlayan ülkelerden biri olarak söyledim. Zira, NATO askeri bir ittifak olmakla birlikte, üyelerinin paylaştığı ortak değerler ve çıkarlar nedeniyle özü itibariyle siyasi bir örgüttür.

Soğuk Savaş sonrası 1990’ların başlarında, “Artık Soğuk Savaş bitti ve NATO’nun kanat ülkesi olmaktan çıkan Türkiye’nin de ittifak için fazla bir önemi kalmadı” diyenler çok olmuştu. Ama çok kısa bir süre sonra bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Çünkü, Sovyetler Birliği ile NATO arasındaki kutuplaşma sona ermiş, ancak Avrupa-Atlantik bölgesinin ve ötesinin güvenlik sorunları bitmemişti.

Aksine, güvenlik daha çetrefil ve çok boyutlu bir nitelik kazanmıştı. Nitekim, Türkiye’nin etrafındaki tüm bölgelerde devletler arası konvansiyonel çatışma ve ihtilaflar devam ederken, bunlara bir de terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, devlet-dışı radikal aktörlerin eylemleri ve artık çok daha geniş bir alana yayılabilen örgütlü suç faaliyetleri de eklenmişti.

Bir başka deyişle, Avrupa’nın güneydoğusunda Sovyetler Birliği’yle sınırdaş bir cephe ülkesi olmaktan çıkıp, Avrasya olarak adlandırılan yeni bir jeo-politik düzlemin tam ortasında birçok yeni sorunla mücadelede kilit rol oynayan bir ülke konumuna gelmiştik. Bugün artık “post post-Cold War” yani “Soğuk Savaş sonrasının da sonrası” olarak adlandırabileceğimiz bir dönemdeyiz.

Soğuk Savaş sonrası dönem, ortaya çıkan yeni güvenlik tehditlerine rağmen, küresel barış umutlarının halen güçlü olduğu, iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan çok merkezli uluslararası sistemin bizi daha güvenli ve ilkeli bir dünyaya doğru götüreceği yönünde beklentilerin kuvvetlendiği bir ortamdı.

Maalesef bugün geldiğimiz noktada, uluslararası sistemin beklentileri karşılayamadığı, ihtilaf ve çatışma öngörülerinin barış umutlarından daha ağır bastığı, hatta Avrupa’da artık bir daha hiç yaşamayacağımızı düşündüğümüz savaşın Ukrayna’da tüm çirkin yüzüyle tekrar hortladığı bir tabloyla karşı karşıyayız

En büyük 2’nci orduya sahibiz

Belki bundan daha önemlisi, en zor şartlarda bile barış için aktif çaba sarf edebilen ve bunun için gerekli imkanlara sahip bir ülke olmamız bize bu dönemde daha da kritik bir rol kazandırmaktadır.

Nitekim, bugün örneğin Ukrayna ile Rusya arasında oynadığımız zaman zaman kolaylaştırıcı zaman zaman arabulucu rolümüzle önemli bir boşluğu doldurmakta ve sadece savaşan tarafların değil tüm dünyanın yararına bazı girişimleri yürütebilmekteyiz.

Şu ana kadar 26 milyon tondan fazla tahılın ihracına imkân veren ve böylece yeni bir küresel gıda krizini engelleyen Karadeniz Tahıl Girişimi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.

En son Finlandiya’nın katılımı ile NATO bir anda 31 müttefik ülkeye çıktı. Genişlemenin maliyeti nedir NATO için?

NATO’nun genişlemesinin maliyeti bakımından ise, bu konuya da öncelikle güvenliğimize sağlayacağı katkı açısından bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede, biz hem Finlandiya hem de İsveç’in NATO üyeliğinin esasen ittifakın güvenliğine katkı yapacağına inanıyoruz ve zaten bu anlayışla geçen yıl Madrid’de iki ülkeyi de üyeliğe davet ettik.

Tabiatıyla bunun için iki ülkenin de yine geçen yıl Madrid’de imzalanan Üçlü Mutabakatın gereğini yerine getirmesi şartı bulunmaktadır. Nitekim, Finlandiya bu koşulu yerine getirerek bu ay başında ittifaka 31. üye olarak katıldı. İsveç’i de, söz konusu mutabakatın gereğini ne zaman yerine getirirse üye olarak aramızda görmekten memnuniyet duyacağız.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, önümüzdeki temmuz ayında İsveç’in NATO üyeliğinin kabul edileceğini beklediğini, umut ettiğini söyledi. Türkiye’nin tutumu nedir bu konuda?

Umut etmek herkesin hakkı tabii ki. Kaldı ki biz de İsveç’in gerekli şartları yerine getirmek suretiyle mümkün olan en kısa zamanda NATO’ya üye olmasından memnuniyet duyarız. Aksi bir durum olsaydı bu ülkeyi geçen yıl üyeliğe davet etmezdik. Ancak, bu noktada herkesin anlaması gereken husus, bunun bizden ziyade, İsveç’in geçen yıl Madrid’de imzaladığı Üçlü Mutabakat'ın gereklerini yerine getirmesine bağlı olduğudur.

Bir başka deyişle, İsveç ne zaman bu mutabakat ile terörle mücadele alanında üstlendiği yükümlülükleri yerine getirirse, biz de Finlandiya için olduğu gibi, İsveç’in de üyelik sürecini en kısa zamanda sonlandırmak için gerekli adımları atar ve TBMM’deki onay sürecini başlatırız. Bu söylediklerim belki çok açık ve benim bunları ayrıca ifade etmeme gerek bile yok. Ama uluslararası basında zaman zaman, sanki bu konuda yapılması gereken her şey yapılmış ve geriye tek Türkiye’nin onay sürecini tamamlaması kalmış gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor.

Bu doğru değil. Nitekim, İsveç’in kendisi dahi Üçlü Mutabakatın gereklerini yerine getirmek için daha atması gereken adımlar olduğunu teslim ediyor. Bu itibarla, konunun doğru anlaşılması ve umut etmenin ötesinde, telkin ve beklentilerin doğru yöne, yani öncelikle İsveç’e iletilmesi önem taşımaktadır. Bu hususları da bu nedenle bir kez daha dile getirmek istedim.

Türkiye ve diğer müttefikler 2022 yılında ne kadar katkı payı yaptı NATO’ya?

Biz NATO bütçesinin yüzde 4.72’sini karşılıyoruz ve bu bizi NATO bütçesine en fazla katkı yapan 8. ülke konumuna getirmektedir. Finlandiya’nın katılmasıyla birlikte katkı payımız yüzde 4.68’e gerilemiş olmakla birlikte, sıralamadaki yerimiz değişmedi.

Birçok açıdan en kuvvetli ülkeyiz

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, müttefiklerden GSYH’nın asgari yüzde 2’sinin savunmaya ayırılmasını talep etti. Türkiye’nin ayırdığı pay yüzde 1.37 yani 11.9 milyar dolar. 2024 yılında bunu yüzde 2’ye çıkartabilecek misiniz?

Esasen ülkelerin savunma harcamalarının GSYH’lerinin yüzde 2’sine çıkartılması hedefi 2014 yılında Galler’de yapılan NATO Zirvesi’nde kabul edilen bir taahhüt.

Bunun için de 10 yıllık bir takvim öngörülmüştü. Türkiye savunma harcamalarını her yıl düzenli olarak artırıyor olmakla birlikte, en başta bizzat bazı müttefiklerimiz tarafından uygulanan savunma ihracat kısıtlamaları nedeniyle henüz bu orana ulaşmamız mümkün olamadı. Ancak, mevcut güvenlik ortamında savunma harcamalarının artırılmasının önemini en iyi anlayan müttefiklerin başında gelen Türkiye, söz konusu kısıtlamaların da kaldırılmasıyla birlikte bu orana en kısa zamanda ulaşma kararlılığını korumaktadır.

Kaldı ki, 2014 yılında kabul edilen taahhüdün son derece önemli bir diğer boyutu, savunma harcamalarının en az yüzde 20’sinin büyük teçhizat alımı ve araştırma-geliştirme programlarına ayrılması koşulu idi. Zira savunmaya harcanan paranın bir anlam ifade edebilmesi ancak gerekli askeri yeteneklerin zamanlı ve etkin şekilde sağlanabilmesi ile mümkün olabilecektir.

Aksi takdirde, paranızı doğru yöne harcamış olmazsınız. İşte Türkiye açısından bu oran geçen yıl itibariyle yüzde 30 düzeyinde gerçekleşmiş olup, geleneksel olarak da hep bu seviyelerde seyretmektedir. Nitekim, bugün savunma harcamalarında belki yüzde 2 oranına ulaşamamış olsa da, kendi ulusal savunma sanayi ürünleri başta olmak üzere yetenekler açısından İttifak içinde en kuvvetli ülkelerden biri hiç kuşkusuz Türkiye'dir.

Savunma harcamaları 1.17 trilyon dolara çıktı

NATO 2022 Yıllık Raporu’na göre, 2021'de 1.15 trilyon dolar olan savunma harcamaları, 2022'de tahmini cari rakamlara göre 1.17 trilyon dolara çıktı. NATO'nun gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYH) en az yüzde 2'sini savunmaya ayırma hedefini geçen yıl 7 üye tutturdu. Bu ülkeler ABD, Yunanistan, Litvanya, Polonya, İngiltere, Estonya ve Letonya oldu. 2022'de Yunanistan GSYH'sinin yüzde 3.54'ü, ABD yüzde 3.46'sı, Litvanya yüzde 2.47'siyle savunma harcaması yaptı. Rapora göre, Türkiye ise GSYH'sinin yüzde 1.37'sinin savunma harcamalarına ayırdı.

NATO Yenilikçilik Fonu

NATO, yükselen ve yeni teknolojiler geliştiren yeni kurulmuş şirketlere yatırım yapmak amacıyla NATO Yenilikçilik Fonu'nu hayata geçirdi. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 22 NATO müttefikinin katılımıyla kurulan NATO Yenilikçilik Fonu, yeni ve yükselen teknolojiler alanında çalışan yeni kurulmuş şirketlerin yanı sıra sivil ve askeri amaçlarla kullanılan teknolojiler geliştiren girişim sermayesi fonlarına 1 milyar euroluk yatırım yapacak. Bu teknolojiler arasında yapay zeka, büyük veri işleme, kuantum teknolojiler, otonomi, biyoteknoloji, yeni materyaller, enerji ve uzay gibi alanlar bulunuyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar