Takıntılar

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Bir yazar ülkenin içinde bulunduğu ‘belirsizlik ve ekonomik sıkıntı’ ortamından bahisle “Demokratik kuruluşlar olmayan işletmeler belirsizlik ortamında çabuk reaksiyon gösterip planlar yapabilir, süratle uygulamaya geçebilir ve olumsuzlukları fırsata çevirebilirler” demiş. Bu tümce bir dostumdan dinlediğim bir anekdotu aklıma getirdi. Tarih hocaları sınıfa dikte ettiriyormuş. “Yazın. Halk ayaklandı. Niki niki diye bağırıyordu” çocuklar çala kalem yazıyorlar. Hoca soruyor “Ne demek ulan niki?” Cevap beklemeden “Yazın” diyor “Zafer demek.” Dikteye devam ettiriyor “Kral korktu. Kaçmak istedi.” Öğrenciler çala kalem not tutmaya devam ediyorlar. Hoca sınıfın sıraları arasında bir aşağı bir yukarı yürüyerek “Kraliçe kralı durdurdu ve kral korkmaz halkının karşısına çıkar dedi” diyor. Çocuklar yazarken bir şaplak sesiyle irkiliyorlar. Heyecana gelen hoca arka sırada oturan birinin ensesi budur bir şaplak patlatıp “Lafa bak lan kelek” diyerek konuyu kapatıyor. Ben de şimdi basından aldığım bir lafı “Bu bilindiğine göre demokratik kuruluşlar olmayan işletmeler için çabuk reaksiyon gösterip planlar yapabilir, süratle uygulamaya geçebilir ve olumsuzlukları fırsata çevirebilirler” cümlesini size aktardım ve kulaklarımda hocanın “Lafa bak lan kelek” sözleri çınladı.

Siz benim takıntılarımdan bıkmış olabilirsiniz. Haklısınız bir sürü takıntım var. Ama bunlardan üç tanesinin özel yeri vardır:

1) Her Allah’ın günü gazetelerde, dergilerde ve TV ekranlarında tanımlanmamış kavramlar kullanarak gürültü kopanlara takmış vaziyetteyim;

2) Kavramları tanımlasa bile bu kavramları kullanarak yapılan analizlerde sonuçları sebepler olarak takdim edenlere de taktım;
ve de

3) Kavramlar tanımlansa bile iş bunların ölçülmesine gelince, “İşte ölçtüm” diyerek tanımla alakasının kurulması nereyse imkânsız, son derecede sığ ‘işlemsel tanımlar’ kullananlara da takmış durumdayım.

Evet tanımlanmamış kavramlar kullanılarak yapılan analizlerden bıktım. Söz gelimi unvanlı biri makalesinde “Global serbest ticaret düzeni bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerin rekabetçi gücünü olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle korumacı ekonomik politikalar ülkemizin 21. yüzyıl global ekonomisine entegrasyonunu kolaylaştıracaktır” derse bundan ne anlarsınız. Ben bir halt anlamam. Bir dostumun tabiriyle “tandır eti gibi, tuttuğun yerden dağılacak yığınla boş laf” olan bu cümlede tam sekiz tane tanımlanmamış kavram var:

1) Serbest ticaret;
2) Ülkenin rekabetçi gücü;
3) Olumsuz etki;
4) İktisatçı;
5) Ekonomik politika;
6) Korumacı ekonomik politika;
7) 21. yüzyıl global ekonomisi;
8) Entegre olmak.

Bunlar tanımlanmadan bu fikir hakkında fikir yürütemezsiniz. Diyeceksiniz ki adam oturup bunları tanımlasa makale bitmez. Bitmesin efendim o da bitirebileceği bir şeye başlasın.
Bir de bir şeyi açıklayacağını ileri sürerek sonuçları sebepler olarak gösterenler var. Bundan da bıktım. Bunlar hem neden bahsettiklerini tanımlamazlar hem de akıllarınca kurnazlık yaparlar. Bir yazar Osmanlı geri kaldı çünkü sermaye birikimi yapamadı diyerek sorunun sebebini bulduğunu ileri sürüyor. Yazar geri kalmak ne demek tanımlasa Osmanlı’nın belki de geri kaldığı için sermaye birikimi yapamadı sorusu aklımıza gelmeyecek ve “Kardeşim sermaye birikimi yapamamak bir sonuçtur sebep değil” diyenlere cevap verebileceğiz. Ne neyin sebebidir bu önce kuramsal analiz sonucu yani aksiyomatik düzeyde kanıtlanmalıdır. Yoksa yeteri kadar istatistiksel analiz! yaparsanız beni Napolyon Bonapart ile ilişkili çıkarabilirsiniz. Fransa’nın şarap tüketimiyle papaz sayısı arasında gayet yüksek bir ilişki katsayısı (korelasyon) vardır. Buradan hareketle papazların bütün gün kafayı çektiğini sanabilirsiniz ama gerçek başkadır. Her iki rakam da nüfus artışına bağlı arttığı için ilişkili gibi görünürler.

Sırf kavramsal tanımların verilmesiyle analiz yapılamıyor. Özellikle akademik çalışmalarda analiz için kavramlara nümerik değerler vererek ‘ölçmek’ gerekiyor. Bunun için işlemsel tanımlar yapılması gerekiyor. Bir kavramı ölçerek sayısal olarak ifade edilebilmesine olanak sağlayacak tanımlara Türkçede İngilizce ‘operational definition’ kelimelerinden tercüme işlemsel tanımlar deniliyor. Geçtiğimiz hafta sizlerle ‘müşteri memnuniyeti’ denilen kavramı tartışmıştım. Bu kavramın bir tanımını bulamamıştık. İşlemsel tanımlar vardı elbet. Hatta neredeyse kavramın her kullanıcısı, hakkında yazan her yazar başka bir işlemsel tanım öneriyordu. Söz gelimi ‘nezaket’ kavramının işlemsel tanımının bir kişinin günde kaç kere “lütfen” ve kaç kere “teşekkür ederim” demesi olduğunu yazanlar var. Öyle midir değil midir bilemem ama biri ‘Hasan nazik biridir” deyince aklımıza gelen şey Hasan’ın günde kaç kere merci! dediği değil herhalde.

Şimdi “Ülkenin içinde bulunduğu ‘belirsizlik ve ekonomik sıkıntı’ ortamında demokratik kuruluşlar olmayan işletmeler çabuk reaksiyon gösterip planlar yapabilir, süratle uygulamaya geçebilir ve olumsuzlukları fırsata çevirebilirler” tümcesindeki kavramlara bir değinelim. Önce belirsizlik ve ekonomik sıkıntı kavramları. Bermutat yazar bir tanım vermiyor. O nedenle ne demek istediğini tahmin zorunda kalıyoruz. Belirsizlik öngörülemeyen aşağı yukarı dalgalanmalar demektir. Ben böyle bir durumda olduğumuza emin değilim. Söz gelimi Merkez Bankası’nın yaptığı anket katılımcıları da benimle aynı fikirdeler. Hatta rakamlar bile verilmiş. Verilere göre 12 ay sonrası TÜFE beklentisi, bir önceki anket dönemine göre artarak %15.24'den %15.38'e, 24 ay sonrası içinse %11.80'den %12.06'e çıkmış. Katılımcıların yıl sonu dolar/TL beklentisi 6,06'den 6.20'a yükselmiş. 12 ay sonrası dolar/TL beklentisi de yükselerek 6.2996'dan 6.4287'ye çıkmış. GSYH 2019 yılı büyüme beklentisi, azalarak yüzde 1.2'den yüzde 0.6'ya gerilemiş. Rakamlar ne kadar doğru çıkacak bilemem. Doların yıl sonu 7.5 olacağını söyleyen yazarlarda var. Önemli değil önemli olan ortada bir belirsizlik falan yok. Ankete katılanlar ekonomik durumun önümüzdeki sürede iyiye değil kötüye gideceğini bekliyorlar.
İkinci kavram ‘demokratik kuruluş’ kavramı. Demokratik kuruluş derken yazar herhalde kararların oy çokluğu ile alındığı bir düzeni düşünüyor. Doğrudur. İster aile şirketi, ister tek sahip-işletmeci şirketi olsun, işletmelerde kararlar nadiren oy çokluğu ile verilir. Bazı işletmelerde konsensüs için tartışmalar yapılabilir, patronlar ‘yetki devri’ adı altında yetkilerini başkalarına devredebilirler ama sonuçta kararlar bir kişi tarafından verilir.
Gelgelelim bu ne demokrasinin tanımıdır ne de işletmeler demokratik örgütler değildir lafını doğrular. Demokrasi kavramı siyasetten alınmıştır. Kısacası demokrasi, düzeni kimin yürüteceğine nasıl verileceğinin tanımlarından biridir. Düzenin ne olacağını tanımlamak başkadır, düzeni kimin yürüteceğine karar vermek başkadır. Bu ikisini karıştıranlar ciddi bedeller öderler. Söz gelimi ülkemizde son döneme kadar ‘cumhuriyet düzeninin’ yönetimi seçimle gelen bir parlamento çatısı altında kurulan bir ‘hükümet’ tarafından yürütülürken yapılan bir değişiklikle ‘cumhuriyet düzeninin’ yönetimi yine seçimle gelen bir başkana verilmiştir. Yani cumhuriyet düzenini kimin yürüteceği kararının veriliş biçimi değişmiştir. Yoksa bu bir düzen değişikliği kararı değildir.

Ülkeler gibi işletmelerin de zaman içinde gelişmiş düzenleri vardır. Düzeni olmayan bir işletme olamaz. Başka bir deyişle “İşletmelerde ‘düzeni’ kimin yürüteceğinin kararı demokratik değildir” demek doğrudur ama bu işletmelerin kaynak planlaması, tedarik ve tahsisi ve denetimi konularında, yani düzenlerinde ‘bir liderin’ direktifleriyle köklü değişiklikler yapması sanıldığı kadar kolay değildir. Azıcık işletme deneyimi olanlar bilir. İşletmelerde düzen değişiklikleri pahalı, zor ve başlangıçta istenenle sonuçta elde edilenlerin ille de uyuşmadığı süreçlerdir. Bu nedenlerle demokratik kuruluşlar olmayan işletmeler için çabuk reaksiyon gösterip planlar yapabilirler sözü karar vericilere yanlış bir mesaj veriyor. Diğer taraftan yazarın ileri sürdüğü ‘demokratik olmayan’ kuruluşların değişimlere daha çabuk tepki göstererek hareket edebilecekleri tezini de desteklemek zor. Ne kavramsal ne de pratik düzeyde bu konuda bir delil yoktur. Buradaki sebep sonuç ilişkisine de takmış vaziyetteyim. Sizin anlayacağınız işletmeleri yönetenlerin “Demokrasi gerekmez. Siz yaparsınız” şeklindeki cesaretlendirmelere ihtiyaçları yok. Ne neyin yapılacağına ne de nasıl yapılacağına doğru karar vermesi o kadar kolaydır. Kısacası huysuzluğumun kan şekerimin yüksekliğinden başka haklı nedenleri de var.

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019