Teşvikli büyüme potansiyeli bozar mı?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yılın üçüncü çeyreğindeki yüzde 11.1’lik rekor büyüme, farketmişsinizdir, toplumda normalde olması gerektiği kadar yankı yaratmadı. Üstelik bu, bir önceki yılın üçüncü çeyrek performansı darbe girişimi nedeniyle ekonomik küçülme olarak gerçekleştiğinden oluşan baz etkisi ve bu yıl sağlanan olağan dışı vergi teşvikleri ve kredi desteği ile yaratılan büyük canlılık bilindiği için, fazla şaşırtıcı da bulunmadı. Son yazımda bizim büyüme hikayelerimizin kalıcı ve istikrarlı bir trend izlememesinin reaktif ve geçici politikaları tercih etmemizden kaynaklandığını, büyüme modelini değiştirmez ve ekonominin temel zaaflarını düzeltmeye odaklanmazsak kısa vadede konjonktür dengelerini sağlama becerimizin de giderek kısıtlanacağını, çünkü para ve maliye politikalarında manevra alanımızın daralacağını, böylece bir kısır döngüye mahkum kalacağımızı belirtmiştik. Konu o kadar önemli ki, yeni bir yılın eşiğinde ve geleceğe yönelik güvenin zayıfladığı endekslerden belli iken, daha önce değinmediğim farklı boyutlarını da irdelemekte yarar var. Üstelik sadece Türkiye açısından değil dünyanın gidişatı açısından da 2017 ‘yi pek iyimser bir ruh hali içinde sonlandırmadığımız da açık. Ancak durum, çözümlenmemiş sorunlarımızın fazlalığı ve esnekliği azalmış sosyal ve ekonomik yapımız dolayısıyla bizim için daha hassas ve kaygı verici.

Göstergeler artsa da kalitesi düşüyor

En son söyleyeceğimi başta söyleyeyim, genelde kaygı verici olanı şöyle özetlemek mümkün:
Ekonominin gücü, direnci ve potansiyeli konusunda belirleyici göstergelerin pek çoğunda, rakamsal düzeyin olmasa bile kalitenin sürekli düşüş trendinde olduğunu gözlüyoruz. Büyümede olduğu gibi cari açığın finansmanında, dış ticaret dengesinde, genç ve nitelikli işgücü istihdamında, bilimsel ve teknik eğitimde hep aynı trend söz konusu.
Üçüncü çeyrekteki büyüme rekorunun da, hem yeni milli gelir hesaplama yönteminin akademisyen ve uzman çevreler nezdinde doğurduğu soru işaretleri, hem de sözü edilen büyümenin inşaat dışındaki alanlarda sözgelişi perakende ticarette fiiliyatta yaşanan sıkıntılarla çelişik görünmesi nedeniyle yeterince motive edici olmadığı anlaşılıyor. Ayrıca baz etkisi ve olağan dışı teşvikler sürekli olamayacağı için önümüzdeki dönem büyümeyi besleyecek kanallar konusunda tereddütler var. Hem bankaların yeni krediler için kaynaklarının daralması, hem de iç tüketimin ve hane halkı borcunun doyma noktasına gelmesi dolayısıyla mevcut model ile gidebileceğimiz yol kısalıyor. Kur riski ve azalan öngörülebilirlik yatırım hevesini kısıtlıyor. Artmakta olan bütçe açığı nedeniyle kamu kesimi katkısı da sorunlu. En önemlisi de büyümenin verimlilik / üretkenlik artışı ile bir ilgisi olmadığı ve talebin yükselmesinden kaynaklandığı için şimdiden yüzde 13’e (hatta üretici endeksinde yüzde 17’ye) ulaşmış enflasyon ile bağlantılı doğal bir sınırı var.

Gerçi açıklanan büyüme rakamları yüzde 12.4 artarak büyümeye 3.6 puan katkı yapan yatırımlar ve bunların içinde de yüzde 15.3 gibi makina-teçhizat yatırımları gibi umut veren veriler de içeriyor. Özellikle geçen yılın son ve bu yılın ilk iki çeyreğinde küçülen makina -teçhizat yatırımlarındaki düzelme sevindirici.Bunun ne kadarının özel kesimde olduğu belli olmasa da en önemli ihracat pazarımız olan AB ekonomilerinin toparlanması ve istikrarlı büyümeye kavuşmasının bir ivme yarattığı belli. Bu süreçte KGF destekli krediler ve vergi teşvikli iç tüketim ile birlikte bu faktörün sanayi üretimini hareketlendirdiği anlaşılıyor. Yine de büyümeye en fazla katkıyı 7 puan ile hana halkı tüketimi ve 4.2 puan ile hizmetler kesiminin verdiğini, sanayi katkısının 2.6 puan olduğunu not edelim. Son yılların en fazla özendirilen sektörü olan inşaat’ın büyümeye katkısı ise 1.4 puan. Ayrıca verilere bir önceki yıl ile değil bir önceki çeyrek ile karşılaştırmalı olarak bakıldığında takvim ve mevsim etkilerinden arıtılmış büyümenin yüzde 1.2 olduğunu, bu bağlamda sanayi ve ihracatta artış ivmesinin düşmekte olduğunu hatırda tutmak gerek. Öte yandan işsizliğin geçen yılın yüzde 10.6 olan düzeyinden bu yıl yüzde 11.5’a yükseldiğini, istihdam oranında sağlanan yüzde 2.5’lik artışın ise büyümenin epey gerisinde kaldığını, bunun da büyümenin talep çekişli ve istihdam etkisi sınırlı niteliğini gösterdiğini söyleyebiliriz.

Cari açık ve dış ticarette yapısal sınır

Ülkenin bir numaralı kırılganlık göstergesi olan cari açık ve dış finansman açısından durumu ise hassasiyetini koruyor. Yıl sonu itibariyle 40 milyar doları aşacağı ve milli gelir’in yüzde 5’i civarında kemikleşeceği anlaşılan cari açığı daha fazla arttırmamız tehlikeli. Kredi notlarımızın tümünün yakın geçmişte yatırım düzeyinin altına çekilmesi, üstelik görünümün de yakın gelecekte bir not yükseltiminin muhtemel olmadığına işaret olarak negatif tutulması ülke riski açısından zorlayamayacağımız bir sınırı temsil ediyor. Oysa mevcut üretim şablonumuz, yapısal olarak ithalata ve dış borçlanmaya bağımlı. Üstelik cari açığın finansman kalitesi giderek bozulmakta.

2016 ilk üç çeyreğinde dış finansmanın içinde doğrudan yatırımların payı yüzde 33’ten yüzde 21’e
kredilerin payı yüzde 41’den 15’e düşerken, portföy yatırımlarının yani sıcak paranın payı yüzde 22’den
yüzde 68’ e çıkmış. Yani küresel finans sistemi bizi artık günlük olarak geri çekebileceği fonlarla finanse etmeye karar vermiş. Zaten bankalarımızın da döviz pozisyonlarını azaltma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu durumda iç kredi kapasitesinin de daralması, büyümeye buradan gelecek desteğin azalması kaçınılmaz. Dış ticarette de benzer bir yapısal sıkıntı ile karşı karşıyayız. Dış ticaret açığı geçen yıla göre yüzde 29 artmış, 73 milyar dolara ulaşmış durumda. İhracat, ithalatın sadece yüzde 68’ini karşılıyor. Bu nedenle büyümeye yaptığı ve yapacağı katkı fazla değil.

Aslında sürekli referans yapılmakta olan yüzde 5 büyüme potansiyelinin de geçerliliği ve değişme ihtimali sorgulanabilir. Yeni milli gelir hesaplama yöntemiyle hem 2009 öncesi dönemlerle, hem de sektörel verilerle bağlantı imkanı kalmadığından, uzun dönem verilerinden çıkarsanan potansiyel büyüme oranını bilmek de zorlaştı. Üretimin teknolojik düzeyini ve inşaat-hizmet ağırlıklı sektörel dağılımını dikkate alınca bu potansiyel oran düşmüş de olabilir. Yani geçici tedbirlerle kamçılanan büyüme, uzun dönemli potansiyeli belirleyecek dinamikleri bozucu etki de yapabilir.Esas korkacağımız da odur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019