Vitoria ve biz: İnsanlar, insan bile olamayanlar ve Kızılderililer

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Samuel Johnson Salamanca Üniversitesi'ni sevdiğini söylüyor. Olay şudur. 1548 yılında, Teoloji Fakültesi’nin başında yıllarca kalan Francisco Vitoria’nın ölümünden iki yıl sonra, yine Salamanca Üniversitesi teoloji bölümünden iki başka meşhur ilahiyatçı, Melchor Cano ve Bartolomé de Carranza, Carlos V’in curia regis’inden bir mektup aldılar. İlahiyatçıların yanında görüşü sorulan bir hukukçu da vardı: Diego de Covarrubias. İspanya, daha 1493’te iki papalık bildirgesiyle Amerikalar üzerinde yetkilendirildiği, hatta belki de bu topraklar İspanya’ya mülkiyetiyle bırakıldığı halde, kraliyet yaptıklarının hukuki meşruiyetinden emin olamamıştı. Juan Ginés de Sepúlveda’nın Kızılderilileri Aristo’ya dayanarak “doğal köle” ilan ettiği metin söz konusuydu: The Second Democrates; Or, The Just Causes of the War against the Indians –Democrates Alter. Dolaylı yoldan sorulan soru şuydu: Amerikaların fethi ve Kızılderililere yapılanlar hukuka uygun muydu? Salamanca Üniversitesi “hayır” cevabını verdi.

Buradan 16. yüzyıl İspanya’sında gerçek bir universitas bulunduğunu ve Katolik ilahiyatçı-hukukçularının vicdanlı ve çaplı entelektüeller olduklarını anlıyoruz. Acınacak yalaka sokak serserilerine akademisyen unvanı vermeyecek kadar büyük bir devlet olan İspanya, universitas ne demek, Friedrich Barbarossa’dan gelen privilegium scholasticum ne demek biliyordu. Universitas birden fazla anlama gelebiliyor; bir önceki cümlede üniversite ve fazla sevmediğimiz terimle “sivil toplum” anlamında kullanıyoruz. Francisco Vitoria’nın 1524 yılından 1546’da ölümüne kadar 21 sene boyunca Salamanca Üniversite’sinde itibarlı Teoloji Fakültesi’nin başkanı olduğunu anımsayabiliriz.

“İkinci skolastik”: 16. Yüzyıl İspanyol ilahiyatçılarının ve hukukçularının başlattığı siyasal teoloji akımına verilen isim buydu. “İkinci skolastik” (Segunda Escolástica) genel olarak Tommaso d’Aquino’nun 15. ve 16. yüzyıllardaki yeni yorumlarına verilen isimdir. Bu yapılırken Aristo da yeniden değerlendirilmiştir. Francisco de Vitoria, Francisco Suárez, Domingo de Soto, Melchor Cano, Juan Ginés de Sepúlveda, Juan Luis Vives, Luis de Molina, Fernando Vázquez de Menchaca, Gabriel Vázquez, Cajétan (Tommaso de Vio), Ferrariensis (Francesco Silvestri) gibi isimleri içerdiği düşünülüyor: Dopp (1947: 386-387). Maurice de Wulf, Raoul de Scoraille’ın Vitoria ve Suárez üzerine kitabını değerlendirdiği kısa notunda Scoraille’ın Suárez için “eski skolastiğin en zengin emanetçisi”, “skolastiklerin en skolastiği” ifadelerini kullandığını yazıyor: Wulf (1914: 92).

Elbette bunu “eski skolastiği” basitleştirerek ve geliştirerek yapabilmişti. 16. Yüzyıl ortasında skolastik düşünce Avrupa’nın her yerinde sonuna yaklaşırken İspanya’da en parlak ürünlerini yeni veriyordu. Vitoria, Las Casas ve Suárez ülkemizde siyasal bilimlerde fazla popüler olmayan ve derslerde çok okutulmayan yazarlar. Suárez uluslararası ilişkiler kuramının tarihinde kendisine yer bulabiliyor. Vitoria ve Las Casas o kadar şanslı olmayabilir. Oysaki görmezden gelinecek yazarlar değiller ve hatta en azından Kızılderililer konusunda yazdıklarıyla, öne çıkarılmaları gerekiyor. 16. yüzyılda İspanyollar ve Portekizliler Latin Amerika’yı tümden kolonileştirdiler. Christopher Columbus –İtalyan idi; gerçek adı Cristoforo Colombo- 1492’de Niña, Pinta ve Santa Maria ile Palos de la Frontera limanından ayrıldığında Hindistan’a gideceğini sanıyordu. Gerçek çok farklı oldu. Karşılarında Orta Amerika’dan Güney Amerika’nın kuzeyine yayılan Aztek, Maya ve İnka kadim uygarlıklarını buldular ve bu uygarlıkları yok ettiler.

Kızılderililerle karşılaşmaları Canon Law eğitiminden geçmiş bazı Katolik entelektüeller için soru işaretleri doğurdu. Vitoria, Las Casas ve Suárez için papanın dünyevi ve ilahi güçleri, imparatorun yetkileri, tiranlığa karşı direnme hakkı gibi konular önemliydi. Orta Çağ’dan devrolan temaları tartışırlarken bile akıllarında yeni bir sorun olan Kızılderililer vardı. Kızılderililerin statüsü ne olmalıydı? İspanyol conquistadores feci bir barbarlıkla davranıyordu. Bu gaddarlık Katolik teolojisi ve Canon Law tarafından haklı gösterilebilir miydi? 16. yüzyıl İspanya’sında sadece önemli bir siyasal düşünce okulu bulmakla kalmıyoruz; aynı zamanda 150-200 yıl sonra ABD’nin kuruluşundan iç savaşa giden dönemde tartışılan kölelik ve zencilerle ilgili tartışmanın kökleri doğal haklar ve doğal hukuka bitişik gelişen Katolik ilk sürümünü görüyoruz. 16. Yüzyıl İspanya’sındaki Kızılderili hakları tartışması 18. ve 19. yüzyılların Amerika’sındaki zenci kölelerin hakları tartışmasının tarihsel öncülü ve simetriğidir. Ancak İspanya Amerika’sına köle olarak götürülmeye derhal başlanmış olan zencilerin haklarının savunulmasını içermemiş, 16. yüzyıl tartışması Kızılderili haklarının savunulmasıyla sınırlı kalmıştır.

Vitoria Kızılderililerin topraklarının Hristiyan bir kral tarafından ellerinden alınmayacağını söylemişti ki tek tek Hristiyanların tek tek Kızılderililerden topraklarını alamayacakları sonucu zaten otomatik olarak bu tezi takip ediyordu. Bu önemli bir ilk tezdir. Vitoria bu sonuca nasıl ulaşmıştı? Adım adım ilerleyelim. Amerikalı Kızılderililer Üzerine adlı çalışmasında Vitoria ius gentium –bugünkü uluslararası hukuk ama insanlar arası hukuk veya barbar kavimlerin iç hukuku da olabiliyor- tarafından sadece ius praedicandi tanındığını yazıyor: Yalnızca dinlerini müdahale edilmeksizin açıklama ve yayma hakkı. Ayrıca “haklı savaş” –just war- doktrini İspanyollara masumları zorbalığa karşı koruma hakkı veriyordu. Mülkiyetle ilgili sadece şu olabilirdi: “Haklı savaş” bir kez ilan edilince savaş hukuku –ius ad bellum- kazanan ve elbette “haklı” taraf olan Hristiyanlara yenilenlerin mallarına el koyma ve onları köle yapma hakkını veriyordu. Ancak öncesinde ius in bello geçerli olmalıydı; yani “haklı savaşı” başlatmak için haklı bir neden gerekliydi. Kızılderililer Hristiyanların dinlerini yaymalarına engel olmamış ve onlara zarar vermemiş iseler, ortada hak kalmıyordu. Kızılderililer İspanyollara zarar verdiyse bile –örneğin ticaret yapmalarına engel olmak, mallarını yakmak, bazı yerelliklerde çatışma çıkarmak- İspanya Kralı Amerikalar'da sadece dominium iurisdictionis iddia edebilirdi. Yani fethedilen yenidünyada geçerli hukuk Canon Law veya ius commune olacaktı. Bu durumda ius gentium gereği İspanyol hukuku geçerli oluyordu. Esasen Papa İspanya kralına bu hakkı tanımıştı. Ancak Kızılderililerin mallarına ve topraklarına yine de el konulamazdı ve köle yapılamazlardı.

Vitoria’nın sadece bir doğal haklar kuramcısı olduğu ve bunu yaparak kendisini Dominiken tarikatının büyük ismi Tommaso d’Aquino’nun sürdürücüsü olarak gördüğünü söylemek yetersiz kalır. Vitoria daha orijinal bir doktrinin yaratıcısıydı ki bu doktrin de tümden yeni değildi; başlangıcı Ockham’da vardı. Ancak Vitoria’nın özelliği dayandığı kanıtları ve yazarları “orijinal niyetlerinin” dışındaki konulara taşımak ve uygulamaktı. Daha da ötesinde Vitoria bir totus orbis kavramına ulaşmıştı ki bunun da nüveleri Dante’de olmakla beraber, Vitoria çok daha ileriye götürmüştü. Totus Orbis evrensel bir civitas idi –commonwealth. Vitoria’dan 400 yıl sonra –hele Las Casas’dan- bu kadar geri bir zihniyet dünyasında yaşamak ayıptır. Ama ah ya, elbette… Elbette çıkarlar ve gerçeklerle Madrid ve Salamanca üniversitelerinde tartışılanlar bir kez daha ayrı düşecekti.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019