Yapısallara erken dönüş sinyali mi?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Ülkenin büyüme-enflasyon sarkacındaki salınımını endişeli gözlerle izlerken oyunun zeminini değiştirebilecek bir hamle oldu erken seçim kararı. Bazıları yorulan motora verilecek son bir gaz ile likiditenin azdırılması, böylece enflasyon ve kur artışı trendinin temelindeki dengesizliğin büyümesi, bu yüzden 2018 performansı ile ilgili hedeflerin yitirilmesi tehlikesine dikkat çekiyor.

Ancak bardağın dolu tarafına bakılırsa göze çarpacak olumlu sonuçlar da söz konusu. Öncelikle ekonomide giderek kaçınılmaz hale gelmekte olan zor kararların üzerindeki siyasi baskı ve seçim kaygısı sona erecek. Yani artık sınırlarına gelmiş olan para politikası ile sürdürülmesi güçleşen mevcut dengelerin bizi elimizde kalan tek çıpadan, yani mali disiplinden de koparmasının önü alınabilecek. Ayrıca uzun sürecek siyasi gerginlik nedeniyle yoğunlaşan ve muhtemelen seçim taktiği olarak da kullanılan kutuplaşma eğiliminin de zayıflayacak olması toplumsal huzura katkı yapabilir. Bu iki gelişme de yatırımcı algısını ve güven ortamını pekiştirici, dolayısıyla yatırım iklimini iyileştirici özellik taşır. Sonuç olarak bu kadar hassas bir küresel ve bölgesel konjonktürde bir buçuk yıllık bir belirsizliktense harareti biraz daha yüksek olsa da iki aylık bir belirsizliği yeğ tutmak rasyonel görünüyor.

Dengeler teşvikle sağlanmıyor

Dengelerdeki hassasiyetin sadece uzmanlar değil kamu yönetimi de farkında. Geçen hafta TBMM’de bilgilendirici bir konuşma yapan Merkez Bankası Başkanı, enflasyondaki yükseliş trendinin para politikası önlemleriyle değil, ancak yapısal önlemlerle aşılabileceğini, çünkü katı ve kalıcı özellikleriyle enflasyonun yapısal nitelik kazandığını vurguladı. Bu çerçevede gıda ve ithal fiyatları, kiralar ve ücretler, dolarizasyon, rekabet ve verimlilik üzerinde çalışılması gerektiğini de ekledi. Yatırım yapması beklenen özel sektörün dış borçlarının sadece son bir yılda 29 milyar dolar artarak 246 milyar dolara ulaştığı, üstelik bunun içindeki kısa vadeli borç payının yükselmekte olduğu, artış trendindeki kurların pozisyon açıklarını artırıp bilançoları ciddi ölçüde bozduğu da malum. Kamunun toplam 232 milyar dolar düzeyindeki borç stokunun 90 milyar doları da döviz cinsinden. Geçen yıl açık ile sonuçlanan bütçe dengesi ise bu yılın ilk çeyreğinde daha da bozuldu ve açık büyüdü. Gelir artışı potansiyeli, yapılandırma ile gelebilecek bir defalık kaynak dışında görünmezken harcamalarda başta SGK açığı ve savunma harcamaları olmak üzere tırmanış var. Mevcut ve tasarlanan altyapı projelerinin kamu bütçesine getireceği yük de cabası. Dış ticaret dengesi ve cari dengedeki açığın kalıcı ve yapısal özellik kazandığını ise çok yazdık; bunun finansmanının ise bırakın doğrudan yatırımları kredi kanalıyla da değil sıcak para şeklindeki portföy yatırımları ile sağlanabilmesi, TL’yi cari açığı olan ekonomiler arasında en fazla değer yitiren para yapmış durumda. Öyle ki dolar, dünyada değer yitirirken TL karşısında değer kazanıyor. Bu trendin tersine çevrilmesi, ancak arka plandaki dengesizliklerin düzeltilmesi ile mümkün olacak.

Bizim yatırım ortamı deyince genellikle aklımıza gelen tek şey olan teşvik düzenlemelerinin bu kadar sık yenilenmek zorunda kalınması da, tıpkı vergi yapılandırmalarının neredeyse rutin aralıklarla tekrarlanması gibi, sistemin temel arızalarının yapısal karakterde olduğunun göstergesi. Daha önceki hepsi de cömert olan stratejik, öncelikli, bölgesel teşviklerin gerçekleştirilmesine yetmediği, üstelik 135 milyar TL'lik paketin ağırlıklı bölümünde yüksek teknoloji de bulunmayan bu yatırımların iki katı tutarında, üstelik yatırım bitmeden diğer faaliyetlerden doğacak vergilere mahsup suretiyle yararlanılabilecek kurumlar vergisi indirimi, yatırım yeri hibesi, faiz ve enerji desteği, nitelikli istihdama ücret katkısı,gelir vergisi stopajı ve SGK primi işveren payının devletçe üstlenilmesi gibi yatırımcıya maliyeti sıfırlanmış bir şekilde sunulması, yatırım ortamının yetersizliğini açık bir şekilde yansıtıyor. Hep söylüyoruz, öngörülebilir, güvenli ve istikrarlı bir ortam sağlamadığınız zaman yatırımcıya inanılmaz ölçüde yüksek getiri vadetmek zorunda kalıyorsunuz. İşin kötüsü kısa vadede onca risk birikmişken, yıllarca sürecek ve sonucu ileride alınacak yatırımlar için ne kadar yüksek teşvik verilirse verilsin, piyasalar üzerinde bu riskleri telafi edici bir etkisi olmuyor.

Bütçe ve bankacılık ayağı

Yatırımların ve dolayısıyla büyümenin önündeki bir başka engel de bankacılık kesimindeki sıkışma sinyalleri. Bankalarımız bir yandan reel kesimin taşıdığı kur riskini aracılık pozisyonu dolayısıyla bilanço riski olarak paylaşma, öte yandan yüzde 150’ye yaklaşan kredi mevduat oranıyla yeni kredilerde seçici ve temkinli olma durumunda. Yurt dışındaki varlıklarını azaltma eğilimi de bunun bir göstergesi. Bankacılık sisteminin sağlığı ile birlikte 2001 sonrası başarılı performansın temel iki ayağından biri olan bütçe politikasında ise bize bir manevra alanı sağlayan doğal bir hedging imkanına sahibiz: ithalatta ve döviz kurlarında oluşacak artışlar dolaylı vergi tahsilatında otomatik artışa yol açıyor. Ne var ki bütçe açığındaki artış, bu doğal dengelemenin de zorlanmakta olduğunu gösteriyor.

İmalat sanayiinin payının on yılda %10 küçüldüğü bir ekonomik yapı ve katma değeri düşük taşeron üretim şablonuyla yola devam mümkün görünmüyor. Dileğimiz erken seçimin, politikacılara daha kararlı bir ekonomik program kurgulama cesareti kazandırmasıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019