25 milyon seyirci toplayan Türk filmi hangisi?

Hakan SONOK

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Türkan Şoray’ın yönettiği ve Türkiye sinemalarında 27 Kasım 2015’te gösterilmeye başlanan “Uzaklarda Arama” Şubat 2016’da Turkcell TV abonelerine sunulacak…”Uzaklarda Arama” 87 bin seyirciyle sinema gösterimini tamamladı…

Antrakt Sinema Gazetesi’nden (http://www.antraktsinema.com) Deniz Yavuz’un arşivinden bazı Türkan Şoray’lı filmlerin Türkiye sinemalarındaki seyirci sayılarını da edindim…

Deniz Yavuz’un verdiği rakamlara göre, ”Gönderilmemiş Mektuplar” (2003) 371 bin 641, “Hayatımın Kadınısın” (2006) 151 bin 561, “Nihavend Mucize” (1997) 79 bin 883 , “Hicran Sokağı” (2007) 17 bin 161 seyirciye ulaşmış…

“Türk sinemasının sultanı”nın efsaneleşmiş filmlerinin ne yazık ki hiçbirinin seyirci rakamları zamanında tutulmadığından bilinmiyor!

Ancak 1991’de tarihe karışan Sovyetler Birliği’nin İstatistik Kurumu’ndan edindiğim yeni bilgiler Türk sinema tarihinin bilinen en yüksek seyirci rakamını bu yazıda duyurmamı sağladı…Türkiye’de fırsat eşitliği, sosyal adalet sağlanmasını  arzu etmesinin ödülü olarak yaklaşık onüç buçuk yılını çeşitli cezaevlerinde geçiren Nazım Hikmet’ten (1902-1963) uyarlanan bir filmdi bu…

Alman yazar Dietrich Gronau (1943 doğumlu) “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” adlı kitabının 248. sayfasında Nazım Hikmet’ten şöyle söz eder: ”Nazım Hikmet Dolmabahçe Sarayındaki Atatürk’ün sofrasına gece yarısı davetini  o sıralarda ünlü olan gece kulübü şarkıcısı Nixe Eftalia (Deniz Kızı Eftalya; 1891-1939) olmadığı gerekçesiyle geri çevirmişti…”

Lord Kinross’un (1904-1976) “Atatürk ; Bir Milletin Yeniden Doğuşu”nun 707. sayfasında Nazım Hikmet’ten şöyle bahsedilir: “Atatürk şairlere karşı saygı duyardı.Öyle ki bir gün Nazım Hikmet’in kendisinden bir şiirini okuması istenince “Ben kabare şarkıcısı değilim” diye horozlanıp masadan / sofradan kalkması bile bu saygıyı zedelemedi. Atatürk kızmadı; sadece üzüldü…Çünkü Nazım Hikmet ile eserleri, sanatı üzerine konuşmayı çok arzulamıştı…”

Nazım Hikmet, Haziran-Ekim 1948 arasında Bursa Cezaevi’nde “Ferhad ile Şirin” adlı tiyatro oyununu yazmıştı…”Ferhad ile Şirin” ilk kez Ekim 1953’te “Legend of Love-Bir Aşk Masalı” adıyla Moskova Dram Tiyatrosu’nda sahnelendi…Mart 1953’te Sovyetler Birliği’nin,Adolf Hitler’i yenen, diktatörü Stalin ölmüştü…23 Mart 1961 Perşembe günü dünyanın en ünlü baleti Rudolf Nureyev’in de (1938-1993 ; Nureyev 16 Haziran 1961 Cuma günü Paris’te Fransa’dan sığınma hakkı isteyecekti) kadrosunda yer aldığı Saint Petersburg’daki Kirov Balesinde bale olarak sahnelenen Nazım Hikmet’in “Legend of Love-Bir Aşk Masalı”nın müziğini Arif Melikov/f (1933 doğumlu) besteledi ve koreografisiniyse Yury/i Nikolayevich Grigorovich (1927 doğumlu) üstlendi…Nazım Hikmet'in en çok beğenilen oyunlarından biri olan “Ferhad ile Şirin” Türkiye’de ilk defa De Yayınevi tarafından 1965 yılında yayımlanmıştı…

Nazım Hikmet’in titatro oyunu ”Ferhad ile Şirin / Legend of Love- Bir Aşk Masalı” Tuğra Film ile Mos Film tarafından Türkiye-Sovyetler Birliği ortak yapımı olarak beyazperdeye uyarlandı…Yönetmen ve senaryo yazarı Azhdar Ibragimov / Ejder İbrahimof’tu (1919-1993)…Arif Melikov/f’un müziği de filmde kullanılır...Türkiye tarafında yapımcı koltuğunda Sabah Duru ve Yılmaz Duru çifti vardır…

Ferhad rolünde Faruk Peker, Şirin rolünde Alla Sigalova, Mehmene Banu rolünde Türkan Şoray vardır…Baş rol oyuncuları arasında filmin yapımcılarından biri olan Yılmaz Duru’da bulunmaktadır…

“Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin” Rus ordusunun 130 bin askerle Afganistan’ı işgal etmesinden (24 Aralık 1979) bir ay önce gösterilmeye başlandığı Kasım 1979’da Sovyetler Birliği sinemalarında büyük bir seyirci ilgisi toplar ve kısa zamanda 25 milyon 400 bin seyirciye ulaşır…

“Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin”, Ocak 1976’da Sovyetler Birliği sinemalarında gösterilmeye başlanan ve 29 Mart 1976 Pazartesi gecesi Los Angeles’ta yılın en iyi yabancı filmi Oscar’ını Sovyetler Birliği’ne kazandıran Japon Akira Kurosawa’nın yönettiği “Dersu Uzala”dan (20 milyon 400 bin seyirci) bile daha büyük bir gişe başarısı elde etmiştir…

Türkan Şoray ile Ayhan Işık sonradan ölümsüzlük kazanan “Susuz Yaz”da oynamayı kabul etmemişti

Yönetmen ve senaryo yazarı Metin Erksan (1929-2012) Temmuz 1964’te Berlin Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’yı kazanan Necati Cumalı (1921-2001) uyarlaması “Susuz Yaz” filminde daha önce “Acı Hayat” (1962) adlı filminde baş rolleri verdiği Türkan Şoray ve Ayhan Işık’ı oynatmak istemiş ancak bu oyuncular “Susuz Yaz”da oynamayı reddetmişlerdi…Necati Cumalı “Susuz Yaz”ı 1962’de öykü olarak yayınlamış ve bu öyküsünü üç perdelik bir tiyatro oyununa da uyarlamıştı…

Türkan Şoray, Metin Erksan’ı ve “Acı Hayat”ı anlatıyor:

Metin Erksan’ın yönetiminde baş erkek rolünü Ayhan Işık’ın üstlendiği “Acı Hayat” filmini çeviren Türkan Şoray Metin Erksan’ın 2012’deki ölümünden sonra “Sinemam ve Ben” adlı kitabında “Acı Hayat” filmini şöyle anlatacaktı:

 “O zaman ne kadar önemli bir yönetmen olduğunun farkında değildim…Böyle bir filmin başrol oyuncusu olmanın ne kadar büyük bir şans olduğunu, oynadığım rolün bir oyuncu için ne kadar önemli olduğunu ve çevirmekte olduğum filmin değerini yıllar geçince çok daha iyi anladım.O yıllarda birçok oyuncunun çalışma hayali kurduğu bir yönetmenle çalıştığımı algılayabilecek , değerlendirebilecek birikimde değildim.Sadece oynadığım rol beni etkilemişti. Manikürcü Nermin’in yaşadığı dramla, başına gelenlerle duygusal bir bağ kurmuştum kendi içimde.O genç kızın çektiği acıları sanki ben yaşamıştım; filmde adeta kendi mutsuzluğumu yaşıyordum.Anne baba ayrılığının hüznünü, mutsuzluğunu yaşamış, o yıllardan sonra yoksulluğu tanımıştım.Bu duygulara, bu acılara yabancı değildim.Babam ayrıldığı yıl annem beş parasız kalmıştı.Ben 13-14 yaşlarındaydım.Annem çok istese de bana yeni bir şeyler alamıyordu. Okulda ders bitip zil çaldığında ben yerimden kalkmaz, sınıftan en son çıkardım. Arkadaşlarımın kalın, güzel paltoları vardı; benimse lacivert incecik bir ceketim… Onların paltolarını giyip çıkmalarını beklerdim. O incecik ceketle görüp beni küçümseyeceklerini düşünürdüm… Yaşadıklarım bende derin izler bırakmış olmalı ki, yönetmenin (Metin Erksan’ın) anlattıklarını çok iyi anlıyordum, hissediyordum. Böylece kamera önüne geçtiğimde içimde bir yerlerde birikmiş bu yoğun duyguları sezgilerimle ifade edebilme imkanı veriyordu bu filmdeki rolüm. Bu karakter acı çekiyordu ve o acıda ben kendimi buluyordum, o acıyı tanıyordum sanki önceden yaşamış gibi…O mutsuzluk, umutsuzluk herhalde yüzüme yerleşti ki, başarılı oldum.Bir filmde duyarak, o karakteri hissetmenin rolü gerçekçi kılmada ne kadar önemli olduğunu belki o zamanlar farkına varmadan oyunculuğuma taşıdım ve hep böyle devam ettim…Sinema eğitimi olmayan, oyunculuğun ne olduğunu bilmeyen ben, tamamen duygularımla yaşattığım bu karakterle Antalya Altın Portakal film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandım. Ödülden sonra sinemada adım daha çok oyuncu olarak anılmaya başladı.Böyle önemli bir festivalde, sinemada daha bu kadar yeniyken bu ödülü almanın çok önemli olduğunu söylüyorlardı.Beni kutluyorlardı, bana oyuncu olarak farklı davranmaya başlamışlardı.Sinemada oyuncu olmak diye bir kavram vardı ve oyuncu olmak önemliydi, bunu anlamaya başladım.Oyunculuğu kendi kendime keşfediyordum; tamamen içgüdüsel, el yordamıyla.(…) ”Acı Hayat”tan sonra Yeşilçam’ın büyük şirketlerinden Kemal Film’den teklif aldım…”

Türkan Şoray Metin Erksan ile ilgili sözlerini şöyle bitiriyor:

“Yeri doldurulamayacak, Türk sinemasına adını altın harflerle yazdıran, sinemamızda sonsuza kadar anılacak olan Metin Erksan “Sinemacılar Dönemi”ni başlatan ve geliştiren ilk yönetmenlerden biridir, birçok yönetmen onun sinemasını örnek almıştır.”

Türkan Şoray, Sinemam ve Ben adlı kitabında bir zamanlar filmlerinin gösterildiği Pangaltı İnci Sineması’nın kapanmasından dolayı duyduğu derin üzüntüyü de dile getiriyor:

“Melek Film’in sahipleri Şahan ve Kaçuni Haki aynı zamanda Pangaltı’daki İnci Sineması’nın da sahibiydiler. (…) İnci Sineması’nda kendi şirketlerine yaptığım filmlerin galaları çok görkemli olurdu. Sinemada benim özel locam vardı. Filmleri Şahan Haki’nin eşi Melina ablam ve dünya tatlısı kızları Mayda ile Şeyda, hep birlikte bu locadan seyrederdik…İnci Sineması hep Türk filmi oynatırdı. Çevirdiğim yeni filmin başladığı hafta, Pazartesi günü ilk seans 11 matinesi seyircileri sinemanın önünde uzun kuyruklar oluştururdu. Bazı sabahlar arabayla özellikle Pangaltı İnci Sineması’nın önünden geçerdim. Kalabalığı, sıraya girmiş beni seven, yüreklendiren seyircilerimi görmek isterdim, çok mutlu olurdum. Maalesef şimdi sinema kapandı. Haki ailesi sinemayı satıp Amerika’ya göç etti. Çok üzülmüştüm. Uzun yıllar o taraflarda bir yerlere gitmem gerektiğinde bir zamanlar Haki ailesinin evlerinin bulunduğu Bomonti’den geçmemek için yolumu değiştirdim. Pangaltı İnci Sineması’nın olduğu yerden geçerken hâlâ hüzünlenirim.”