Kanadalı cazcı, bağlama hayranı
Türkiye'de yaşayan Kanadalı jazz sanatçısı Danielle Hebert... Bu yetenekli Kanadalı'yı gelin birlikte tanıyalım...
Murat Ali ORAL
Türkiye'de yaşayan Kanadalı jazz sanatçısı Danielle Hebert... Güçlü sesi ve son derece hakim olduğu gitarı ile onu dinlemek eşsiz bir lezzet. Ama onu dinlerken sormaktan kendinizi alamadığınız soru "Bu kadar yetenekli bir insan Neden Türkiye'de?" sorusu oluyor. Danielle Türkiye'ye 2,5 yıl önce bağlama öğrenmeye gelmiş ve kendini bir anda gezi olaylarının içinde bulmuş. Buradaki ruh başka yerlerde karşılaşmadığı bir deneyim olmuş onun için ve bırakıp gidememiş bizleri.
Bu yetenekli Kanadalı'yı gelin birlikte tanıyalım...
Müziğe ne zaman ve nasıl başladınız?
İlk piyano derslerini almaya başladığımda 8 yaş civarındaydım. Annem tam bir müzikseverdi; piyano ve flüt çalardı. Beni ve kızkardeşimi de piyano derslerine gönderdi. Ancak piyano konusunda benim için işler çok da yolunda gitmedi. Bir kulağımdan giren öbür kulağımdan çıkıp gidiyordu. Bir gün öğretmenim müzik kitabının sayfasını çevirdi ve benden sayfaya bakarak söylememi istedi. Ancak bu zamana kadar ilk önce kendisinin çalmadığı olmamıştı. Bu nedenle sayfayı okumakta zorlandım ve öğretmenimden sıkı bir azar işittim. İşte o gün benim piyano ile vedalaştığım gün oldu.
Ergenlik yıllarımda gitar çalmaya başladım. Evimizde, babamın çaldığı bir gitar vardı, ben de notalara bağlı kalmadan kulak yatkınlığı ile gitar çaldım. Bir süre sonra TV şovlarında profesyonel olarak gitar çalan bir komşumuz, dünya tatlısı kızına bakıcılık yapmam karşılığında bana jazz ve klasik gitar dersleri vermeye başadı.
Ben çocukken evimizde devamlı müzik vardı, annem daha çok klasikleri sever ve piyano ile Beethoven, Chopin, Bach, flütle ise barok müzik çalardı. Babam ise Miles Davis ve flamenko müzik hayranıydı ve bunların plaklarını dinlerdi. Kız kardeşim ise Beatles dinlerdi. Yani evimizde her tür müziği dinleyerek büyüdük.
Ne tür eğitimler aldınız?
Lisede okurken, tanınmış gruplarda çalma ayrıcalığı yakaladım. İlk önceleri bas gitar çalıyordum ama sonra caz gitara geçtim bu benim için inanılmaz bir öğrenme zemini yarattı. Grubumuz çok iyiydi, ekipmanlarımız en üst düzeydeydi ve grup için pek çok profesyonel fırsatlar vardı. Aynı zamanda klasik gitar da çalıştım ve Montreal'de özel dersler aldım bu dersler üniversite kayıtlarıma öncülük etti.
Montreal'deki CEGEP St Laurent Üniversitesinin klasik gitar bölümüne kabul edildim ancak bir haftalık programdan sonra öğretmenlerin bakış açılarının benim için çok dar olduğunu düşünerek, bu bölümü bırakarak, caz gitar programına başvurdum ve kabul edildim. Bir kaç yıl sonra Vancouver BC 'de ikinci bir caz programına girdim. Burada çok prestijli bir jaz korosu olan Soundwave'e seçildim ve yılın sonunda "En çok ümit vaat eden gitarist ödülü" aldım. Ancak bu zamana kadar bu ödülün gerektirdiği yere gelebildiğimi düşünmüyorum!
Hangi ülkelerde sahne aldınız?
Kanada, ABD, Fransa, Portekiz ve Türkiye. Bu sayının artmasını gerçekten çok isterim. En büyük hayallerimden birisi bütün Avrupa'yı dolaşarak çalmak.
Türkiye'ye ne zaman ve neden geldiniz?
2013 yılının 28 Mayısında yani Gezi eylemlerinin bir kaç gün öncesinde Türkiye'ye geldi. İstiklal Caddesi yakınlarında yaşıyordum dolayısıyla her şeyin kalbindeydim. Benim Türkiye'yi tanımam böyle oldu. Çok yoğun şeyler yaşadık. İlk defa Türkiye'ye geliryordum ve bu benim hayatımı, hayata bakışımı, insanlık ve siyaset anlayışımı ve pek çok şeyi değiştirdi.
Aslında Türkiye'ye bağlama öğrenmeye geldim. Evet geliş sebebim bu enstrümana olan aşkımdı. Bağlamanın sesi, ruhu müziği ve ritmleri, sanki başka bir gezegenden gelmişim de ilk kez müzik duyuyormuş gibi hissetmeme neden oldu. Bir süre Ottawa'da yaşadım ve burda pek çok Türkle tanıştım, onlar daima Türk müzikleri çalıyordu ve ben bu müzikle adeta hipnotize oluyordum. Türk dostlarım sonunda bana bir bağlama hediye ettiler. Bu bağlama ile çalmayı öğrendiğim ilk parça Aşık Veysel'in "Uzun İnce Bir Yoldayım" türküsü oldu.
Bu müzik Türk insanının ruhundan ve kalbinden geldiği için bu Müziği öğrenmenin ve müziğin ruhunu bir parça yakalayabilmenin yolunun Türkiye'de bulunmaktan geçtiğini düşündüm. Bu fikir kafamda bir gecede netleşti.
Bu vizyon açıklayamacağım şekilde güçlü bir şekilde kafamda netleşti. Gelmek zorundaydım ve bir kaç ay sonra burada oldum. Bağlama öğrenmek benim için çok kolay olmadı bir Yabancı ve kadın olmam nedeniyle bir kaç öğretmenim beni ciddiye almadı Sonrasında ise öğretmene ödeyecek param kalmadı. Hayat garip şekilde gelişmeye başladı ve aslında buraya kendi müziğimi yapmış olmaya gelmemiş olmama rağmen, bunun için çağrılar ve davetler almaya başladım.
Türkiye'de müzisyen olmak nasıl bir şey? Yeterince kazanabiliyormusunuz?
Burada müzik dünyası Kuzey Amerika'da olduğundan çok farklı. Kuzey Amerika'da her şey bir star yaratmak ve bunun haricindekileri yarışın dışında bırakmak üzerine kurulu. Pek çok zaman çoğu "sanatçının" yalnızca kamu baskısını, ödüller kazanabilmeyi, hit olma potansiyeli olan şarkılar yapabilmeyi istediğini hissetmişimdir. Ben buraya gelince müzisyenliğin farklı bir boyutunu gördüm. Bu benim için çok şaşırtıcı oldu. Tabi ki burada da her yerde olduğu gibi bir starlık sistemi var, ama çok derin ve köklü bir müzik kültürü de var ki bu kültür saf ve mistik bir yerlere uzanıyor.
Burada müzisyen olmak isteyen insanlar gerçekten çok çalışıyor ve son derece kararlı bir şekilde hayallerine ulaşabilmek için çaba harcıyor bu da müziklerinde kendini gösteriyor.
Yeterli para mı? Hayır ben son derece fakirce yaşıyorum. Hatta bütün hayatım boyunca bu kadar fakir olmamıştım. Ancak burada olma sebebim para değil. Para benim için bir hedef değil. Taksim'de bu durum oldukça stresli olabiliyor. İstanbul'da gördüğüm şey çok fazla para var ortada ama bu para sadece bir kaç elde ve bunun sonucunda pek çok insan güçlüler yaşıyor. Burada bir sanatçı olmak büyük para için bilet kazanmak değil fakirliği kader olarak benimsemek anlamına geliyor.
Çok farklı ve kendinize özgü bir stiliniz var, ama sanıyorum sizin de bazı idolleriniz oldu yanılıyor muyum?
Evet benim tarzım genellikle bir kaç kelimeye indirgenemeyecek kadar tanımlanması zor bir tarzdır. Sanıyorum ki dinlediğim, çalıştığım ve birlikte büyüdüğüm tüm müzik türlerinin süzülerek bir araya gelmiş hali diyebiliriz. Daha önce de söylediğim gibi Miles Devis bizim evde çok yer kaplıyordu. Onun bazı albümleri çocukken kalbime yerleşti. Daha sonra müthiş bir Joe Pass hayranı oldum. Gençlik yıllarımda ise Kanadalı bir sanatçı olan Gino Vanelli'nin fanatiğiydim. Vanelli, mükemmelen, caz, rock ve R&B (Eski okul tarzı) müzik yapardı. Kardeşleri ile birlikte büyük bir grupları vardı. Bana göre Gino Vanelli'nin sesi dünyanın en iyi seslerinden biridir. Tamamen kendimi buna vermişti. Sonrasında ise Hendrix and Stevie Ray Vaughn ve Heitor Villa Lobos dinledim.
Ancak bir sanatçı olarak asla birilerini taklit etmedim. Asla birilerini idolleştirerek onları kopyalamadım.
Güzel sesler oluşturmak, bir duyguyu açıklayacak mükemmel notları bulmak ve anlatmak istediklerimi dile getirecek kelimeler seçme konusunda her zaman daha kendime özgü bi r yol izledim.
Yeni müzisyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Kendilerine dürüst olmaları, kendileri olma konusunda cesaretli olmalaRı. Müziğe başladığım zamanları hatırlıyorum, bana şöyle şeyler söylenirdi: "Bu iyi ama bir şarkı yazmanın yolu bu değildir..." Ama gerçek sanatçılar tekil (nevi şahsına mahsus) sese sahiptir ve onları kopya edemezsiniz. Kendi yolunuzu çizmek zorundasınız. Bir sanatçı olarak istediğiniz müziğin ne olduğuna karar verdiğinizde hayal kurmalı, araştırmalı, yaratmalı hatalar yapmalı ve yeniden denemelisiniz. Cesaretinizin sınırlarını zorlayacak ölçüde yazın, cesur olun ilgili olun heyecanlı oldu. Müzik aşkını canlı tutun aksi takdirde müzik sektörü sizi darmadağın edebilir ve kendinizi hiç bir anlamı olmayan karamsar ve sübjektif fikirler labirentinde kaybetmenize neden olabilir. Yaptığınız işe aşık olun ve işinizi aşkla yapın.