Kuşlar ya geri dönmezlerse?
Jez Butterworth’un “Her Yıl Kuşlar Geri Gelir” adlı oyunu, ülkemizde ilk kez Tiyatro Stüdyosu tarafından oynanıyor. Prömiyeri Tiyatro Festivali’nde yapılan oyun, bugün ve yarın Oyun Atölyesi’nde seyircilere sunulacak
Ülkemizdeki tiyatroseverlerin büyük bölümü, Jez Butterworth ismini, Oyun Atölyesi'nin sezon açılış oyunu olan “Nehir”le öğrendi. İngiliz tiyatrosunun yeni kuşağının önde gelen yazarlarından biri olan Butterworth özellikle “Mojo” adlı oyunuyla dünya sahnelerine konuk olan, insan ruhunu ve ikili ilişkileri didiklemeyi seven bir yazar. En yeni oyunu “Nehir”in Hugh Jackman'lı versiyonuyla sonbaharda Broadway'de de izleyiciyle buluşacak olan yazar, Tiyatro Festivali dolayısıyla İstanbullu seyircinin de gündeminde yeniden. Çünkü, ülkemizin köklü topluluklarından Tiyatro Stüdyosu, yazarın 2008 tarihli oyunu “Parlour Song”u, “Her Yıl Kuşar Geri Gelir” adıyla seyircilerin beğenisine sundu.
Reji Ahmet Levendoğlu'nun
Ahmet Levendoğlu’nun çevirdiği ve sahneye koyduğu “Her Yıl Kuşlar Geri Gelir”, ülkemizde ilk kez sahneleniyor. Oyunun -“Nehir”deki gibi- üç kişisi var: Ned, Dale ve Joy. Ned ve Joy, İngiltere’nin “bin yıllık ormanları”nın yerine yapılan yeni bir sitede yaşayan 11 yıllık evli bir çift. Dale ise kapı komşuları. Joy’la Ned, birbirlerinden tam olarak vazgeçmeselerde bir şeylerin eskide kaldığının farkındalar. Joy bu “eskide kalmışlık”- tan sıkılmış, bıkmış, bunu değiştirmek istiyor; Ned’e göreyse tüm bu “eskide kalmışlık” yenilebilir, hatta yeniden başlabilir. Bu isteğinin gerçek olamayacak kadar naif olduğunun da farkında üstelik. İlişkilerinin gidişatının -ve de oyunun- belkemiğiyse Ned’in işi. Ned, şehirdeki eskimiş ya da eski olduğuna birileri tarafından karar verilmiş binaları yıkan bir ekibin başı. İşini seviyor mu, belki, ama heyecan duyduğu kesin... Kesin olan bir başka şey de, karısı Joy’un onun işini ya da en azından temsil ettiklerini sevmiyor oluşu... Bir de Dale var demiştik, evlerinin her yerinin -hatta çatlaklarının bilekomşularıyla aynı olmasına “şaşıran” bir adam o. Bir araba yıkama şirketi var, orada göçmen Kosovalılar’ı çalıştırıyor. Joy ve Ned’le ortak noktasıysa hayatından kaçıp gitmek istemesi, ama bunun farkında bile olmaması.
Modern yaşama batırılan iğneler
Modern yaşama birbiri ardına iğneler batıran bir oyun “Her Yıl Kuşlar Geri Gelir”: Doğayı kaybedişimizden kendimize uzak kalışımıza, sürekli kentlerimizi yıkıp yerine yenilerini yapışımızdan hiç de ihtiyacımız olmayan şeyleri almak için duyduğumuz arzuya uzanan bir sürü “modern zaman sıkıntıları” yla oynuyor, onları eğip büküyor. Ahmet Levendoğlu yalın, her üç rolün de sıkıntısını seyirciye geçirebilen, içselleştirebilen bir rejiye imza atmış. Ned’te Şerif Erol; bir şeylerin ters gittiğini bilen ama onları yok sayarsa yok edebileceğine inanan karakterini insancıl ve naif bir yorumla sahneye taşıyor. İlk defa böyle bir kompozisyonla izlediğim Şebnem Sönmez, Joy’un içinde gittikçe büyüyen ve ruhuna sığmayan sıkıntıyı acıtıcı bir nesnellikle sahneye taşıyor. Oyunun diğerlerine göre daha havai ve yüzeysel kişisi Dale de ise Ziya Kürküt, rol arkadaşlarına göre daha hareketli bir oyunculuk sergiliyor. Taciser Sevinç’in “Her Yıl Kuşlar Geri Gelir” için hazırladığı kostüm ve dekor tasarımı yalın, ama sıradan. Kemal Yiğitcan’ın ışıklarıysa son sahne hariç, tasarımcının adını merak ettirmiyor.
“Her Yıl Kuşlar Geri Gelir”, bir modern zaman masalı. Sezonu festivalde yakalayan Tiyatro Stüdyosu’nun oyunu, Haziran boyunca her Çarşamba ve her Perşembe Oyun Atölyesi’nde olacak.
Tiyatro festivalinde neler var?
BUGÜN
»Kalem: Didem Kaplan’ın yazdığı oyun, Salon İKSV’de 18.30’dan itibaren izlenebiliyor.
»Proust-Pamuk-Bellek: Marcel Proust ve Orhan Pamuk’un romanlarından uyarlanan “Proust-Pamuk-Bellek”, Krzysztof Garbaczewki ve Emre Koyuncuoğlu’nun ortak imzasını taşıyan bir çalışma. Yapıt, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda 20.30’da başlıyor.
Gergedanlaşma 2.014: Üsküdar Tekel Sahnesi’nde 20.30’dan itibaren seyircilere sunuluyor.
YARIN
»Gergedanlaşma 2.014: Oyun, Üsküdar Tekel Sahnesi’nde 20.30’da başlıyor.
Festivalden Thomas Ostermeier geçti
Tiyatro Festivali’nin en merak edilen oyunu, hiç kuşkusuz “Bir Halk Düşmanı”ydı. “Hamlet”le İstanbul seyircisini reji anlayışına hayran bırakan Thomas Ostermeier, topluluğu Schabühne Berlin’le bu kez Ibsen’in söyleyeceği sözü sakınmayan oyununu taşıyacaktı bizim sahnelerimize. Hepimiz heyacan içinde izledik “Bir Halk Düşmanı”nı. Birkaç oyun kişisini birleştirmiş, kişileri gençleştirmiş, işin içine canlı müziğin ve bir Alman kurdunun sıcaklığını sokmuş, dinamik bir yorumdu Ostermeier’inki. En çarpıcı yönüyse ikinci perdede, oyunun ana kişisi Dr. Stockmann’ın karşılaştığı çözümsüzlüğü ve bunun nedenlerini “kasaba halkı”na, yani seyirciye anlattığı uzun monoloğuydu oyunun. Çünkü yönetmen, oyunun aslında kasabalı yöneticiler, gazeteciler, erk sahipleri gibi kişilerce kesilen bu monoloğunu bu kez seyirciye "kestiriyor," yani interaktif bir şekilde seyircinin yorumunu sorarak ortamı bir forum alanına çeviriyordu... Sevenler de sevmeyenler de oldu Ostermeier’in yorumunu, kendi fikrine göre, bunlara ekleme yapmayacağım... Fakat söyleyeceğim başka bir şey var: Bir dahaki festivale, artık bir klasikle değil de modern bir oyuna getirdiği yorumla izlesek Ostermeier’i nasıl olur?