"Çılgın Dünya"da aşk bir delilik hali
Seyircinin gülme ihtiyacını her zaman dikkate alan Tiyatro İstanbul, sezona, yüzyıllar öncesinden çok şeker bir oyunun enerjisini taşıyor...
Seyircinin gülme ihtiyacını her zaman dikkate alan Tiyatro İstanbul, sezona, yüzyıllar öncesinden çok şeker bir oyunun enerjisini taşıyor: “Yazmaktan yorulmayan” kalemlerden biri olan Lope de Vega'nın “Çılgın Dünya”sını... “Dünya bir tımarhane, herkes kendi derdinde. Ayak uydurmak için tek çare delilikte” diyen oyun, gerçekten çılgın bir enerjiyle, yer yer acı acı gülümsetip yer yer kahkahalar attırarak çekiyor seyirciyi kendi dünyasına...
Profilo'da yarın izlenebilecek olan oyun; hemen hiçbiri deli olmayan, fakat bir şekilde yolu tımarhaneye düşen bir grubun aşk üçgeni, hatta dörtgeni üzerine kurulu... Oyunun mekânı, söylediğim gibi Valencia’da bir “deli evi.” Neden tımarhane değil? Belki de çevirmen Adalet Cimcoz ya da yönetmen Barış Erdenk, hikâyenin yaptığı gibi, bu “deli” kahramanların deli olmayanlardan çok uzak olmadığını vurgulamak istemiş. Tımarhanenin duvarlarını örmemiş seyircinin algısının önüne. İyi de etmiş. Dekor, sahnenin sırtına oturma sıralarının yaslandığı bir tür “sahne içinde sahne.” Sırası gelen oyuncu, Barış Erdenk’in tasarladığı bu basamaklardan kalkıp oynuyor rolünü, rolü bitince de oturup arkadaşlarını izliyor. Birkaç obje de dekorun diğer yardımcıları. Medina Yavuz da bu dinamik ekibe hem döneme hem deliliğe işaretleri bulunan sevimli kostümler tasarlamış. Don Floriano’yu oynayan Burak Altay’a sinema ve TV'den aşina olma olasılığınız yüksek. Çoğunlukla da dramlardan. Oysa hem sahneye hem de komediye çok yakışmış, kariyerinde bir ivme olacaktır “Çılgın Dünya.” Oyundaki karakteri Don Floriano; deli taklidi yapıp kendisini “kapattırmaya” çalıştığı sahnelerde herhangi birimize “deli taklidi yap” dense ne yapacaksak onu yapıyor, o amatörlüğü güzel yaşatmış. Deliler evindeyse, hayatının aşkını bulmakla yetinmeyip tüm hanımların gözdesi oluyor. O sahnelerde de “kasıntı playboy” imgesini yaşatıyor. En iyi sahneleri ise doktordan saklanmak için Japon olduğu planlar... Japon aksanıyla Türkçesi, bıçaklama ve harakiri pandomimleri ve tüm bu sahneleri ayakları bağlı olduğu için paytak paytak oynaması tüm salonu kahkahaya boğuyor... Don Floriano’nun tımarhanede rastlaştığı sevdiceğini ise Gözde Okur oynuyor. Nasıl enerjik, nasıl sevimli, görmeniz lâzım... İlknur Güneş’i de yine çok beğendim; bedeniyle oyun hamuru gibi oynayan, gerçek bir komedyen... Aslında bütün ekip iyi. Hepsini doya doya alkışladım...
Flamenko oyunun kanına işlemiş!
Hikâyenin coğrafyası, yani Valencia, oyunun adetâ kanına işlemiş. Bunu sağlayansa Engin Bayrak’ın bestelediği, Enes Kuzu’nun düzenlediği kanı kaynatan müzikler... Özellikle tema müziği çok iyi ve son derece iz sürerek yerleştirilmiş. Öyküde İspanya’ya minicik de olsa bir atıf mı var, tema müziği hemen orada... Ama müziği asıl zenginleştiren oyuncular. Vokal bir yana -ki vokallerini de beğendim doğrusu, İspanyol tınılı müziğinin coşkusunun üstüne şarkı söylemek; sesini duyurmak; söylediğini anlaşılır kılmak öyle kolay değil. Bu anlamda vokal de başarılı. Ama asıl önemli olan, elleri ve ayaklarını bir dansçı kadar iyi ve birbirleriyle kordineli bir şekilde kullanarak, müziğe adetâ vurmalı çalgılarmış gibi eşlik edebilmeleri. Kostümleriyle örtüşen kumaşlarla kaplanmış çok iyi dans ayakkabıları giyiyorlar, “Çılgın Dünya”nın özenlerinden biri de bu. Yine bu çizgide müzik kadar koreografi nin de hakkı verilmeli. Malum oyunda az delilerle çok deliler bir arada. Yapı da öyle ki sürekli bir hareket; itiş kakış, kıskançlık kavgası, düello, zıvanadan çıkışlar gırla... Yönetmen Barış Erdenk ve koreograf Sibel Erdenk başarıyla hakkından gelmişler bu sahnelerin. Hızlı ama yormuyor bu sahneler, sayıları epeyce olmasına rağmen bıktırmıyor da.