Şeytan’ın avukatlığına soyunan epik film hangisi?
Hakan SONOK
“The Clansman: An Historical Romance of the Ku Klux Klan” (1905 yazan: Thomas F. Dixon, Jr. ; yazar 1864-1946 arasında yaşadı) adlı romanın uyarlaması olan “The Birth of a Nation-Bir Milletin / Ulusun Doğuşu” (1915; yönetmen: David Llewelyn Wark Griffith) filmi Amerikan İç Savaşı’nın taraflarından ırkçı Güneye sempatiyle yaklaşmış, Güneyi mağdur olarak tanımlamış, ırkçı terör örgütü Ku Klux Klan’ın doğuşunun 50. yıldönümünü en görkemli şekilde kutlayayım derken ırkçılığı onaylayan ve destekleyen bir ırkçılık başyapıtına dönüşmüştür…
Irkçı Güneye sempatiyle yaklaşma konusunda, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye sinemalarına 11 yıl sonra getirilen ve 1950’de İstanbul sinemalarında gösterilen “Gone with the Wind-Rüzgar Gibi Geçti” (1939), “The Birth of a Nation-Bir Milletin / Ulusun Doğuşu”nun bile ötesine geçmiştir…“Gone with the Wind-Rüzgar Gibi Geçti”ye göre Güney eyaletlerindeki siyah köleler İç Savaş öncesi halinden son derece memnundu!
100 yaşını dolduran bu klasik (“The Birth of a Nation”) aynı zamanda kendisinden sonraki tüm epik filmlerin atalarından biridir…Ondan bir yıl önce (1914’te) Osmanlı İmparatorluğu dahil pek çok ülkede gösterime giren İtalyan filmi “Cabiria”yla (yönetmen: Giovanni Pastrone) birlikte “The Birth of a Nation” epik filmlerin ataları kabul edilebilir…
ABD’nin 28. Başkanı Thomas Woodrow Wilson,1914’te İtalyan epik filmi “Cabiria”yı Beyaz Saray’ın bahçesinde düzenlenen özel bir gösterimde ailesiyle birlikte seyretmiş, Wilson’a Beyaz Saray’da özel olarak gösterilen ilk Amerikan filmiyse 1915’te “The Birth of a Nation” olmuştur…100 bin dolara malolan ve sinema hasılatının o dönemde 100 milyon doları bulduğu hesaplanan “The Birth of a Nation” 1915’te 133 dakikalık uzunluğuyla gösterime sunulurken, sonraki yıllarda filmin 190 dakikalık uzun versiyonu seyircilerle buluşmuştur.
Amerikan İç Savaşı
1808’de ABD’nde köle ticaretini yasaklayan bir yasa çıkarılmasına rağmen 1750’lerden itibaren Afrikalıları vatanlarından kaçırtarak köleleştiren ABD’nin Güney eyaletleri bu yasayı uygulamayı reddetmişti...
Cumhuriyetçi Parti’den ABD Başkanı seçilen Abraham Lincoln’ün 4 Mart 1861’de göreve başlaması ve Güney eyaletlerindeki kölelerin özgürleştirilmesi talebinde ısrarcı olması üzerine 12 Nisan 1861’de başlayan İç Savaş 4 yıl 3 hafta 6 gün sürdükten sonra Lincoln idaresindeki Kuzey’in Güney’i yenmesiyle sona ermişti…İç savaş sonrasında köleler özgürlüklerine kavuşsa da ABD’nde Afrika asıllı Amerikalıların beyaz vatandaşlarla eşit haklara sahip olmaları yakın zamana kadar mümkün olmamıştır...
1861-1865 arasında, 21 milyon nüfuslu metalürji ve dokuma sanayine sahip Kuzey ile 11 milyon nüfuslu pamuk tarlalarına sahip Güney, 2 milyon 100 bin Kuzeyli ve 1 milyon 64 bin Güneyli asker kıyasıya savaşmış, çatışmalarda, salgın hastalıklardan ve açlıktan 850 bin kişi can vermişti…
Savaş sonrası Kuzey’le Güney, Kuzey’in lokomotifliğinde tek bir çatı altında birleştiğinden özellikle 20. yüzyıldaki dünya savaşlarında anlaşılacağı gibi İç Savaş sonrası ABD dünyanın bir numaralı gücü olma yolunda hızla ilerlemiştir…
Savaş karşıtı en etkili filmlerden biri
“The Birth of a Nation-Bir Milletin / Ulusun Doğuşu”nun en büyük erdemi “All Quiet on the Western Front-Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” (1930) kadar güçlü ve etkili bir savaş karşıtı bir film olmasıdır...
“The Birth of a Nation” kitlesel Savaşları barbarlığın en üst aşaması olarak tanımlar…Savaş meydanlarındaki şiddeti, vahşeti, ceset dağlarını, kan gölünü, en güçlü şekilde beyazperdede canlandırır…Filmde kalabalık savaş sahneleri, Atlanta yangını, 9 ay 2 hafta 2 gün süren 1864-65 Petersburg kuşatması, Güneylilerin ümitsizce, sonucu baştan belli, intihar niteliğindeki saldırıları, Güney’in açlıktan kırılması, Abraham Lincoln’ün yenik Güney eyaletlerinin en ağır şekilde cezalandırılmasına şiddetle karşı çıkması ve Lincoln’ün “Our American Cousin-Amerikalı Kuzenimiz” adlı oyunu seyrederken (üçüncü perde ikinci sahne oynanırken) tiyatroda Güney’in yenilmesini içine sindiremeyen, Lincoln’ü zorba /tiran olarak tanımlayan, bir Güneyli tarafından öldürülmesi gibi sarsıcı sahneler vardır...
Abraham Lincoln suikasti sonrası bunlar gerçekten yaşandı mı?
Lincoln suikastinden sonra Kuzeyli lider Austin Stoneman adeta ABD’nin adı konulmamış Kral’ı, İmparator’u, Tek Adam’ı, diktatörü haline gelir…Austin Stoneman Abraham Lincoln’e yenik Güneye işgal edilmiş, fethedilmiş ülkelere ne yapılıyorsa onu yapmasını ve Güneyli liderleri idam etmesini tavsiye etmiştir…Lincoln ise astığı astık kestiği kestik bir diktatör olmasını söyleyen bu adamın radikal tavsiyelerine hiçbir şekilde uymamıştır…
Filmde Austin Stoneman ve yarı siyah (melez) asistanı Lynch Lincoln’ün öldürülmesinden sonra ABD’nde adeta askeri darbe yaparak diktatörlüklerini ilan eder…Stoneman’ın Lincoln’ün öldürülmesini fırsat bilerek elde ettiği aşırı politik güç (kontrolsüz güç) sadece onu sarhoş etmez…Bu gücü paylaştığı Lynch de bu güç zehirlenmesinden fazlasıyla payını alır…Lynch Güneyde kontrolü altındaki siyahları tepeden tırnağa silahlandırarak kendi diktatörlüğünü ilan eder…İşte Beyaz Saray’da ABD Başkanı Wilson’a özel bir gösterimde sunulan filmde bu tür sahneler arka arkaya sıralanır…
“The Birth of a Nation”, “Gone with the Wind” (1939) gibi 19. yüzyılın en kanlı savaşlar silsilesinden birini tüm dehşetiyle canlandırır…Filmin baş karakterlerinden olan Doktor Cameron’un üç oğlundan ikisi savaşta ölür biri de ağır yaralanır ve idama mahkum edilir.Sonuçta Cameron’ların annesi merhametli Abraham Lincoln’den yalvar yakar oğlu için özel bir af koparır…
“The Birth of a Nation”da Konfederasyon eyaletlerindeki Güneyli köleler silahlar ele geçirip Spartacus ve arkadaşları gibi zincirlerini kırar, cephe gerisindeki beyaz “efendileri”ne saldırır, yağmalar, katliam, tahribat yapar, yakar-yıkar.
“The Birth of a Nation”da Afrika asıllı yargıç ve tümü siyah jüri üyelerinden oluşan mahkemelerin İç Savaş sonrası Güney’de beyazlara terör estirdiği, çoğu beyaza oy kullanma hakkı verilmezken bazı siyahların hileyle, el çabukluğuyla birden fazla oy kullandığı gibi suçlamalara yer verilir.Bu filme göre, alkol bağımlısı siyah üyeler eyalet meclislerinde görgüsüzlükleriyle yüz kızartıcı olaylar çıkarır. Filmin siyahlara yönelttiği barbarlık suçlaması Gus adlı siyah yüzbaşının Cameron ailesinin kızını ormanda kovaladığı ve kızın namusunu kurtarmak / Gus’tan kurtulabilmek için uçuruma atlayarak kendini öldürdüğü sahnede doruğa çıkar…Film özgürlük, eşitlik isteyen siyahları haydut, eşkıya, çapulcu, namus düşmanı, tecavüzcü, şeytani karakterler olarak resmeder…Güneyli siyah kölelerin halinden memnun olup, efendilerine sadık olanlarınaysa toz kondurulmaz…
İç savaşta Güney’in yenilgiyi kabul ettiği 1865 yılının son günlerinde ortaya çıkan Ku Klux Klan ise bu filmde İç Savaş sonrası siyahlar tarafından itilip kakılan, ezilen, tacize uğrayan Güneyli beyazların kurtarıcısı, kahramanı, Güney eyaletlerinde adaletin koruyucusu ve uygulayıcısı, adeta sütten çıkmış ak kaşık olarak sahneye çıkar…
Ku Klux Klan’ın, Güney’in İç Savaş yenilgisinden sonra Kuzeyden gelen fırsatçı, yağmacı ve maceracılara bir tepki olarak doğduğunu söyleyen Denis Baldensperger (“Le Ku-Klux-Klan” adlı kitabın yazarı) gibi tarihçiler de bulunmaktadır…
Filmde siyahların beyazlarla evlenme hakkına kavuşmasından ise mide bulandırıcı, tiksindirici bir gelişme olarak söz edilir…Ku Klux Klan değil üç Klan üyesini öldüren Lynch komutasındaki siyahların ilk kanı döktüğü iddia edilir…Filmde büyük bir iftiharla Güneyli beyaz kadınların kocalarına ve oğullarına 400 binden fazla Ku Klux Klan kıyafeti diktiği açıklanır…Tarihçiler Ku Klux Kan’ın siyah çocuklara okuma yazma öğreten beyaz öğretmenleri saldırı hedefi olarak özellikle seçtiğini ve siyahların okumamış, cahil insanlar olarak kalması için her şeyi yaptığını, her yolu denediğini yazmıştır…Ku Klux Klan 29 Ekim 1929’daki büyük ekonomik çöküş öncesinde üye sayısını üç milyona kadar yükseltir ve büyük sendikaların üye sayısının artmasıyla beraber üye sayısında büyük gerileme olur; ancak terör örgütü yine de tümden yok olmaz…
Ku Klux Klan Almanya’da Hitleri iktidara taşıyan sabıkalı, başıbozuk ve işsizlerden oluşan ve bir ara üye sayısı iki buçuk milyonu geride bırakan Kahverengi gömlekliler / Sturmabteilung adlı yasadışı terör örgütüne de rol modeli olmuştur…
19. yüzyılın insanlık için dönüm noktaları olan savaşları:
*1803-1815 arasında 12 yıl 6 ay 2 gün süren Napoleon Savaşları…Waterloo’da Napoleon’un tarih sahnesinden çekilmeye zorlanmasıyla sonlanır…
*İngiltere, Fransa ve Osmanlı’nın Rusya’ya karşı 1853-1856 arasında çarpıştığı Kırım Savaşları…
*1870-71: Prusya (Alman) ordularının Fransa’yı yendiği /ezdiği 1870-1871 savaşı…
*1878 başında Osmanlı İmparatorluğu ölümün eşiğinden İngiltere’nin suni teneffüsüyle döner…O tarihte Osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratan Rus Ordusu İstanbul Yeşilköy’e kadar girmiş, Yeşilköy’e Rus savaş ölülerinin anısına devasa bir zafer anıtı dikmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nu tümden işgalden İngiltere’nin savaş tehdidi üzerine vazgeçmiş ve Yeşilköy’den geri dönmüştür…Fatih Sultan Mehmet’in 1453’teki İstanbul’un fethini Rusların 1878’de tekrarlamasına İngilizler izin vermemiştir...
*Amerikan İç Savaşı…
Irkçılık üzerine bazı filmler:
*Üç Oscar ödüllü Robert Benton’ın yönettiği “The Human Stain-İnsan Lekesi” Afrika asıllı anne babası olmasına rağmen beyaz bir teni olan bir adamın ırkçı ABD’nde siyah kökenini her ortamda herkesten mümkün olduğu kadar gizleyerek profesörlüğe ve dekanlığa yükselmesi çerçevesinde gelişen dramatik olayları konu alır…Philip Roth’un aynı adlı romanından (2000) beyazperdeye uyarlanan filmin (2003) senaryo yazarı Nicholas Meyer 20 Kasım 1983’te televizyondaki ilk gösteriminde 100 milyondan fazla insanı ve Cumhuriyetçi Başkan Ronald Reagan’ı dehşete düşüren nükleer savaş canlandırması “The Day After”la büyük bir saygınlık kazanmıştır…Reagan bu filmi (“Ertesi Gün”ü) seyrettikten sonra hiçbir şekilde nükleer bir savaşın eşiğine gelinmemesi için Sovyetler Birliği’yle yoğun müzakereler içine girmiştir…
*“The Cardinal” 1950’de okurlara sunulan bir romanın beyazperde uyarlamasıdır…”Kardinal”in Kuzey Amerika sinema gösterimi ABD’nin ilk ve tek Katolik Başkanı John Kennedy’nin öldürülmesinden (22 Kasım 1963 Cuma) birkaç hafta sonra (12 Aralık 1963 Perşembe günü) başlatılır…1963’te Kuzey Amerika sinemalarında en çok seyirci ilgisi gören 18. film olmayı başaran “Kardinal” Katolik kalabalıklar barındırmadığı için Türkiye sinemalarında gösterime sunulmamıştır…Filmde, Boston doğumlu Katolik din adamı Stephen Fermoyle (Tom Tryon canlandırıyor) Vatikan’da önce piskoposluğa, sonra kardinalliğe terfi ederken 1934’lerde ABD’ndeki Georgia Eyaletinde ırkçı saldırılara kendi çapında müdahale eder. Bu eyaletteki bir Katolik okuluna sadece beyaz öğrenciler kabul edilmektedir; Siyah öğrenciler ise geri çevrilmektedir. Afrika asıllı Amerikalı Katolik rahip ve Afrika asıllı Katolik cemaat bu durumu değiştirmeye kalkışınca ırkçı Ku Klux Klan terör örgütüne üye olan beyazlar Afrika asıllı Katoliklerin kilisesini yakıp yıkar. Stephen Fermoyle Vatikan’dan Georgia’ya gittiğinde Ku Klux Kan üyelerinin işkencesine uğrar.Öldürücü / kalıcı bir yara almayan Fermoyle ve Afrika asıllı rahibin ırkçı beyazların kurulu düzenine verebildiği tek zarar Afrika asıllı rahibin beyaz saldırganlar hakkında yaptığı şahitliğin /suçlamaların ABD mahkemesi tarafından kabul edilmesi olur…Bu ırkçı beyaz ABD’nde verilen eşitlik ve özgürlük mücadelesinde çok önemli bir kazanımdır…
*“The Kennedys” (2011) adlı dizideyse ABD’nin 35. Başkan John F. Kennedy’nin sadece beyaz öğrenci kabul eden Mississippi eyaleti üniversitelerine siyah öğrencilerin de kabul edilmesi için verdiği büyük mücadeleyi, ırkçı beyaz kalabalıkları ve onları yönlendiren Mississippi eyaletinin 1960-1964 arasındaki ırkçı valisi Ross Robert Barnett’ı (1898 –1987) görürüz…