Sinemanın "yorulmayan yazar"ı : Viktor Apalaçi

Hakan SONOK

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

2016'da Türkiye'de sinema konusunda önde gelen iki "yorulmayan" yazarın filmler ve sinema dünyasıyla ilgili yazmaya başlamalarının 50. yılı kutlanacak…

1966'da Atilla Dorsay Cumhuriyet'te, Viktor Apalaçi'yse Şalom Gazetesi'nde ilk yazılarıyla okur karşısına çıkmıştı…

Bu yazıda Viktor Apalaçi'nin yazarlık serüvenine yakından bakmayı deneyeceğiz…

Viktor Apalaçi, 1966-2015 arasında tam elli Cannes film festivalinin tanığı oldu ve Cannes festivalinde geçen 50 yıllık anılarını bir kitapta topladı…Bu kitap sinemanın son 50 yılına Cannes festivalinin penceresinden bakıyor…

Viktor Apalaçi,  Alfred Hitchcock, Ingmar Bergman, Martin Scorsese, Coen Kardeşler, Michael Haneke, Orson Welles, Alain Resnais, François Truffaut, Federico Fellini gibi sinema dehalarının başyapıtlarının Cannes'daki galalarındaki (dünyadaki ilk gösterimlerinde) seçkin seyirciler arasında yer aldı ve sinemayı sanat haline getiren büyük ustaların basın toplantılarına katılarak, onlarla yüz yüze gelerek, onların eserleri hakkındaki yorumlarını, görüşlerini ve açıklamalarını aracısız olarak kendi ağızlarından duyma imkanına kavuştu…

 

(Fotoğrafta film eleştirmeni ve sinema yazarı Viktor Apalaçi'nin elinde Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nde "Kış Uykusu"yla kazandığı büyük ödül Altın Palmiye görülmektedir…)

 

Alman ordusu İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye için de çok ayrıntılı bir işgal planı hazırlamıştı... 1941'de Türkiye'yi işgal edebilselerdi İstanbul'daki Pera Palas Oteli en üst düzey Nazi komutanların karargahı ve ağırlanma merkezi olacaktı…Savaşı Almanya-Japonya-İtalya ittifakının kazanma ihtimalinin bulunduğu 1942'de İstanbul'da dünyaya gelen Viktor Apalaçi, İstanbul'daki cizvit (jesuit) okulu Saint Joseph Fransız Lisesi'nde yedi yıl yatılı okudu ve buradan mezun oldu…30 yıl boyunca Sultanhamam'da kumaş ticaretiyle uğraştıktan sonra 20 yıl bir "duty free" / "free shop" firmasının genel müdürlüğünü yaptı…Halen Balat'taki Or-Ahayim Hastahanesi'nin yönetim kurulu üyesi olan Viktor Apalaçi 1967'de evlendiği eşini 2005'te kaybetti; Apalaçi'nin iki kızı ve üç torunu bulunuyor…2014'te Türkiye Sinema Yazarları Derneği'ne üye olan Viktor Apalaçi 1966'dan bugüne Şalom Gazetesine yazmaya devam ediyor…

Yazının bu bölümünde bir parantez açıp Şalom Gazetesi hakkında da bilgi vermeliyim…Lise son sınıftayken evlenmek üzere olan ablasının müstakbel kocasına vermesi gereken paraya (drahomaya) katkıda bulunabilmek için okulunu bırakmak zorunda kalarak 1928'de Cumhuriyet gazetesinde gazeteciliğe başlayan Avram Leyon (1912-1985) ve Izak Yaeş (1922-1970) 29 Ekim 1947 Çarşamba günü ilk kez Şalom Gazetesini yayınladı…Şalom başlangıçta 1492'de İspanya'dan, 1493'te Sicilya'dan, 1497 ve 1498'de Portekiz'den Osmanlı İmparatorluğu topraklarına taşınmak zorunda kalan Seferad Yahudilerinin dili olan Ladino dilinde yayınlandı…Gazete daha sonra yayın dilini Türkçe olarak belirledi…Izak Yaeş yayın hayatına başlamasından kısa bir süre sonra Şalom'un yönetiminden ayrılmış ve Leyon gazetenin hem sahibi, hem kurucularından biri, hem de başyazarı olarak yoluna tek başına devam etmiş…Leyon vefatından kısa bir süre önce 1984'te Şalom'daki tüm haklarını Türkiye Yahudi cemaatine devretmiş…Viktor Apalaçi'nin 1966'da Şalom Gazetesinde yazmaya başlamasına da Avram Leyon vize vermiş…

Apalaçi'ye göre Türk sinema yazarları ve film eleştirmenleri arasında Türkçeyi en iyi kullanan şu an Cumhuriyet Gazetesi'nde yazan Sungu Çapan… Apalaçi "Sungu Çapan inanılmaz uzunluktaki cümleleri yazılarında başarıyla kuruyor ve kullanıyor," diyor…

                        salom_gazetesi_22_yasinda.jpg

Viktor Apalaçi'nin son günlerde en çok beğendiği film Emin Alper'in yönettiği "Abluka"… Apalaçi "derin devleti en iyi anlatan filmlerden biri" olarak tanımladığı "Abluka"yı tüm sinemaseverlere tavsiye ediyor…"Abluka" dünyanın en önemli üç film festivalinden Venedik'ten üç ödülle dönmeyi başarmıştı…
Viktor Apalaçi'nin Cannes anılarından bazı bölümler aşağıdadır: 

*Viktor Apalaçi, Cannes film festivalindeki ilk yılı olan 1966'da "Citizen Kane-Yurttaş Kane"in yaratıcısı Orson Welles "Fallstaff" adlı yeni filmini sunmak için Cannes Festivali'ne gelince Cannes'a otomobille yarım saat mesafedeki Polo de Mandelieu'daki bir kır yemeğinde Orson Welles ile Fransız sinemasının 52 yaşında ölen büyük yeteneği François Truffaut'nun sohbetine tanık olmuş…

*1956'da Milliyet Gazetesi'nin sinema yazarı ve film eleştirmeni olan Tuncan Okan (1999'da vefat etmişti) ve Aralık 1966'da Cumhuriyet Gazetesi'nde sinema konusunda yazmaya başlayan Atilla Dorsay, Viktor Apalaçi'nin Cannes Film Festivali'ndeki yoldaşları olmuş…Viktor Apalaçi "The Sugarland Express"in 1974'teki basın toplantısında Tuncan Okan'a "Kim bu adam?" sorusunu yönelterek  Steven Spielberg'le ilgili ilk bilgileri Tuncan Okan'dan almış…Tuncan Okan, "O'na sinemanın yeni dahi çocuğu diyorlar.12 yaşında 8 milimetrelik kamerasıyla film çekmeye başlamış.Gerilim yaratma konusunda çok usta," demiş tam 41 yıl önce…

*Viktor Apalaçi'nin verdiği bilgilere göre Cannes'ın 73 bin kişilik nüfusu film festivali boyunca 200 bin kişiye kadar yükseliyor…Festivalin istihdam ettiği insan sayısı 850'yi buluyor…Festivali bir zamanlar 900 kadar gazeteci takip ederken bu sayısı beş bine yaklaşmış…Festivalin bütçesi 20 milyon Euro düzeyinde…İtalyan hükümetiyse 2010 Venedik Film Festivali'nin 12 milyon Euroluk bütçesinin 7 milyon Eurosunu sağlamış…

*Alfred Hitchcock sinema seyircilerinin beyazperdedeki sarışın güzel kadınlara duyduğu özel ilgiyi-sempatiyi, sarışın güzeller için daha çok endişelenmesini, keşfederek  kariyeri boyunca sarışın güzel kadınlarla çalışmıştı…Hitchcock'un basın toplantıları, İsveçli İngmar Bergman'ın basın toplantıları gibi  festivalin en büyük salonunda en çok gazetecinin katıldığı toplantılar olurmuş; en büyük salon onların basın toplantılarına ayrılsa da salona girme olanağı bulamayan çok sayıda şanssız gazeteci varmış…

*Festivalin efsanevi başkanı Robert Favre Le Bret'den (1904-1987) görevi devralan yeni başkan Gilles Jacob (1930 doğumlu)  ile genel sekreter Thierry Fremaux (1960 doğumlu), Danimarkalı yönetmen Lars von Trier'nin Nazilere ve Hitler'e sempatisini dile getiren sözler sarf etmesi üzerine onu "istenmeyen kişi" ilan etmişler…Trier, festival yönetiminden kendisi kırmızı halıda yürürken Enternasyonal marşının seslendirilmesini de talep etmiş…

*Cannes'ın abonelerinden Michelangelo Antonioni basın önüne çıktığı toplantılarda yabancılaşma, iletişimsizlik, uyumsuzluk, uyuşmazlık konularını işleyen filmleriyle ilgili ipuçları veriyor ve  filmleriyle çağdaş toplumun duygusal bakımdan kısırlaştırılmasını araştırdığını söylüyordu…Antonioni'ye filmlerindeki güçlü ve kararlı kadın karakterlerinin, zayıf erkek karakterleri ezmesi en sık sorulan sorulardan biriydi…Antonioni son 22 yılını felçli olarak geçirmek zorunda kalmıştı…Bir başka felç kurbanı da Jean Paul Belmondo'ydu…

*Senaryo yazarı Paul Schrader'in yarattığı, Robert De Niro'nun canlandırdığı, Travis Bickle  karakterinin ayna karşısındaki "You talkin' to me?-Benimle mi konuşuyorsun?" diye başlayan monoloğu (yılın en iyi filmi, film müziği ve oyuncuları dallarında Oscar ödülüne aday gösterilen, Altın Palmiye ödüllü "Taxi Driver" filmindeki)  sinema tarihine geçecekti…

*Cannes'ın en büyük salonu iki bin iki yüz koltuklu Lumiere artık yetmiyor…Festival Sarayı'nın bitmek bilmeyen merdivenlerini tırmanmak da yorucu olabiliyor.

*"The King of Comedy"le (1983) Cannes Festivali'ne katıldığında Jerry Lewis basın toplantısına katılanları güldürmeyi başarmıştı…Kendisine uzatılan bir mikrofonu traş makinesi gibi kullanıp traş olur gibi yapmış ve cebinden çıkardığı minik fotoğraf makinesi ile kendisinin fotoğraflarını çeken gazetecilerin toplu fotoğrafını çekmişti.

*Tarantino iki bin iki yüz kişiye Lumiere salonunda sinema dersi verdiğinde (2008) yine salona girmek isteyip giremeyen binlerce insan dışarıda kaldı…Elleri ve mimikleriyle konuşan, makineli tüfekten çıkmışçasına espiri üreten, yerinde duramayan, hiperaktif, müthiş bir hitabet yeteneğine sahip bu komik adamla geçirdiğim iki saat en renkli festival anılarım arasında kalacak…Tarantino, "Death Proof"taki sınır tanımaz gevezeliğiyleyse herkesi kendinden soğutmuştu…

*Sophia Loren, Claudia Cardinale ve Gina Lolobrigida arasındaki rekabette Gina en seçkin yönetmenlerle çalışma olanaklarını daima rakibelerine kaptırdığından geri planda kaldı…

*Sinema'nın "Altın Çağı"nın (1950'lerin ve 1960'ların)  en büyük yıldızlarından Alain Delon ve Romy Schneider Cannes da nedense bir türlü ödüllendirilmediler…Alain Delon Cannes Festivali'yle bir ara arasına mesafe koydu; festival yönetimine dargındı.

*Cannes Festivali'nde Altın Palmiye'yi alıp da en çok yuhalanan film Maurice Pialat'ın "Sous le Soleil du Satan-Şeytanın Güneşi" (1987) oldu…