1 milyon ton taş yonttum
Heykeltraş Rahmi Aksungur'un Bebek'teki Evin Sanat Galerisi'nde süren sergisi 29 Mayıs'a kadar gezilebiliyor:
Faruk Şüyün
"Rekor galiba bende. Bronz döktüm, çok sayıda ağaç heykel yaptım değişik ağaçlarla. 38 senedir devamlı çalışıyorum. Bütün bunları yaptıktan sonra, işin asıl konusuna gel, dedim kendi kendime. Her malzemenin kreatif imkânları var. Bu nedenle malzeme değil, o imkânları, ilk karşılaştığımız malzemede bile doğru kullanabilmek önemli. Bir de evrende her şey canlı. O canlılığa saygı göstermek lâzım. Ben, ona çok dikkat ediyorum. Her halde içinizde çocuksu bir sevgiyi yaşatmamız gerekiyor, naif bir sevgiyi."
Bu haftaki konuğum, halen Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü'nde Öğretim Üyesi olan heykeltraş Prof. Rahmi Akungur. Sanatçının son dönem eserlerinden oluşan sergi, geçtiğimiz Perşembe günü Bebek'teki Evin Sanat Galerisi'nde açıldı. Farklı boyutlarda 15 heykelin yer aldığı sergi, 29 Mayıs Salı gününe kadar ziyaret edilebilecek. Kamusal, çeşitli koleksiyon ve müzelerde pek çok yapıtı bulunan Rahmi Aksungur ile galeride, heykellerinin arasında konuştum. İlk sorum, bir sanatçının sergi açıldıktan sonra sergilenen yapıtlarıyla ilişkisi, duyguları üzerine oldu: Sanatçı, eserlerini sergide görünce neler hissediyor. Örneğin bugün, açılış gecesinin ertesinde?
"Kanıksıyor. Bir de yoğun çalışma döneminden sonra bir boşlukta hissediyorsunuz. Daha doğrusu kendinizi bir boşluğa atıyorsunuz. Çünkü bir birikim ortaya çıkmış oluyor ve öyle boşluğa ihtiyacı oluyor sanatçıların. En azından bende oldu. O boşluktan sonra yeni toplamalara başlıyorum."
Heykellerin yapılış serüvenini öğrenebilir miyiz? Sanıyorum son serginizi 2008 yılında açmıştınız, 4 yıl geçmiş...
"Ben genellikle 4-5 sene gibi aralıklarla sergi açan bir sanatçıyım. Bizim heykel sanatında pek daha sık olmaz. Genellikle bu yıllar ortalamasında sergiler açılır. Resimde daha sık sergiler görüyoruz. Bizim heykelcilerin atölye düzenleri daha teknolojiye dayalı, çalışma şartları daha zor, daha yoğun bundan kaynaklandığını sanıyorum. Hatta sanat tarihimize şöyle kısaca bir göz attığımız zaman hiç sergi açmamış heykelciler var. Öldükten sonra sergileri açıldı. Ya da bir ya da iki sergi açmış olanlar... Heykel sanatında böyle bir şey var."
Bu süreci biraz daha açsak?
"Aslında esas zaman alan, tasarım süreci. Bu süreç sanatçının pek elinde olmuyor. Belli bir birikimin yoğunlaşması sonucunda bellekte oluşuyor. Daha sonraki aşama, bunu icra etmeniz. İcra ederken bazı çalışmalar 3-4 saatte bitebiliyor, bazıları 3 ay alabiliyor. Bir de bunun teknolojik olarak belli malzemelere dönüşümü var. O, apayrı bir süreç."
Hangi malzemeleri kullandınız?
"Kompozit malzemeler var. Polyester var. Bronz var. Ben genellikle pek malzeme ayırt etmiyorum. Önemli olan düşündüğüme, tasarladığıma en iyi cevap verecek malzeme... O hangisiyse ona yönelebiliyorum."
Sergide büyük ebatlı 3 heykel var. Geri kalanlar daha küçük boyutlarda...
"Bu 3 büyük boylu heykel özellikle koydum. Zira Türkiye'deki koleksiyoncularımız hep küçük heykellere yöneliyor. Oysa yine iç mekânlara, evlere dahi bu büyük boylu heykeller konulabiliyor ve daha da etkin oluyor. Bunları öneriyorum bu sergide. Yani büyük boylu heykeller de koleksiyonlara girebilmeli. Zira bildiğiniz gibi galeri, koleksiyoncu, müze, sanat medyası, sanatçı bir bütün. Bu zincirden bir halka koptuğu anda o ülkenin kültüründe büyük bir çöküntü yaşanıyor. Ki Türkiyemiz'de biz bu zinciri daha yeni yeni inşa ediyoruz.
Arkasında çok mesai, çok denemeler var. Siz daha iyi bilirsiniz sanat medyasında ne dergiler çıktı, kapandı. Artık kapanmaması gerekiyor. Galerilerden yüzlercesi açıldı, kapandı. Müzeler çok zorlandı, kendi kendilerini çok zor ayakta durdu. Ama son 5 seneler bunların hepsinin aynı anda çalışmaya başladığı yıllar. Bu bize şunu gösteriyor ki bu zincir artık tamamlandı, yürüyecek, Türkiyemiz çağdaş sanatını, kültürünü icra edebilecek."
DİZİNİN ETKİSİ
Burada biraz magazin bir soru yönelteyim: "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde Pargalı İbrahim'in bahçesine koyduğu heykellerin de etkisi olmuş mudur ilginin artmasında?
"Bence olmuştur. Çünkü, halkımızın çok izlediği bir dizi o ve önemli olan halkımıza ulaşmak. Biz şunu test ettik: Heykel gibi zor bir sanat, zor ulaşılan bir sanat halka ulaştığı anda yüzde 90 iyi tepki alıyor. Hem de Anadolu'nun en ücra köşesinde dahi. Bunu test ettik. İlgi büyüyor. Özellikle çocuklar, gençler çok ilgileniyorlar ve sonuçları pozitif alıyoruz. Ama bu tabii kendi kendine olmaz. Bu beşli zincirin birlikte hareketiyle olur."
İsimleri var mı heykellerinizin?
"Efendim ben isim koymuyorum heykellere. İsmi kendi üzerinde. Her izleyici değişik yorumlar yapabiliyor. Zaten yoruma açık kütleler oluşturuyorum. Böylece izleyicinin özgürlüğünü kısıtlamadığıma inanıyorum. Oysa bir isim koyduğunuz anda, bir peşin hüküm koyuyorsunuz, bu da izleyiciyi isimle yönlendirmeye başlıyor. Halbuki biz cisimle yönlendirmek istiyoruz. Onun için özellikle koymadım. Ama ne koyuyorum bir kod numarası, karıştırmamamız için."
RENK ÖNEMLİ
Yapıtlarınız arasında renkli olanlar da var. Roma döneminde de heykeller boyanıyormuş. Sonraları neden boyamaktan vazgeçilmiştir?
"Roma döneminde boyandığını biliyoruz. Mermer çok güzel alıyor boyayı bünyesine. Fakat ışık, zaman içinde o boyaları uçuruyor, gidiyor, kayboluyor. Pigmentler yanıyor ve renksiz heykeller kalıyor. Daha sonraki yüzyıllarda pek boyanmadı. Benim izlediğim kadarıyla eğer sanatçının vermek istediği duygular varsa heykeli besleyici, boya yardımcı oluyor. Rengin farklı etkiler yarattığını biliyoruz insanlar üzerinde. Ben, onun için boyuyorum. Yani onun o vermek istediğim duygu ve düşüncelere bir yardımcı faktör boya."
Bence de etkileyiciliğini daha da artmış. Siz bir akademisyensiniz. Aynı zamanda idari görevler aldınız, Mimar Sinan Üniversitesi'nde rektörlük, Güzel Sanatlar Fakültesi dekanlığı yaptınız. Bir akademisyen olarak genç kuşakları değerlendirir misiniz?
"Sürekli genç kuşakla karşılaştığımız için, onlardaki büyük değişimleri fark ediyoruz. Bizim kuşaktan olup gençlerle birlikte çalışmayanlar, hafif hissediyor, hatta eleştiriyorlar. Eleştirdikleri şu - bakın bunu çok duymuşsunuzdur - gençler okumuyorlar. Hâlbuki öyle değil. Okuma yazılı bir metni okumak değildir yalnızca.
Bakın eski dönemlere okuma kavramı o zaman da var, ama görsel okuma diye bir şey de var. Yani dikkatli bakma, baktığından öğrenme, iyi dinleme, dinlediğinden öğrenme... Okuma kavramı bu. Günümüzde metin okuma koptu, gitti, azaldı. Hatta genç kuşağa uzun bir cümle kurduğunuz zaman pek okumuyor, hatta okuduğunu anlayamıyor. Ama şu gelişti, bunu izledik biz: Görsel okuma çok kuvvetlendi. Burada medyanın ve internetin çok büyük rolü var. Yani birkaç saniye içinde gördüğü bir görüntüdeki tüm enformasyonu hızlı bir şekilde aldığını fark etti insanlar ve okumayı bu yöne yönelttiler. Dolayısıyla gelen kuşaklarda böyle bir şeyle karşı karşıyayız. Ve bu çocuklar çok akıllı. Genç kuşaklar çok enteresan, başka bir dünya önümüzde koşmaya başladı, biz de onlara yetişmeye çalışacağız."
Yeni heykeltraşlar geliyor mu?
"Elbette. Her dönemde gelecek, fakat - yalnız Türkiye için değil, bütün dünyada da, Avrupa ülkelerinde de böyle - heykeltıraşlar çok sık çıkmaz. Genellikle 10 senede birkaç tane çıkar. Tarihe bakın, bu böyledir. Bunun bir sebebi var, heykel sanatı çok meşakkatli bir sanat. Yani bu belki çok fazla söylenen bir şey, ama bizim çalışma ve tasarım ortamlarına şahit olanlar hemen anlıyor. Çok pahalıya malolan bir sanat. Uzun süreçler alıyor. Herkes dayanamıyor. Yani heykel eğitimi almış olsalar bile ayakta duranların sayısı azalıyor, ama söylediğim gibi Avrupa'da da bu böyle."
İDEALİST KUŞAK
Peki, böyle zor bir sanatı icra ederken idari görevleriniz üretiminizi nasıl etkiledi?
"Şimdi biz idealist bir kuşağız. O idari görevleri yapmak zorundaydık, çünkü kendi büyüdüğümüz, 17-18 yaşında girdiğim bir kurumda hizmet vermek kaçınılmazdı. O hizmetin - okulumuza âdeta hizmetçilik yapmak hiçbir beklenti olmadan - yapmamız gereken bir şey olduğuna inanıyorum. Çünkü, 130 senelik bir kurum. Türkiye'nin, hatta Avrupa'nın en eski sanat akademilerinden biri.
Bunu yaptık, fakat benim sanat çalışmalarımı aksattı mı diye düşündüm, hayır aksatmadı. Çünkü o görevin süresi belli, akşam bitiyor. Genellikle ben gece ikilere üçlere kadar atölyemde çalışan, günde 4 saat uykunun yettiği bir insanım. Atölyemde çalışmalarıma devam ettim. İyi sergiler de açtım hatırladığım kadarıyla.
Zaten bu çalışmaları yapmazsak, bu sanatı yapmazsak nefes alamıyoruz biz. Bizim ayakta durmamızın, canlı kalmamızın - en azından benim için - en önemli vesilesi bu sanatı yapmak. Kendime geliyorum, sağlığım yerinde oluyor çalıştığım zaman."
Malzemelere dönelim. Örneğin mermer işçiliğini hep merak etmişimdir. Mermer canlı bir şey sonuçta, ocaktan çıkarıldıktan hemen sonra işlenmeye başlıyor ki daha sertleşmeden belli bir form verilebilsin... Ya diğer malzemeler?
"Güzel bir konuya değindiniz. Aslında her malzeme canlı. Sadece sanatçının ondaki can diyebileceğimiz içindeki saklı olan enerjiyi dışarıya çıkarma, yüzeye yansıtma yöntemleri var. Örneğin bronz çalıştığınız zaman dış kesiti sünger gibidir. Çekiçleyerek o süngerin dokusunu sıklaştırdığınızda çok ileri gittiğiniz zaman metal çatlamaya başlar. Öyle bir sınırda bırakırsınız ki metal dışarıya patlayacakmış gibi görüntü alırsınız. Bu, tamamen sanatçının elinde bir şey. Ya da bir mermer. Derinliğini gösteren bir malzemedir. Aynı insan cildi gibi. Bakın insanın cildine alttaki damarlar, kaslar hafif gözükür, yarı transparandır. Mermerin böyle bir avantajı var. Dolayısıyla mermer heykel yapmak kolaydır. Çünkü, malzemenin görsel avantajı sanatçıya yardımcı olur.
Granit serttir, çok zor kabul edilir, tam tersine o sertliğin de getirdiği bir avantaj vardır. Biz granite vurduğumuz zaman tam istediğimiz gibi düşer. Yani tam uyumlu hareket eder. En zoru da hiç kendini belli etmemesine rağmen ahşaptır. Çünkü değişken ve hızlıdır. Siz çalışırken bile değişmeye, size tepki vermeye devam eder. Yani malzemelerin kendi içinde canlılıkları var ve bunlara sanatçı kumanda ediyor."
KANDIRMAK KOLAY
Sanatın, sanatçının gücü...
"Fakat şöyle de enteresan bir şey var: Heykel bir kütle. Esas sözü söyleyen o kütle. Peki, bu malzemelerin canlılıklarını öne çıkararak esas konunuzu geriye mi atıyorsunuz? İşte ben hep bu soruyu sordum. Saklayabiliyorsunuz, geriye atabiliyorsunuz, görsel anlamda izleyiciyi âmiyane tabiriyle kandırabiliyorsunuz. Kandırmamak çok zor. Yani heykelin tam kütlesini, heykelin kendi vereceği imgeyi öne koymak daha zor. O zaman malzemeden kaçmaya başlıyorsunuz. Çünkü, esas konuya geliyorsunuz. Tabii her sanatçı da buna girmek istemiyor. Biraz daha sıkıntılı bir süreç. Ama ben bunu hep sorguluyorum. Bu nedenle benim için malzeme önemli değil.
1 milyon tona yakın taş yonttum biliyor musunuz? Rekor galiba bende. Bronz döktüm. Dökümhanem vardı. Çok sayıda ağaç heykel yaptım değişik ağaçlarla ve bütün bunları yaptıktan sonra bunu fark ettim, işin asıl konusuna gel, dedim kendi kendime. Her malzemenin kreatif imkânları var. Kâğıdın bile. O kreatif imkânları, ilk karşılaştığımız malzemede bile doğru kullanabilmek önemli.
Bir de evrende her şey canlı biliyor musunuz? Her şey canlı. O canlılığa saygı göstermek lâzım. Ben, ona çok dikkat ediyorum. Her halde içinizde çocuksu bir sevgiyi yaşatmamız gerekiyor, naif bir sevgiyi. Ben çok dikkat ediyorum her canlıya çok saygılı, çok dikkatli davranmaya."
"Devletin ancak makro teşvikleri olabilir"
Heykel sevgisini artırmak ya da koleksiyonlara daha çok heykel sokmak için neler yapılmalı?
"Gördüğüm kadar - heykel sanatında 38 senedir tam aktifim, devamlı çalışıyorum, devamlı onunla yaşıyorum - son 7-8 senedir koleksiyonerler severek heykel almaya başladılar, ama bunların sayısı az. Fakat artıyor. Hatta şöyle koleksiyonerler oluştu - birkaç tane var - meselâ bir öncü bir arkadaşımız var, değerli bir arkadaşımız Haydar Bey, sadece heykel koleksiyonu yapmaya başladı. Sadece heykel çok zor, fakat çok değerli bir koleksiyon. Bunlar artacak. Bunlar arttığı takdirde Türk sanatı beslenecek.
Devletten bir şey beklememek lâzım. Dikkat ederseniz - bizim kuşaklarda vardı bu eğilim, ama yavaş yavaş kesilmeye başladı - hep devletin sanat politikası deniliyor, hep devletten bir beklenti var. Hâlbuki devletin sanat politikası olmaz bence. Devletin sadece makro teşvikleri olur. Böylece sanatın özgürlüğünü devlet kısıtlamamış olur. Böylece yine devlet yapması gereken işi en iyi yapmış olur, yani kendi ülkesinin özgür sanatını rahat bırakarak kültürünü daha iyi inşa etmesine vesile olmuş olur. Hâlbuki bizde bir alışkanlık var hep devletten beklenti. Bence yineliyorum hiçbir beklenti olmamalı."
"Heykel, bizleri eski insanların bellek alışkanlığına zorluyor"
Son yıllarda insanlar üçboyutlu filmlere gidiyor, üçboyutlu televizyonlar almaya çalışıyor, buradaki filmleri üç boyutlu gösteren gözlüklerle seyrediyor. Hâlbuki heykeller binlerce yıldır üçboyutlu. Bu gelişim, değişim sanata nasıl yansıyacak?
"Biz üçboyutlu bir evrende yaşıyoruz. Bu evrende hiç düz çizgi yok. Her şey eğri. Hiç prizmamsı şeyler yok prizmatik küçük mineraller dışında. E peki bu eğri evrende biz bir düzlem alışkanlığı oturtmuşuz ve canlı fiziğimizi, canlı belleğimizi yoruyoruz sürekli. Doğal alışkanlığımızı kaybediyoruz. Şimdi bu üçboyutlu televizyonlar, üçboyutlu görüntüler hepsi, bizi buna geri döndürüyor. Hâlbuki bu üçboyutlu dünyada o kadar hızlı bir enformasyon alışverişi, o kadar hızlı duygu alışverişi var, imgeler o kadar hızlı ve o kadar verimli hareket ediyorlar ki buna mani olmamalıyız.
İşte heykel bunu 1000 yıllar önceden beri kırmaya başlayan, eski doğal insanın bellek alışkanlığına çevirmeye zorlayan bir sanat. Ana bir sanat. Kök sanat dediğimiz sanatlardan biri. Düzlem geometri üzerinde sanal espas üzerinde kök sanat resim, üçboyut üzerinde kök sanat heykel. Gene üçboyut ve fonksiyon üzerinde kök sanat mimarlık. Biz mimarlığı bir sanat kabul ederiz. Tarih hep öyle kabul etmiş. Bunlar hep ana dallar. Günümüzde hemen hemen yüzlerce şey hep bunların altındadır."