Bağışıklık sistemimi güçlendirdi

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Devlet Sanatçısı Dilek Türker.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Bu haftaki konuğum, insanların tanışma ve kaynaşmaları için en güçlü yolun sanat ve kültür olduğuna inanmış yarım asra yakın bir süredir bu amaçla sahnelerde olan bir usta, 22 yaşındaki Tiyatro Ayna'nın sahibi, Devlet Sanatçısı Dilek Türker. Kuruluşundan bu yana oyun seçimlerinde toplumsal ve sanatsal kaygıları bir arada taşıyan Dilek Türker - Tiyatro Ayna, yeni oyunu "Kırmızı Halı"yı geçtiğimiz aylarda sahnelemeye başladı. İlk sorum, yeni oyunu üzerine:

70'lerin sonundan 90'ların başına kadar 12 yıl boyunca Almanya'da yaşamış ve tiyatro yapmıştınız. Bu sezon orada büyük beğeni toplayan bir oyunu seçip oynamaya başladınız. Nasıl gelişti bu proje?

"Geçtiğimiz yıl Türkan Saylan'ın hayatını canlandırmıştım 'Türkan Işık Yolcusu'nda ve 6-6,5 ay içerisinde 100 oyun oynamıştım. Bu sürede bu oyun sayısı korkunç bir rakam! Yorgun, bitkin düşmüştüm. Artık başka bir oyun oynama zamanım gelmişti. Hale Kuntay benim çok eski, sevgili bir dostum. Bir gün onunla konuşuyor, her zamanki gibi tiyatrodan bahsediyorduk dedi ki:

'Bir oyun geldi bana, Folker Bohnet ve Alexander Alexy adlarında 2 Alman yazmışlar, Ein Oscar Für Emily diye. Oyun, Essen'deki Rathaus Theater'da yakınlarda sahnelenmiş ve çok güzel eleştiriler almış.'

BİR AİLE KOMEDİSİ

Özel bir tiyatrodur, özellikle komedileri ile tanınır... Nasıl bir şey? diye sordum, 'hoş bir hikâye' dedi ve anlatmaya başladı:

'Bir aile komedisi. Hollywood'da star olmaya çalışmış, yaşları altmışını geçmiş bir karı- koca anlatılıyor. Aynı zamanda tiyatro oyuncuları... Bunlar, yaşlılıklarında hayatlarını nasıl mânâlandırabileceklerini ve ölümü nasıl beklemek gerektiğini tartışıyorlar. Tartışırken de ya Shakespeare oynuyorlar, ya Moliere! Ve hayatlarını onların tekstleriyle bağlıyorlar. Komik diyaloglarda görüyoruz ki hayatlarının içinde aslında müthiş bir dram var. Bu dramda yıllarca Oscar ödülleri gecesini

heyecanla bekleyen iki eski sanatçının 45 yıllık evliliklerini, rutin olmayan ilişkilerini, ölen oğullarının acısını, kızgınlıklarını pişmanlıklarını ve umutlarını görüyoruz.

Sistemin getirdiği şöhret ve para tutkusu yüzünden çocuklarını – hiç söylemek istemiyorlar ama - uyuşturucudan kaybetmişler. Yaşadıkları o büyük dramı hatırlamamak için çocuklarına dair hayaller kuruyorlar. Ve yıllar sonra başka kılıkta torunları gelip onları buluyor...

Popüler kültürü zaman zaman eleştiren, onun ve şöhretin son derece gelip geçici olduğunu, insan mutluluğu için birinci değer olmadığını kanıtlayan bir oyun.

Sıcak kalpli ve saygılı yaşlı çiftin gerçekliğin aksiliklerine karşılık kendilerini korumak için kurdukları bir hayat; hayal ile gerçek, dün ile bugün var tekstte... Zeki diyaloglar iki yaşlı sanatçı ve genç bir delikanlı etrafında kurgulanmış. Hayata tutunabilmek için sevginin ve ailenin önemi; iki yaşlı insan nezdinde kadın, erkek ve genç ilişkileri sorgulanarak anlatılıyor. Ve nesiller arasındaki yaşam farkının bir sürtüşme nedeni olmak yerine, geleceğe dair yol gösterici bir değer olduğu anlatılıyor. Ve bu bağlamda, oyunda aile içi çatışmanın aile içi dayanışmaya dönüşebileceğini gösteren çok önemli ipuçları bulunuyor. Oyundaki esas mesele ise sevgi, aile ve çocuk... Hikâye olumsuzdan olumluya - çünkü, hayat öylesine sihirli ve güçlü ki, bunlar da çok güçlü insanlar - doğru gelişiyor.'

Uzatmayalım... Sen bunu hemen çevir dedim Hale'ye, ben bunu bu sene sahneleyeceğim. Konu beni çok çekti..."

Çekmemesi mümkün değil... Gerçekten etkileyici... Ama yine de sormak istiyorum niçin çekti?

"Şunun için: Çok umut taşıyan bir oyun... Popüler kültürün, çağımızın şöhret, dünya oyuncakları gibi insanı esir alan birtakım değerlerinin yok ettiklerini yeniden yaratmaya yönelik. Yani hepimiz hayatta birtakım değişiklikler yaparız doğaya dönüşümüz, doğru beslenmeye çalışmamız gibi... Bunlar da kendi değişikliklerini başarıyorlar. Bu nedenle de çok hoş bir hikâye, aynı zamanda çok virtüozite istiyor."

SEVGİYLE ÇALIŞTIK

Sahneyi kimlerle paylaşıyorsunuz?

"Devlet Tiyatrosu oyuncularından Selçuk Özdoğan'la beraber. Ertunç Uygun isminde yeni bir oyuncumuz var Ankara Dil ve Tarih'ten, Tiyatro Bölümü ve Metin Yazarlığı'ndan mezun oldu, ilk profesyonel çalışması. Bundan da çok mutlu oldum, çünkü çok ciddi bir yetenekle karşılaştık. Çok sevgiyle çalıştık. Hakan Altıner sahneye koydu, Osman Şengezer dekorlarını yaptı. Ben zaten hep Osman'la çalışıyorum biliyorsunuz."

Son yıllarda komedi deyince kimi sahnelenen eserlerin içerisine belden aşağı espriler, görüntüler de giriyor. Gazetelerde de geniş yer buluyorlar. Sizin oyun da bir komedi, ama bunların hiçbiri yok!

"Bunları yapmazsanız varlığınızı duyurabilmeniz, âdeta mümkün değil artık. İlgilenmiyor insanlar. Yani Dilek Türker diye birisi yok bunlarla ilgilenenler için. Var, ama yok. Aslında olduğunu biliyorlar. Ama Dilek Türker'in söyledikleri, bugünkü popüler kültürle yüklü hayatımız içinde hiçbir heyecan yaratmayan sözler. Yani içinde seks yok, aşk yok! Biz, onlarla aynı yöntemlerle savaşamayız, bunu yıllardır söylüyorum, anlatmaya çalışıyorum, ama diyorlar ki 'kaybeden sensin, bak biz gişemizi yapıyoruz..."

90 BİN SEYİRCİ

Peki sizi kimler izliyor?

"Benim, enteresan bir seyircim var. Bu seyirci İstanbul'da 20 bin civarında. Türkiye genelinde de de 70 bin seyirci turneye çıktığım zamanlarda. Onlar beni yaşatıyor."

Bunlar ciddi rakamlar...

"Öyle gözüküyor. Ama ben bunun için gayret gösteriyorum tabii ki... Gerektiğinde çok bedava oyunlar oynadım, organizasyonlar gerçekleştirdim. Senelerce bunları yaparak bu rakamlara ulaştım. Ve burjuva seyircim de var tabii. Onlar kesin, kemik seyirci. Zaten oyunları sosyal sorumluluk projesine dönüştürdüğüm zaman 'tabii' diyenler, taşın altına elini biraz sokanlar hep onların arasında.

Bütün bu anlattıklarımın ardından böyle tiyatro yapmak gerekli mi? diye sorabilirsiniz. Benim için gerekli, çünkü ben başka türlü yaşamasını bilmiyorum. Bu bir, iki: Tiyatro sanatının o kalite-kantite meselesi tabii çok önemli bir meseledir, bu meslekten biz bu kadar az sayıdayız diye vazgeçmek hiç aklıma gelmedi. Ve bu yaptığım işe devam edeceğim. Çünkü, o kadar güzel şeyler yaşattı ki tiyatro bana insana, hayata ait. Bütün bu zorluklarına rağmen... Benim bağışıklık sistemimi güçlendirdi tiyatro. Kişiliğimi bulmama yardım etti. Bir elimde çekiç, bir elimde çivi ben kendimi yarattım. Çünkü bende ne diploma, ne aile var. Ömrümde her şeyi tek başıma yaptım. Üstelik bir sürü eksiğe rağmen. Ben, sadece ortaokul diploması olan biriyim. Ama bir buçuk lisan biliyorum, bunları gayretlerimle öğrendim. Yurtdışında, Almanya'da 7 yıl bir eyalet devlet tiyatrosunda diva muamelesi gördüm.

Sonuçta insanın kendisini keşfetmesi bir emek süresi. Bunu yaparken de kendisindeki güzel değerleri yaşatıp yeşertebilmesi yine kendi elinde. Bu arada hastalıklarınızı, zaaflarınızı da keşfederek bunların içinde kendinizi yeniden biçimlendirmek, oluşturmak, yaratmak gibi bir şey yaşıyorsunuz. Ben bunları yaşadım ve burada başarılı olduğumu düşünüyorum."

MÜCEVHERİM HAYAT

Ve bütün bu yaşananlar, birikenler, günyüzüne çıkmadan kalacak mı? Dilek Türker anılarını kaleme almayı düşünmüyor mu?

"Üretmek, kaçınılmaz bir şey. Üretimsiz nefes almak ve yaşamak mümkün değil. Ben, hayatı çok biriktirdim, diye düşünüyorum. Mücevherim yok, şu yok, bu yok, ama hayat var..."

Ve bunlar kullanılmamış, bilinmiyor...

"Ben artık bunları yazmak istiyorum, yaşım da buna müsait. Yalnız bunu yapabilmem için yalnız buna konsantre olmam, başka şeylerle uğraşmamam, yani 1 yıl geçinebilecek kadar kenarda paramın olması lâzım. Ama benim hiçbir zaman 1 yıllık param olmuyor, hep 2 ay geçinebilecek kadar oluyor. Ondan sonra gene çalışmam gerekiyor.

Ama yazmak istiyorum, çünkü çok zengin bir hayatım oldu. Şimdiki gençliğin bunları okuduğu zaman yüzünde hayret, hüzün ifadeleri görebileceğimi, zaman zaman kahkahalar atacaklarını hissediyorum. Anlatacaklarımda insan hikâyeleri ve bu hikâyelerin içinde bir duruş var. Bu duruşun içinde ilkeler var. Bütün bir sosyo-politik yapının içinde insan olarak doğru seçim için konulmuş bir emek ve her zaman hesaplaşmalar ve bunların içinde hikâyeler var. Bunların kullanılmamış olarak kalmasını ve anlatılmamasını çok yazık olarak görüyorum. Bunu da görev olarak kendime tayin ettim. Siz de belki bu konuda yardımcı olursunuz diye düşünüyorum...

UMUDU TAŞIMAK

Yazacaklarımın sansürü olmasın da istiyorum. Sansür derken şunu kastediyorum: Otosansürümü zaten yaparım... Ben, ilkelerimi, dünyagörüşümü zedeleyecek sansürden söz ediyorum: Şöyle olursa ticari, böyle olursa ahlâki olur, ona göre şimdiki satış gerçeklerine göre gibi kaygılar olmadan, özgürce yazmak istiyorum. İçimdeki o coşkuyu, sevgiyi ve umudu oraya taşımak istiyorum. Umudumuzu nasıl elimizden alamayacaklarını, sevgiyi nasıl yok edemeyeceklerini anlatmak istiyorum.

Yıllar önce ilk okumaya başladığım senelerde Sait Faik'in 'her şey bir insanı sevmekle başlar' cümlesini gördüğümdü çok heyecanlanmıştım, sarsılmıştım. Daha çok okumaya başladım. Neredeyse çocuktum bunu okuduğum zaman... Ben, bunların hepsini yeniden yeniden anlatmak istiyorum."

"ÜRETİM VE GÜZELLEME TUTKUSU"

Çok zengin, renkli bir hayatınız var...

"Evliliklerim oldu, çocuk doğurdum anneliği yaşadım, aşklarım, flörtlerim oldu... Yani hayatı yaşadım da... Kendimi geliştirirken yaşam, yalnız ev-tiyatro arasında geçmedi. Ama şu var: Üretim ve güzelleme tutkusu... Bu, bir aşktır. Bence galiba dogma dediğimizin karşısına biz aşkı koyabiliriz. Güzelleme tutkusuna duyulan aşkı. Dogmalarla hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Sanat denilen kavramın o müthiş gücü, yüceliği dogmanın karşısında aşkla çok daha güçlü olmasıdır... Değiştirmeye yönelik, çok dinamik bir şeydir aynı zamanda sanat. Onun için de korkuluyor tabii sanattan... İktidarların verebileceği hiçbir şey yoktur sanatçıya. Ama sanatçının iktidara verebileceği şeyler vardır çünkü, güzeli işaret eder ve akıllı bir iktidar, bunlardan faydalanabilir. Zaten sanatçı muhalefeti içerir, iktidar olmak istemez ki..."

"Gençler 100 kelime ile konuşan teknolojik aygıtlar haline geldi!"

Yazmayı düşündüğünüz anılarınız yarım asra yakın bir dönemin tiyatro, kültür hayatına tanıklıklıklar demek ve çok önemli bir belge. Ama bütün bunların yanında gençlere de yol gösterecek nitelikte olacak...

"O kadar çok üzüldüğüm şeyler var ki gençlik hakkında... Anlatacaklarım eleştiri değil, objektif tespitler. Çünkü, üniversitelere gidiyorum ben, oralarda 'teatral konferans' adını verdiğim gösterilerim var. Şiirler okuyorum, şarkılar söylüyorum, anlatıyorum, oyunlardan parçalar oynuyorum ve inanılmaz bir iletişim kurabiliyorum

onlarla bir süre sonra. Bir süre dediğim, en fazla 2 buçuk dakika sonra, gençlerde müthiş bir açlık, müthiş bir hayret, coşku görüyorum.

Ama televizyonlardaki yarışma programlarından da anlayabiliyoruz ki - sosyo-kültürel yapıyı ölçmek açısından çok enteresan bu programlar - buralara katılan gençler, hadi popüler bir şey söyleyeyim yemek kültüründen tutunuz dilbilgisine, edebiyata birçok konuda yeterince bilgili değiller. Türkçe konuşmalarında da görüyoruz, artık 100 kelime ile konuşan teknolojik aygıtlar haline geldi gençlik.

Bunların karşısında ben, sanatın bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Bunun için kitap yazmak daha da önemli hale geldi. Ama bu kitabın pazarlanması, bugünkü pazar anlayışı konusunda bir kızılderili kadar naif kalıyorum, dünyada bir uzaylı gibi dışındayım, ama bütün bunlara rağmen ben, yine da anılarımı yazmak istiyorum."

 

 

Bu konularda ilginizi çekebilir