Ben, biraz kalem arsızıyım
Türk tiyatrosunda birçok ilke imza atan usta yönetmen, eğitimci, oyuncu Haldun Dormen ile sohbet ettik
Faruk ŞÜYÜN
Bu haftaki konuğum tiyatro, televizyon, sinema dünyasındaki unutulmaz çalışmalarıyla tanıdığımız bir usta: Haldun Dormen... Nasılsınız Haldun Bey?
"Sağolun, her zamanki gibi iyiyim. Ben hep çalıştığım için hep iyi olacağım zannediyorum. Çalışmak bana iyi geliyor."
Sizi meslektaşlarınızdan ayırt eden yönlerden birisi de bu...
"Ve bu yaşta…"
Ve bu yaşta… Maşallah.
"Gerçekten. Birçok insan kenarda köşede oturmuş kahvesini yudumlarken, televizyon seyrederken ben çalışıyorum ve çalışmaktan da büyük, gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Yani yaşadığımı anlıyorum böylelikle. Allah bana uzun bir süre akıl, sağlık verirse eğer, çalışarak yaşayacağım."
Çalışmalarınız yalnız İstanbul'la sınırlı değil, Anadolu'nun birçok kentinde oyun yönetiyorsunuz...
"Eskişehir'e gittim; Diyarbakır'da Kürtçe oyun koydum sahneye. Ben, hareketi seviyorum. Aslında Diyarbakır'da oyun koyarken aynı zamanda İstanbul'da iki oyunda birden oynuyordum. Hem 'Pazar Günkü Cinayet'i, hem 'Kibarlık Budalası'nı. Onların da temsilleri oluyordu tabii. Haftanın birkaç günü sabah 7 uçağıyla geliyordum, gece temsillerde oynuyor, ertesi sabah 7 uçağıyla dönüp 3-4 gün prova yapıp tekrar geliyordum. Böyle mekik dokuyordum İstanbul'la Diyarbakır arasında. Aynı şey Eskişehir için de geçerliydi. Ama Eskişehir'e arabayla gidip geliyorduk. Allah'tan yardımcılarım, asistanlarım var onlarla beraber gidiyorum. Güzel, hoş oluyor. Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum bir kere..."
Bu sene de başka kentlerde projeler var mı?
"Şu anda yok, ama olması ihtimali var. Antalya'dan bir teklif geldi, Eskişehir'den teklif ihtimali söz konusu. İstanbul'da da çok yoğun işlerim var."
Bu sene "Kibarlık Budalası" da devam edecek mi?
"Edecek. Etmesini istiyoruz."
Kaç sene oldu, üç, dört?
"Üç sene oldu, dördüncüsüne giriyor. 250 temsile yaklaştık, 300'e kadar götürmek istiyoruz."
Ya "Pazar Günkü Cinayet?" o sürecek mi?
"Onu 60-70 temsil sonra bitirdik. 'Kibarlık Budalası' kadar çok tutmadı. Bir de benim nefret ettiğim, sevmeyerek oynadığım 'Don Kişot' vardı. Onu 25 temsil oynadık ve Allah'a çok şükür kapattık, bitti."
Niye böyle diyorsunuz?
"Çünkü, doğru dürüst hazırlanamadık, hiçbir şeysi doğru dürüst değildi bence. Onun için 'Don Kişot' beni çok rahatsız etti. Aslında çok güzel, herkesin rüyasını süsleyen bir rol... 'Don Kişot'tan elimde kalan çok güzel bir resim var, ona baktıkça 'ben galiba rolü iyi oynadım!' diyorum, ama çok kötü oynadım!"
Televizyonda yeni bir diziniz var...
"Evet, 'Aşkın Halleri' diye. Onda da ben şu anda ne oynadığımı bilmiyorum. Yani bir lokal var, habire lokale girip çıkıyorum... Ama daha fonksiyonel olacağımı zannediyorum ileriki bölümlerde, inşallah devam ederse. Şu anda yalnız bazı şeyleri tasdik ediyorum, bazı şeyleri sorguluyorum, çok şey bir karakterim yok... Olacağını ümit ediyorum."
Evinizin bütün duvarları resimler, kütüphaneleriniz, dolaplar belgelerle dolu... Çok önemli bir arşiviniz olduğunu düşünüyorum...
"Birçok doküman elimde kalmıyor, veriyorum birilerine ve geri gelmiyor. Onun için arşivlerim olması gerektiği kadar yeterli değil. Örneğin 'Şahane Züğürtler'in kopyasını çok zor buldum. İki tane film yaptım, onlardan bir tanesinin kopyasını zor buldum, öbürü elimde değil. Çünkü, bol keseden herkese dağıtıyorum, insanlar da geri getirmiyorlar. Yani bir sürü şey eksik, ama ona rağmen gene bir şeyler var tabii. Bazılarını muhafaza etmeye çalışıyorum."
Onları bir kuruma bağışlamak ya da örneğin bir vakfa dönüşmek gibi projeleriniz var mı?
"Kurum haline gelme projem yok da bir kuruma bağışlamak istiyorum. Oğlumla falan da konuşacağım, işe yarar bir yere vereyim bari."
Eminim, bütün bu "gelmeyenlere" rağmen, çok önemli şeyler vardır...
"Bir sürü şey var tabii. Bir kere afişler var. Bugüne kadar gördüğüm - Amerika, Avrupa dahil - bütün oyunların programları var. Onları kimseye vermedim, duruyorlar, belki bir - iki tanesi eksik ama... Önemli afişler var. Hem benim tiyatroma ait olanlar, hem başka tiyatroların, operanın afişleri... Afiş koleksiyonum gayet iyi."
Anılarınızı yazmaya devam ediyor musunuz?
"Şimdilerde dördüncü kitabımı yazıyorum."
Hayat hikâyenizi anlattığınız üç kitabınız vardı.
"Evet."
Önce yeni kitaptan başlayalım...
"Yeni kitabın ismi de çok güzel. Dostum Banu Zeytinoğlu buldu. Ne koyayım, ne koyayım? derken 'Nerede Kalmıştık?' olsun dedi. 'Nerede Kalmıştık?' benim 'Amphitriyon'da yazdığım şarkılarımdan biriydi. 'Amphitriyon'nun bir ismi de - hani bazı insanlar çok rahat söyleyemez diye – 'Nerede Kalmıştık?'tı...
Anlamı şu oluyor: Birinci kitabım, birinci tiyatronun kapanışından doğuşuna gidiyor ve tiyatro kapanışında bitiyor: 'Sürç-i Lisan Ettikse.' İkinci kitabım 'Antrakt' iki tiyatro arasındaki devri, televizyona başladığım devri anlatıyor, ikinci tiyatronun açılmasıyla birlikte 1986-1987'de bitiyor. Üçüncü kitap ise 'İkinci Perde' 1986'da başlıyor, ikinci tiyatronun kapanışı olan 2001 tarihine kadar devam ediyor...
Ben bir daha yazmak istemiyordum, ama asistanım Buğra bana dedi ki:
'Niye yazmıyorsunuz? O kadar çok şey oldu ki!'
'E bir şey olmadı ki ikinci tiyatrodan sonra!' dedim. Sonra elime kalemi alınca baktım o kadar çok şey olmuş ki... Ben, biraz kalem arsızıyım. Çenesi düşük olanlar vardır, benimse kalemim düşük. Başlayınca yazıyorum. Ve şu anda aşağı yukarı yarısı bitmiş durumda."
BİR AMERİKA SEYAHATİ
Kim basacak belli mi?
"Belli, Buğra biliyor, ben bilmiyorum. Bu arada bir de onların yaptığı çok güzel bir proje var, ondan da bahsetmek istiyorum. Bir Amerika seyahati. 'Haldun Dormen'le Broadway' diye bir proje yaptılar, isteyen katılabiliyor. Programda Broadway'de 3-4 oyun, Metropolitan Operası'nda bir gece, Cirque Du Soleil filan, onların ünlü lokantalarında yemekler var. O arada benim çok hoşuma giden bir şey oldu: Yale'de konuşma yapmak istiyordum talebelerle. Çünkü buraya geldiler, onların İngilizce sunuşlarını yaptım. Çok mutlu olmuşlardı. Benim için bir davet yapmak istiyorlardı. Bir de o davet olacak, isteyen ona da katılabilecek. Yedi gün sürecek bir macera yani."
Ne zaman?
"12 Ekim - 19 Ekim arasında..."
New York için güzel bir zaman.
"Güzel de benim o sırada provalarım filan olacak tabii."
Siz yetişirsiniz hepsini her zamanki gibi.
"Yetişeceğim tabii."
Sizin bir de hoca yönünüz var. Bütün bu işleriniz arasında dersler veriyorsunuz.
"Aktörlük benim için üçüncü planda kalıyor. Benim için en önemli olan yönetmenlik. Kendimi yönetmen olarak görüyorum. İyi bir tiyatro yönetmeni olarak görüyorum. Sonra da hoca olarak. Çocukların istedikleri şeyleri, bildiğim şeyleri paylaşmaktan hoşlandığım için hocalık benim için çok önemli. En son da aktörlük geliyor. Aktörlüğü vakit bulursam, çok hoşuma giden bir şey olursa yapıyorum. Ama aktörlük yapmasam çok rahatsız olmam. Yönetmenlik, hocalık yapmasam çok rahatsız olurum. Zaten gelecek ayın dördünde başlıyorum yine derslere. Keyifli oluyor. Gençlerle birlikte olmak, gençlerle bir şeyler paylaşmak, onların bir yerlere geldiğini görmek beni mutlu ediyor."
'OLMAK YA DA OLMAK'
Hocalığınız sahnede de sınıflarda da sürdü. Yıllarını sanatçı yetiştirmekle geçirmiş birisiniz. Hayatınızın büyük bir bölümünü bu işe verdiniz ve ortaya deneyimlerinden yola çıkılarak yazdığınız 'Olmak ya da Olmak' isimli bir kitap çıktı...
"Epsilon Yayınevi ısmarlamıştı o kitabı. Hiç aklımda böyle bir şey yoktu. 'Bir kitap yazsanıza gençlere' dediler. Ne yazacağımı da bilmiyordum, sadece 'peki' dedim. 'Olmak ya da Olmak' ortaya çıktı. Çok sevdiğim başka bir hanım dostum, Ayşenil Sensev buldu o ismi de. 'Olmak ya da Olmak' çünkü benim için, karar veriyorsan olmak zorundasın. 'Olmak ya da olmamak' diye bir şey benim için yok. Olmak ya da olmak, olacaksın... Yani köprüleri yakıp olacaksın. Hepimizin hayatında çok inişler çıkışlar oldu, olacak da… Onun çaresi yok. Tabii bir oyuncunun, bir tiyatrocunun hayatında daha çok oluyor bunlar: Bir oyununuz çok başarı kazanıyor, ertesi oyununuz yerin dibine batıyor. Hep son oyununuzla kaale alınıyorsunuz, ama buna rağmen devam etmek gerekiyor. Benim için olmak çok önemli. Yani ya olacaksın ya da olacaksın… Bunu anlatmaya çalıştım kitabımda."
Peki sinema? Yeni bir yönetmenlik?..
"Sinema… Biliyorsunuz kendi şirketimi kurdum 1964-65 yıllarında ve iki film yaptım. İkisi de bir sürü ödül kazandı. En İyi Film Ödülleri'nin yanısıra rahmetli Müşfik Kenter'e En İyi Oyuncu Ödülü'nü, bir sene sonra Erol Günaydın'a En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü, En İyi Senaryo Ödülleri'ni filan getirdi. Ama para yapmadı. Para yapmayınca iflas etti şirket, iflas etmedi de…"
Bir yenisini yapacak mecal kalmadı.
"İkincisi için vardı, üçüncüsünü yapacak kalmadı. Ve tiyatro belki de tarihte ilk defa sinemanın borçlarını ödedi. Tiyatro devam ediyordu, oynuyorduk. Ondan sonra bir daha film yapmak istemedim. Televizyonda reji yaptım, ama şimdi onu da yapmak istemiyorum. Yalnız oyuncu olarak... Hoşuma giden bir şey olursa kabul ediyorum ve oynuyorum. Oyuncu olarak işlerine yararsam ne mutlu bana. Rejiyi yalnız tiyatroda yapmak istiyorum."
Dersler, oyunlar, yönetmenlik çalışmaları bu kadar şey... Meselâ rollerinizi nasıl aklınızda tutuyorsunuz?
"Tutuyorum. Hiç kimsenin ismini hatırlamıyorum, ama rollerimi ve olayları hatırlıyorum, çok da iyi hatırlıyorum."
Anılarınızda da her şey çok berrak, pırıl pırıl...
"Üç oyunu aşağı yukarı aynı anda oynadık, lafları hatırlıyorum. Ama 'Don Kişot'u yarım yamalak ezberledim, çünkü çok iyi hazırlanamadık. O yüzden de biraz bedbahtım. Ancak onuncu oyundan sonra ezberim tam oturdu yerine. Ezberi doğru dürüst yapamadım, çünkü çok iyi prova yapamadık. Yönetmenimiz Hakan'ın (Altıner) çok kötü zamanlarına, çok derdi olduğu bir zamana denk geldi, o da gerektiği kadar ilgi gösteremedi. Onun için çok yarım yamalak çıktı. Ezber de yarım yamalak çıktı. İlk gece tekleye tükleye, bu kadar ezberim kıt bir oyun oynamamıştım."
Peki, ne yapıyorsunuz, unutursanız örneğin?
"İdare etmeye çalışıyorsunuz. Tabii sonradan çok azap çekiyorsunuz, seyircilerden utanıyorsunuz. Ufacık bir hata yaparsanız o size dünyanın en büyük hatası gibi geliyor. Çoğunlukla seyirci onu belki fark etmiyor bile."
Son dönemde sahnelerde teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
"İlginç geliyor. Meselâ biz de 'Barış Manço Müzikali' hazırlıyoruz. Ben, çok fantastik bir şey yazdım, inşallah onun çalışmalarına başlayacağız. Orada o efektleri kullanacağız, çünkü dekordan daha etkili oluyor. Dekor zaten onlar da. Ben de dekor ile karıştıracağım... Meselâ bir savaş sahnesinde arkada bir orduyu gösterebiliyorsunuz. Onu, öndeki şeylerle bağdaştırabilirseniz çok hoş, çok gerçek oluyor. Belki tiyatrodan biraz uzaklaşılıyor, ama bence modern tekniklerden de faydalanmak, zamanımıza uymak gerekiyor. İnsanlar artık eski hantal şeylerden biraz uzaklaşmak istiyorlar."
İLGİ ÇEKMEK İÇİN
Yeni Shakespeare yorumları öyle...
"Bazıları saçmalıyor bazen, ama onlar da bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Shakespeare'i olduğu gibi oynamak belki artık demode, yani milletin ilgisini çekemiyorsun."
İnteraktif çalışmalar rağbette...
"Çok geçerli... Benim aşağı yukarı bütün oyunlarımda o birazcık vardır zaten."
Barış Manço Müzikali'ni biraz daha açalım mı?
"Onun hayatını çok fantastik şekilde anlatan bir oyun. Şu anda konuşma aşamasında. Ben sinopsisi yazdım. O da enteresan. Barış Manço fikir, ırk, din, dil birliği yapmak için gönderilmek isteniyor. Orada bir heyet kuruluyor. O heyette de dünyanın en ünlü şarkıcıları var, hepsi kendi tarzlarında Barış Manço şarkıları söylüyorlar. O kurulda ne bileyim Edith Piaf var meselâ, Micheal Jackson, Safiye Ayla var... Hepsi Barış Manço'ya buraya gelmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorlar."
Peki, boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz?!
"Televizyon seyrediyorum, müzik dinliyorum, çançan ediyorum. Ben işlerimi çabuk yaptığım ve de çok planlı olduğum için boş zamanım kalıyor."
Gerçekten?!
"Bir de geceleri çok geç, üçte yatıyorum. O saate kadar bana tahammül edenler oturuyor, oturmayanlar gidiyor. Ben de televizyon seyrediyorum."
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
"Yok, sağolun, çok teşekkür ederim. Ben de sizi tebrik ederim yaptığınız 'Ustalara Saygı' geceleri için. Yaşarken insanlara değer veriyorsunuz, bu da çok önemli. Bir sanatçı olarak ben size bundan dolayı çok çok teşekkür ediyorum."
"Ödenekli tiyatroları kapatırız diye bir şey olamaz!"
Son aylarda tiyatro gündeme tartışmalarla da geliyor: Ödenekli tiyatrolar kapansın, kapanmasın tartışmaları...
"Tabii ki kapanmasına şiddetle karşıyım. Tiyatrolar kapanmıyor, ama işte birtakım şeyler değişiyor ve birtakım şeylerin değişmesi galiba gerekiyor. Meselâ Devlet Tiyatroları'nın kapanması korkunç olur. Çünkü bütün Anadolu'ya tiyatroyu yayan, sevdiren Devlet Tiyatroları'dır. Ben, Anadolu'ya çok gidiyorum ve görüyorum ki epey gelişmiş tiyatro zevki. Meselâ Rize'de dört-beş tane amatör grup var...
Bunlar, yeni fikirler üreten tiyatrolar. Çok hoşuma gitti. Devlet Tiyatroları'nın bunda payı çok büyük. Meselâ Van'da çok harika bir sahneleri var, çok güzel oyunlar sahneleniyor orada. Bunlar önemli. Kapatamazsınız, ama belki birtakım şeylerin elden geçmesi gerekiyor. Belki değil, gerekiyor. Yani eskiden yapılmış kanunlar onlarınki. Herkesin çalışması, çalışmayanın belki bir süre maaş almaması veyahut da bir sene için affedilmesi, çalışana belki daha çok prim verilmesi... Bilmiyorum, yeni baştan birtakım şeylerin yapılması bence gerekiyor, ama kapatırız diye bir şey olamaz...
Hele İstanbul Şehir Tiyatroları'nı nasıl kapatırsınız?! 1914 te kurulmuş. Osmanlı'dan zamanımıza kalan önemli kuruluşlardan bir tanesi..."
"Sokak Kızı İrma"yı baştan yazdım
Başka yeni projeleriniz var mı?
"Yazdığım bir müzikal var 'Tapılacak Kadın' diye. Buna özel bir prodüksiyon bulursam onu da yapmaya çalışacağım. Bir de Şehir Tiyatrosu'na 'Sokak Kızı İrma'yı baştan yazdım. 2012 yılının Türkiye'sinde geçen bir olay oldu. Türkiye'de geçiyor, ama ismi yine 'Sokak Kızı İrma.' Çünkü baba, bir Rum kızına âşık oluyor. Kadın doğumda öldüğü için onun ismini kıza koyuyor. Fakat Şehir Tiyatrosu yapamıyor bu sene. Onu özel bir prodüksiyon olarak sahnelemeye çalışacağım. Çünkü çok hoş oldu, bence çok tutacak bir oyun. Zaten biliyorsunuz müzikleri harika. Aynı müziği kullanacağız, fakat alaturka birtakım sazların eklenmesiyle, Türkiye'ye daha yakın olsun diye."