Bir kaleydoskoptan bakar gibi

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; ressam Fatma Tülin Öztürk

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Ressam Fatma Tülin Öztürk'ün "gezgin parçalar" adını verdiği son dönem resimleri, iki galeride birden sergileniyor bugünlerde. "Gezgin Parçalar I" Nişantaşı 44A'da, "Gezgin Parçalar II" ise yine aynı semtteki CAM Galeri'de... 1970'lerin sonlarında, Güven Turan'ın kendisi için yazdığı bir resim eleştirisini – basılan retrospektif kitaptan anladığım kadarıyla hakkındaki ilk eleştiri yazısı - gazeteniz DÜNYA'nın sanat sayfasında (Selim İleri editörlüğünde) basmış; o senelerden beri çalışmalarını yakından takip eden biri olarak heyecanla gezdim sergileri... Çok sevdim. Doğal olarak da bu "Haftanın Konuğu", Fatma Tülin Öztürk oldu. Sergiler, her biri bağımsız, ancak yanyana geldiklerinde biribirlerini tamamlayan, yeni bütünler oluşturan parçaları bir araya getiriyor; aslında bir yapboz diyebiliriz buna, hatta iki ayrı galeride birden sergilenmesi de bu yapbozun bir parçası…
"Çok doğru, şöyle; her bir sergi yeni bir parça gibi. Serginin konseptinde her parça tek ve kendi başına da var olabiliyor, ama başka parçalarla bir araya geldiğinde de bir bütünlük oluşturabiliyor. Bu sergilerin ikisi de kendi içlerinde diğerine ihtiyaç duymayan birer bütün; ancak, birlikte baktığımız zaman da birbirlerini tamamlıyorlar söylediğiniz gibi. Aynı konseptin iki ayrı görüntüsü diyebilirim."
Şimdi düşünüyorum da aslında kaleydoskoptan, çiçek dürbününden bakar gibi demek daha doğru. Çünkü, yapbozda belli bir bütün hedefleniyor, ama sizin serginizde her şey rastlantısal olmalı. Hatta son dakikaya, siz galeriye resimleri asmaya gelene kadar bilmiyordunuz hangisinin hangisiyle yanyana geleceğini değil mi?
"Haklısınız, bilmiyordum. İşin bu kısmı çok hoşuma gidiyor. 2007'de açtığım sergide 26,5 metre tek bir tual vardı. Tabii atölyem buna müsait değildi, 3 parçada çalıştım dokuza dokuz. Duvarım o kadarına uygundu… Son ân sürprizdi benim için. Sergileyeceğim mekânda hepsini, 26,5 metreyi yanyana koydum ve o zaman işin aslını gördüm... Ben, bu sürprizleri çok seviyorum. Aynı bu sergilerde de öyle... Daha önce birkaç kere bir araya getirdim resimleri, fakat sergide farklı bir araya koydum; katalog resimlerinde yine farklıydılar. Şunu söylüyorum hep: Aslında parçalar biribirlerini biraz kendileri buldular. Ben, yan yana koyuyorum, ama o resim, diğeriyle birlikte durmak ister gibi gözü çeliyor ve öbürünün yanına koyunca oluyor. Doğru söylüyorsunuz kaleydoskop tarafı çok daha fazla."
Çok heyecan verici, çünkü bu olasılıklar, sonsuz sayıda çoğaltılabilir… Bitmeyen bir öykü!
"Tabii… Ben sayıyı bilemem, hangi sayıda dururuz diyemem. Epey büyük bir sayı çıkar olasılık hesaplarında herhalde."
Sizde sonsuzluk, tekrarlar çok önemli. Bu sonuç, onun getirisi diyebilir miyiz?
"Sonsuzluk benim zihnimi kurcalayan sezgisel, yarı bilinçaltı bir kavram… En fenası sonsuz değiliz. Mutlaka her bilinçli varlığın aklını kurcalıyordur bu, ölümlü olmak, sonumuzun olması… Bir diğer taraftan da bakarsak sonsuzluk var, çünkü doğada her şey yenileniyor. Ben bunu hissediyor, düşünüyorum. Bir taraftan sonlu olmanın sıkıntısı var, diğer taraftan da o sonsuzluğu hissediyorum. Bütün bir evreni düşündüğümüz zaman bu müthiş devamlılığı ben, meselâ bir şeftali çekirdeğinin formunda görüyorum."
Sonsuza giden çizgiler...
Ben de sözü oraya getirecektim… O nedenle mi şeftali çekirdeklerinin, soğanların, kozalakların, yani natürmortun resminize girmesi?
"Özellikle bitmeyen ve birbirini kovalayan çizgiler, tıpkı şeftali çekirdeğinde olduğu gibi. Dikkat ederseniz başını sonunu göremezsiniz. Tam yakaladığınızı zannediyorsunuz bakıyorsunuz ki yanlış görmüşsünüz. Göz takip edemiyor. Aynı şekilde kozalak da öyledir, üstündeki o yuvarlağı takip edersiniz, tam yakaladım derken öbür taraftan devam ettiğini görürsünüz. Bu tür formlar beni çok ilgilendiriyor. Doğal nesnelerin formları, o girift formlar… Zencefil meselâ…"
Bir serginizin tamamının nesnesiydi zencefil…
"Evet. Aynı şekilde insan gövdesi de dönem dönem resmime giren çıkan bir unsurdur. Orada da aynı şey var, o girdiler çıktılar… İnsanı çizeriz, ama ne kadar zordur yakalamak çizgileri aslında, çünkü her an kayar gövdenin formu."
Sürekli devinim halinde…
"Biz sürekli fark etmiyoruz, ama aslında öyle… Yani bir keskin hat çizeriz hep, ama aslında keskin bir hattımız yok. Şuraya bakar mısınız (elini gösteriyor, oradaki minik bir alanı) şu kadarcık bir alanda, 1 santimetrekarelik bir alanda kemikler habire değişir, kıkırdaklar oynar, yani devingen bir şey var doğada da insan gövdesinde de… Bu, benim çok ilgimi çekiyor ve bütün bu devinim içinde sonsuzluğu yakalama fikri…"
İlk resimlerinizde, 70'li yılların başında birebirdi natürmortlar… Sonra, önce mekânı kaldırdınız, ardından yavaş yavaş bunları büyüttünüz objeleri, sanki bir büyüteçin altında detaylarını izler oldunuz. 
"İnsan, kendi işinde de yıllar içinde devinim yaşıyor. Değişerek aynı kalmak bir mânâda…" 
Oraya geleceğim ve çok hoşuma giden bir cümleyi kuracak, ‘siz hep aynı resmi yapıyorsunuz' diyeceğim. Ancak, şimdi ilk yıllara gidelim, bu sürecinizden bahsedelim…
"İlk başta gördüğüm şeyi, nesneyi resmediyordum, ama bir taraftan da mimetik bir süreç değildi bu. Dikkat ederseniz her şey boşlukta duruyor."
Evet, siz natürmortun altındaki tabağı kaldırdınız, sonsuzlukta asılı nesneleriniz…
"İnsanlar da öyle resimlerimde, nesneler de… Tabii 70'li yıllar, 70'lerin başı, hatta ortası olmalı. Bu, benim için yeni bir şeydi. Bir öfkeyle, kızgınlıkla yaptığım bir şey, bir itirazdı… Bu güzel kelime, bir itirazdı. Hep alışageldiğimiz şeylere bir itirazdı. Çok fazla insan onun bu şekilde bir itiraz olduğunu belki fark etmedi o zaman, ama… 
Natürmort nedir, tabak içindedir, yanında bıçak durur, arkasında bardak durur, çiçek vazodadır, insan koltuğun üstündedir, iskemlede, masanın başındadır… Ben, bunun dışına çıkmasını istedim. Al yalnızca o nesneyi bak, bu turptur… Resme konu olmayan, dönüp bakmadığımız nesnelerle bir resimsellik, plastisite yakalamak!"
Sizde geleneksel natürmort nesneleri de yok...
Genelde natürmorta konu olmuş şeylerden çok olmamış nesneler benim ilgimi çekenler, meselâ tohumlar… Dediğim gibi dönüp bakmadığımız nesnelerle bir resimsellik, plastisite yakalamak istemedim, o bahaneleri yok etmek istedim... Tabağı, bıçağı, arkasındaki vazoyu… Hiçbir şeyin üstünde durmasın istedim, çünkü ben o nesneyle ilgileniyorum, niçin etrafında bir şey olsun!"
Natürmortun yapılma nedeni o nesne, haklısınız neden etrafında bıçak, tabak olsun ki…
"Öyle bir itirazdı benim başlangıç noktam. Tabii onları bir boşluk içine koymak, bir soyutlamaydı. Onun için mimetik bir süreç değil diyorum. Ben bunun aynısını yapayım değil de soyutlama… Kendisini olduğu gibi veriyorum, ama mekânı yok ettiğim, tanımsız bir boşlukta durdukları için bir tür soyutlamaydılar ve o somutla soyut arasındaki çizginin, gidip gelmenin başlangıç noktası da budur."
Sonra büyütülmüş detaylar gelmeye başladı değil mi?  
"Bir merceğin yakınlaştırması gibi. Uzaktan bakarken yaklaştım nesnelere de insan gövdesine de … Tabii orada da soyutluğu yakaladım. İnsan gövdesine baktığınızda bir peyzajdan farklı değil aslında. Yakın plandan bakınca dağlardan, ovalardan, çukurlardan oluşuyor… Bir gezegenden hiçbir farkı yok. Orada da yakınplanın getirdiği bir soyutlama oldu. Gördüğünüz şey somuta benzese de yine de soyut bir eleman vardı."
Bu sergide daha sadeleşmeye mi geçtiniz, nasıl açıklayabiliriz bu resimleri?
"Şimdi şöyle; yıllar içinde insanın yaşamında da belki birtakım arınmalar oluyor. Yaptığınız işte istemeseniz de ustalaşıyorsunuz bir mânâda. Ustalık iyi bir şey değil benim açımdan, ben sevmem ama ister istemez olan bir şey. 30 yıl bir işle uğraşırsanız oluyor." 
Barışık resimler...
Öğrenci ruhlu kalsanız da usta oluyorsunuz…
"Evet ruhum, heyecanım, merakım aynı ama ister istemez elim ustalaşıyor. Hem onun, hem yılların getirdiği, yaşanmışlığın getirdiği bir arınma, lüzumsuz şeylerden kurtulma var…"
Sükûnet var bu resimlerde…
"Olabilir, barışıklık diyelim, sakin bir insan hiç olamadım, ama daha barışığım."
Yine bir isyan var, ama daha dingin bir insanın isyanı diyebilir miyiz?
"Ben yine de çok isyan buluyorum. Ama karşıt şeyler aslında bir arada olabiliyor. Olamaz zannediyoruz, ama olabiliyor." 
Bu devinim, isyan içinde sakinliğini de taşıyor desem?
"Doğru söylüyorsunuz, her şeye de zaten anlamsal bakmamak lazım. Ben hayatımda kendimle belki daha barışık oldum, ama hayatla daha az barışığım... Yaşadıkça, yıllar geçtikçe benim itirazlarım daha da arttı eskisine göre. Öyle bir kabullenmişliğe hiç gelemedim, sakin de olamadım, ama bu kadar bağlantı kurmamak lâzım. Kişinin kendisiyle elbette bağlantılıdır yaptığı iş, ama bazen kendinin aksini de yapar. Ben, belki daha isyanla doluyum." 
Ama ustalaşan el, başka türlü çalışıyor…
"Evet, başka türlü çalışıyor ve orada belki de olmak istediğim şey çıkıyor. O sükûneti belki arıyorum, içimde bulamadığım sükûneti orada ortaya çıkarıyorum. Çok düz değil ilişki…" 
Sizin biriktirmeye de karşı olduğunuzu biliyoruz, fotoğraflarınız da dahil, hiçbir şey tutmuyor, atıyorsunuz? Sıkılıyor musunuz onlardan?
"Üstümde ağırlık gibi hissediyorum. Yaşadığım mekânda - atölye ya da ev - biriken her şey üstüme yığılıyor gibi geliyor. Ben öyle yaşamalıyım ki sanki her an küçük bir çantayı alıp gidebilmeliyim... Bu özgürlük ve hafiflik duygusu… Öbür türlü ben duran resimlerimin bile kölesi olmak istemiyorum. Atölyede bir odada resimler birikiyor. Zaten beğenmediğim hiçbir resmi saklamam, hemen parçalarım. Ama tabii bazılarını da yok edemiyorum. Nasıl edeyim? İyi resimler, ama onların durması bile beni rahatsız ediyor. 
Onun dışında hiçbir birikmeyi sevmiyorum ve çok sık atarım. Adım çıkmıştır atan diye. Ama israf anlamında anlamayın. Fotoğrafları da atıyorum. Kim bakacak? Ben bile bakmıyorsam geriye dönüp kim bakacak? Niye baksınlar diye düşünüyorum. Benim çocuğum yok, ama benden sonra, inşallah çok zaman sonra, ama biri o eve girecek, temizlemek için girecek, niçin uğraştırayım insanları?!
Atölyeyi görseniz bir klinik gibi. Her gören şaşar, hiçbir şey yok ortada… Bir yerde fırçalar, boyalar, resim malzemeleri durur. Duvarlar, her yer bomboş."
Evde duvarlarda resim var mı?
"Evet."
Kendi resimleriniz mi başka ressamlarınkiler mi?
"Katiyen kendi resimlerim değil, başkalarının resimleri... Hiç dayanamam kendi resimlerimle devamlı olmaya. Ürettiğiniz bir şeyle beraber yaşamak hiç kolay bir şey değil." 
Sizde hep bir muhalefet, bir karşı çıkış, itiraz var… Kendinize nasıl dayanıyorsunuz?
"Zor, çok zor… Sık sık da azarlıyorum."
Hangisi hâkim, ressam Fatma Tülin mi?..
"Bence ikisi de ressam… Ressam, sanatçı ya da üreten orada bir ayrılık yok. Başka şeylerde var. Bir tanesi, bu arşivleri hiç yapmayan, resim dışında hiçbir şey yapmak istemeyen … Öbürü de diyor ki böyle olmuyor, hayatta başka şeyler de var ve onları da yapmak zorundasın. Bırakın başka şeyleri resminle ilgili birtakım çalışmalar yapmak zorundasın ki bir kalıcılığı olsun. İşte retrospektif kitabın çalışması sırasında da biz çok çatıştık."
Bir de içinizdeki gaddar eleştirmen var!
"Dediğim gibi iyi resimleri yırtıp atamıyorum, onu yapamıyorum, ama çok içim rahat değilse ‘eh işte' diyorsam, ki benden geçmesi çok zor en gaddar eleştirmen ben olurum yaptığım işe hep öyle oldu, benden geçmiyorsa hemen yok ediyorum. Virüs gibi, mikrop gibi ortada kalmasın duygusu yaşıyorum. Çevreyi kirletmemeliler, kendi atölyemde yok olmalılar, durmamalılar." 
Hep aynı resmi yapmak...
Benim çok beğendiğim özelliklerinizden birisi de hep aynı resmi yapmanız. Ben, bunu savunuyorum; ressam hep aynı resmi yapar, edebiyatçı aynı romanı, öyküyü, şiiri yazar… Değişen, yalnızca bunu daha iyi, daha ustaca yapmaktır... 
"Bir insanın çok farklı eğilimleri vardır, ama her şey kendi kişiliğinin süzgecinden geçer. Bir yığın etkiye maruzuz hepimiz, ama bir şey üretiyorsak o belirli süzgeçlerden geçerek yine kendi bakışaçımızdan ürüyor. Bakışaçınızda her gün değişen bir şey olamaz. Tabii ki gelişir zamanla, belki bazı etkiler altında kalabilirsiniz, ama sizsiniz."
Mesela Picasso da hep aynı resmi üretti, klasik çalışırken de soyut çizerken de, ama hiç aynı resmi yapmadı…
"Tabii, işte o. Ortak payda aynı, o değişmezliğe bir çekirdek diyorum. 30 yıl içinde her resmimde görürsünüz onu, ama hepsi birbirinin aynı değildir. Yani bir biçim bulup onu tekrarlamak çok kötü bir şey. Yeni söyleyecek bir şeyim yoksa sergi açmam. Çalışırım - devamlı çalışıyorum - bir kenara koyarım, sonra bir bakarım ki o yeni bir şey olmuş, o sözü başka türlü söylüyorum, tamamen farklı değil, ama daha iyi söylüyorum. O zaman bir şey göstermenin bir anlamı var, o zaman bir sergi açıyorsunuz ya da o sizin bir döneminiz oluyor. O aralar da hep çalışma, temrin gibi. Çünkü hah buldum diyorsunuz, bir şey buluyorsunuz ve ondan üreyen şeyleri sergiliyorsunuz."
Fatma Tülin Öztürk, 70'li yıllarda karar verdiği resmi bugün de sürdürüyor… Kimisi 5 sene önce, 5 sene sonra farklı resimler yapıyor, oysa iyi bir resme bakarsınız ve kimin olduğunu anlarsınız... 
"Değişmek, nasıl değişmek? Aynı kalarak değişmek mesele zaten. Bir ressamın 20 yıl önce yaptığı resme bakarsınız tabii ki 20 yıl sonrakinden farklıdır, ama o odur yine de, o olduğunu görürsünüz. Görmüyorsanız bir tuhaf, başka biri gibi, onu çok anlayamıyorum."
İnce elenip sık dokunan retrospektif kitap
Bu arada bir de retrospektif kitap çıktı. Bu kitapta biraz önce konuştuğumuz serüveni izleyebiliyor, resimlerinizi bir arada görebiliyoruz. Tabii ki sizin için yazılanlar da var içinde. 
Siz, ince eleyen sık dokuyan bir insansınız. Bu kitap sizin başınıza dert olmadı mı?
"Çok…"
Peki, sonunda mutlu oldunuz mu, istediğiniz sonuç alınabildi mi?
"Sonunda çok mutlu oldum. Olmasaydım ne olurdu bilmiyorum, çünkü 1 sene eziyet çektim. Eziyet çektim, başka bir tanım bulamıyorum. Bu tür işler her zaman bana çok zor geldi. Resmimle ilgili olup çalışma ânımın dışındaki işler diye tanımlayayım. Diyelim çalışma ânı bitti, sonra bunun kaydedilmesi gerekecek, bir arkadaş gelecek ya da ben fotoğrafını çekeceğim. Eskiden dialar vardı, o daha da ayrı bir şeydi, şimdi de cd'ler var… 
Ben, onları her zaman kaybederim, eskiden de kaybederdim, şimdi de kaybediyorum. Arşiv tutamayan biriyim, hâlâ tutamıyorum. Ağzım yandı, hâlâ tutamıyorum. Çünkü resimle sadece çalışma sırasında karşılıklı olduğum ân var. O bittiği zaman, başka bir ilişki kurmak istemiyorum. Onun üstüne arşivini yapayım, bunlar bana çok çok zor geliyor. O yüzden kitap da bana çok zor geldi. Herkese bu kadar zor gelmeyebilir, ama benim yapıma çok aykırı bir şeydi. Gerçekten 1 sene eziyet çektim, ama sonuçtan memnunum. Matbaa benden memnun olmayabilirler, bu titizliğimden. Her bir resmin üstünde renk çalışması yaptık bir arkadaşla… Ben söylüyorum şu gece mavisinin o ilk akşamüstü tonuna çalıyor diyorum, bilgisayarda o renk bulunuyor. Bu kadar ayrıntı tabii çok sıkıcı bir şey benimle çalışan kişi için."
Bu konularda ilginizi çekebilir