Çağdaş sanatı köylere taşıyor
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Prof. Dr. Hüsamettin Koçan
Ressam, eğitimci Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, geçtiğimiz günlerde peşpeşe iki ödül aldı: Tüyap İstanbul Sanat Fuarı "Sanatsever Kurum Onur Ödülü" ve önümüzdeki günlerde açılacak olan Contemporary İstanbul'un "Çağdaş Sanata Katkı Ödülü"ydü bunlar… Her iki ödülün de gerekçesi, doğduğu yer olan Bayburt'un Baksı (yeni adı Bayraktar) Köyü'ne kurduğu Baksı Çağdaş Sanat Müzesi idi… Okan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Baksı Vakfı Kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'la sohbetimizin konusu da burası oldu.
"Baksı, benim merkezin dışına gitme güdümdür. Ben her zaman 'sanatı merkezin dışına götürme' çalışmaları yaptım. Bilirsin bir sanat tırı oluşturdum 1996'da, Marmara Üniversitesi'nde dekanlık yaparken. Eczacıbaşı Vitra bize bir tır verdi; Diyarbakır, Van, Erzurum, Bayburt'a gittik. Tüm Türkiye'yi dolaşacaktık, ancak büyük deprem oldu. Deprem sırasında da 8 ay İzmit Mehmetçik çadır kentte çocuklar için sanat çadırı kurduk, eğitim verdik.
1995'te Alanya Selçuklu Tersanesi'nde, daha sonra Çankırı Tuz Madeni'nde sergiler açtım. Kişisel en büyük sergilerim de hep Anadolu'dadır."
Peki, Baksı'da bir müze kurma fikri nasıl doğdu?
"1980'lerin sonuna doğru babamın vefatının ardından... Vefatından iki ay önce beni ziyarete gelmişti, 'ölürsem buralarda kalmayayım' şeklinde imalarda bulundu; sipariş etmedi, vasiyet etmedi, ama bulundu. Biliyordum ki ağabeyi Keşan'da ölmüş ve o zamanki teknoloji müsait olmadığı için kendi memleketine defnedememişler... Babam da onun mezarını hiçbir zaman bulamamış ve bu, onda bir korku oluşturmuş. 'Herkes kendi toprağına gitse' şeklinde bir arzusu vardı. Babam vefat edince onu köye götürdük. Orada çok sevilen bir insan, o kadar büyük bir kalabalık oldu ki...
FİKRİN GELİŞMESİ...
Eskiden konaklarımız vardı, ben zannettim ki törenin ardından o konaklarda buluşacağız. Bir baktım konaklar gitmiş. Herkes dörde dört, beşe beş birer odanın içine birer televizyon koymuş, önüne geçmiş... Halbuki köy odalarında âşıklar atışırdı, masallar anlatılırdı, köyün sorunları çözülürdü. Orda şakalaşmalar vardı, sosyal iletişim ve kültür mekânlarıydı, o ortadan kalkmış.
Bu, çok kötü geldi bana. Dedim ki ben bu köy konağını yeniden üreteyim, ama yanına bir kütüphane, bir de aşevi koyayım. Çünkü bizim konaklarda nöbet tutulurdu, bu nedenle de her öğün yemek bulunurdu. Yemek öncesi köy meydanına bakılırdı Tanrı misafiri var mı diye... Güçlü bir gelenek... Çok heyecanlandılar, bir kurul oluşturduk. Benim ilkokul öğretmenimi de kurulun başına getirdik. İki ay sonra bir mektup yazdı, 'Sen gidince insanların heyecanı düştü, şimdilik masraf etme,' diye... O girişimim öylece kaldı…"
Sonra, 2000'lerin başına kadar bu fikir uykuya yattı...
"Buzdolabına girdi… 2000'de bir sağlık sorunum çıktı akciğerimde, yahu galiba ben gidiyorum, şu düşündüğümü ne zaman yapacağım dedim, kendi kendime. Bu proje öyle çıktı... Sadece bir kütüphaneyle olmaz, atölyeleri de olsun, köylüler el sanatları da yapsın, çağdaş sanatçılar da gitsin çalışsın diye düşündük. 10 dönüm satın aldım hazineden, sonrasında bir 10 dönüm daha, bir 10 dönüm daha... Düşüncemiz hep şuydu: Yerel mimariyle doğrudan doğruya ilişki kurabilmek. Sonra elimizi biraz fazla kaçırmışız, şimdi 30 dönüm arazi üstüne yayılmış bir yapı ortaya çıktı.
Yani biz projeye bir konak ve kütüphane olarak başladık, sonra yanına bir atölye koyalım dedik, ardından atölye sayısı 5'e çıktı. Bir konferans salonu olsun dedik 200-250 kişilik, ardından sergi mekânlarını da derken kendimizi öyle bir kaptırdık ki durduramadık...
Birinci aşamada atölyeler, konukevleri vardı, onu 2005'te bitirdik, açtık, bir moral olsun, bir dinlenelim diye. Ondan sonra 2005'ten itibaren de ana binayla uğraşıyoruz, onu da geçtiğimiz Temmuz ayında bitirdik ve Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'ın katılımıyla açtık."
Bundan sonra neler olacak, yöreye ne gibi faydalar sağlanacak?
"Sodes (Sosyal Destekleme Projesi) projemizde kadınlar çalışacak, hem bir şeyler öğrenecek hem para kazanacaklar. Oradaki yerel üretimi canlandırmak üretiyoruz. Bu nedenle kilim, çömlek atölyeleri var, bir de çağdaş sanat atölyesi. 30 kişinin kalacağı konuk evlerimiz, bir kütüphanemiz bulunuyor 10 bin kitaplık. Ben, 6 bin 500 kitap götürdüm, Kültür Bakanı onların kültür yayınlarını gönderdi.
"ORASI BİR KÜLLİYE"
Kudaka'ya (Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Kurumu) bir proje sunduk, sayın valimiz çok destek oldu. Meselâ son Kudaka toplantısını Baksı'da yaptılar. Yani 150 kişi orada toplandılar, salonları kullandılar, ağırlandılar. Ve en son geçen hafta ordayken de turizmle ilgili bir konferans vardı. Orası bir külliye... Köylüler de yaptığımız atölyelerde üretecekler, sigortaları olacak…"
Yani sürekli devinim halinde, yaşayan bir mekân...
"Kesinlikle. Arka kısımda bin metrekarelik bir depo-müze kısmı yapıyoruz. Önümüzdeki sezonda da o depo-müze için ikinci bir açılış yapacağız. Bir başka projemiz 'ehram'larla ilgili. Eskiden örtünmek için kullanılan güçlü bir geleneği olan kumaş ehram. Onu yaşatacak etkinlikler yapacak, İstanbul'da sergileyeceğiz."
Müzede neler sergileniyor?
"Elimizde folklor sanatı resim örnekleri var; benim iyi bir koleksiyonum bulunuyordu, etnografyayı da toplayınca ciddi bir birikim oluştu. Öte yandan her yıl 20 sanatçı seçiliyor, bu sanatçıları oraya götürüyoruz, bir hafta-10 gün geziyorlar. İsteyen kalıyor, isteyen dönüyor. Bir sonraki sezon için yapıt üretiyorlar ve biz o yapıtları sergiliyoruz. Bu sergilenen yapıtlar da vakfın oluyor, sanatçılara geri vermiyoruz. Ayrıca elimizde, dayanışma sergilerinden kaynaklanan çok zengin bir koleksiyonumuz bulunuyor."
KİTAPLAR YAYINLANACAK...
Bir de kitap mı çıkıyor?
"Bu ayın sonunda Baksı Vakfı'nın 'Evde Konuşmalar' adıyla bir kitabı yayımlanacak. Ayşegül Sönmez, sanıyorum 15 kişiyle röportaj yaptı. Yani bu bir sergi, standart müze katalogu değil, içinde ürünlerin olduğu, ama bizim oradaki müzenin va roluş nedeni olan 'küreselleşme', 'göç', 'yabancılaşma' gibi kavramları tartışmaya açıp onunla müze yapısı arasında bir bağlantı kuran bir çalışma. 350 sayfalık bir kitap. Bu Contemporary'de tanıtacağız. Her yıl normal bir sergi katalogundansa, müzenin öne sürdüğü kavramları tartışan bir kitap çıkaracağız ve hepsinin kendi iç teması olacak."
İnsanın doğdu yere, çok uzaklarda olan köyüne yatırım yapması nasıl bir duygu? Bunu diğer sanatçılara, işadamlarına önerir misiniz?
"Bu projeye ben adımımı atar atmaz makul insanlar şunu dediler: Yahu bu dağın tepesinde, Tanrı'nın unuttuğu bir noktada - bizim köy öyle yol üstü de değil, en son köy, yani yollar orada bitiyor - buraya kimse gelmez, buna ne gerek var dediler, bir sürü şey söylediler. Bu makul insanlar haklıydılar. Zaten makul insanlar hep merkeze gitmeye çalışıyorlar. Bu projeyi tenkit etmeyenler sanatçılar, çocuklar, daha çok kadınlar ve bir de gurbetçiler oldu, onlar çok heyecanlandılar bunun karşısında.
"UZAKLIK AVANTAJ..."
Ben hep şunu düşündüm, uzakta olmamız bizim avantajımız. İnsanlar aslında yakındakiyle bir âşinalık ilişkisi kuruyorlar, hayatının bir parçası haline geliyor o. Ama hep gitmek istedikleri bir uzak kavramı var, o açıdan daha çok ilgilenmeye yöneliyorlar.
Müzeyi açmaktaki bir başka amacımız da gurbetçiliği engellemekti. Babam gurbetçiydi. Kar yağıp da herkes içeri girince ağabeyim ve ben çıkar, babamız gelecek diye beklerdik. Babam bizim müzenin hemen arkasındaki tepeden 2 senede bir gelirdi ancak. Çocuk için ne büyük bir travma, düşünün, annem içinse daha perişan bir durum. Artık bu gurbet meselesinin bitmesi gerekiyor. Böylece herkesin göçtüğü bir yerden siz ters bir akım oluşturmaya çalışıyorsunuz, orada anılarınız var, onlara sahip çıkıyorsunuz, kişisel tarihinize sahip çıkıyorsunuz ve sosyal erozyona, o küreselleşme dediğimiz kavrama kafa tutuyorsunuz... Bütün bu kavramlar yan yana gelince doğrusunu isterseniz benim de hiç beklemediğim bir ilgi oldu.
Herkes biraz o doğduğu yerlere, oradaki yok olan kültürlere, oradaki yok olan öykülere sahip çıkarsa, orayla bu çağ arasında bağlantı kurarsa doğrusunu isterseniz bu toplum ve bu dünya için çok değerli şeyler yapmış olur.
Ben, insanlara doğdukları yeri hatırlamalarını ve oraya bir işaret koymalarını öneriyorum ve bunun çok gerekli olduğunu da düşünüyorum. Bu müzeyi Merter'de yapsaydım ya da ne bileyim işte Taksim'de, doğrusunu isterseniz bu kadar ses getirmezdi…
Devlet kurumları da böyle projelerde sizi bir oranda destekliyor - gerçi şu anda çok kararlı destekleniyoruz biz - bütün bunlar çok büyük avantajlar diye düşünüyorum."
Baksı, artık bilinen bir isim
Baksı ne anlama geliyor?
"Doğduğumda köyümüzün ismi Baksı'ydı, sonra değiştirip Bayraktar yaptılar. Baksı Kazak ve Kırgızlardan Öztürkçe bir kelime. İyileştirici, şaman, tabib, belki biraz büyücü, din adamı."
Medya sayesinde herkes bu sözcüğü öğrendi...
"Evet, böyle bir yönelim gelişti. Bundan da çok da memnun, mutlu oldum. Çünkü bunların hepsi Baksı'yı daha da güncelleştiriyor, Baksı'nın güncelleşmesi gerekir, çünkü Baksı uzakta ve medyanın çok büyük bir gücü var. Uçak şirketlerinin dergilerinde haberler çıktı Baksı ile ilgili ve biliyor musunuz Trabzon'a, Erzurum'a giden turistler bunları okuduktan sonra taksiler kiralayıp Baksı'yı gelip görüp ondan sonra dönüyorlar. Baksı, artık bilinen bir isim.
O açıdan onun güncelleşmesi, onun paylaşılması, bir bakıma işte o periferinin de onaylanması anlamına geliyor, o açıdan çok mutlu oldum. Bir de bu ilişkileri yürütürken biraz yalnız kalırsınız, biraz yalnızlık duygunuz vardır ya bu duyguyu insanlarla paylaşıyoruz, bu iyi geliyor insana. Bu nedenle peşpeşe gelen iki ödül de benim açımdan son derece memnuniyet verici."
Yerel halk hariç, günde 100 kişi geziyor
Günde kaç kişi geziyor müzeyi?
"Bizim yaz aylarında günlük ziyaretçi sayımız yerel halk hariç, dıştan gelen minimum 100 kişi. Bu, önümüzdeki yıl 250 kişiye çıkacak diye düşünüyoruz sezonda. Bu 250 kişi çoğalarak, katlanarak artacak, o zaman o turizmin yarattığı bir hareketlilik başlayacak orada. O açıdan bütün o çevreye çok ciddi miktarda yatırım getirecek.
Ben bu projeye başladığımda insanlar bana dediler ki hocam sen bize gölet yap bunu yapma, suya ihtiyacımız var. Müzeden sonra sayın vali şimdi de göleti yaptırıyor. Yani oradaki hayat artık unutulmuş bir hayat değil. Oradaki hayat hatırlanan ve iletişim kurulan bir hayat haline geldi. Ben Erzurum, Bayburt, Trabzon, bütün o yörenin büyük çapta Baksı'nın varlığından besleneceğini düşünüyorum. Ve oraya doğru da adım atılıyor."