Dünya markası olmanın yolu sanattan geçiyor

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Faik Burakgazi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Doğu Akdeniz'in önemli limanlarından biri; tarihin büyük uygarlıklarına tanıklık etmiş, onlardan kalan zengin kültürel mirası barındıran kadîm bir kent; Türkiye'nin en verimli topraklarının bulunduğu Çukurova'da meyvenin, sebzenin fışkırdığı bir tarım alanı; Anadolu'da Hıristiyanlığın ilk yayıldığı yerlerden biri; inançların, dillerin, kültürlerin birbirine karıştığı bir bölge; yılın 300 günü güneş altında bir tatil kıyısı: Mersin… Kentin kültürel ve tarihi zenginliklerini çok sesli ve evrensel müzikle buluşturan Uluslararası Müzik Festivali nedeniyle bulunduğum bu şehirde, Ticaret ve Sanayi Odası Meclisi ve Festival'in Yürütme Kurulu Başkanı Faik Burakgazi ile birlikteyim... Kenti ve festivali konuşuyoruz:

Birinci yüzyılda yaşamış olan Amasyalı coğrafya yazarı Strabon, bugünkü İçel ve çevresini Kilikya olarak tanıtıyor. Bu bölgede insanın macerası, İ. Ö. 3 binlere kadar gitmekte. Ama biz bugün sohbetimize, günümüzün Mersin'inden söz ederek başlayacağız, yani 160 yıl önceki o küçük balıkçı köyünden...

"1850'lerde 605 nüfuslu bir balıkçı köyü burası. O zamanlar Amerikan iç savaşı nedeniyle orada pamuk ekimi ve üretimi yapılamadığı için dünya coğrafyalarında bu işi gerçekleştirebilecek yerler arıyorlar ve Çukurova'yı keşfediyorlar. Çukurova'da büyük bir potansiyel var. Mersin, Tarsus ve Adana'da deneme üretimleri yapıp da çok başarılı olunca, üretime girişiyorlar... O yıllarda buralardaki köylerde yerleşik olan insanlar hep Yörük. Onlar, hayvancılıkla uğraşıyorlar, yani zirai kültürle bir tanışıklıkları yok. 

Bu durumda Amerikalı tüccarlar, özellikle Lübnan'dan gelen Levanten gruplar Suriye, Ürdün, Lübnan'dan fellah getiriyorlar. Fellah, Arapça çiftçi demek… Onlar da zirai işleri en iyi bilen insanlar olarak çevre köylerde yaşayanlara bu kültürü aşılıyorlar. Ziraatin nasıl yapıldığını, pamuğun nasıl ekilip biçildiğini gösteriyorlar."

Üretim arttıkça liman büyüyor

Dolayısıyla bir pamuk ekonomisi başlıyor.

"Evet. Pamuk buradan Avrupa'ya gönderiliyor. Bu nedenle gemilerin yanaşabileceği bir liman yapılıyor. Üretim arttıkça o liman büyütülüyor, daha büyük gemiler yanaşabilsin diye. Bu sefer bu işleri Avrupa'daki muhataplarıyla sürdürebilmek için Ticaret Odaları gibi bir kuruma ihtiyaç duyuluyor. O sırada İstanbul'da kurulmuş olan İstanbul Ticaret Odası'nın bir benzeri Tarsus'da açılıyor. Derken 1886 yılında Mersin Ticaret ve Sanayi Odası kuruluyor."

Gelmeden önce okudum öğrendim ki bugün Mersin limanında her türlü kargo çeşitlerine; konteyner, genel kargo, proje kargo, ro-ro, kuru dökme yük ve sıvı dökme yük hizmetleri veriliyor. 21 rıhtımı bulanın limanda aynı anda 30 civarında gemiye yükleme-boşaltma hizmeti sağlanabiliyor... Yakınlarındaki serbest bölge ile birlikte kentin hayat damarlarından biri... Kentin il olmasında o yıllarda limandan yapılan ticaretin büyük önemi var...

"1900'lerin başında ilçelerin kategorileri var, büyük ilçe, küçük ilçe gibi… Mersin, önce küçük ilçe statüsüne geliyor, Adana'ya, ardından Silifke'ye bağlanıyor... Geliştikçe birkaç ilçeyi ona bağlıyorlar ve il statüsüne geçiriyorlar…"

Liman, yapılan demiryolu ve oralardan gelişen ticaret, kentin dokusundaki çok kültürlülüğü de yaratıyor değil mi?

"Buraya gelen gemiler, çiftçi, malzemeler, ürünler getiriyorlar; karşılığında başka şeyler götürüyorlar. Dünyayla tanışıklık, çok kültürlülük oradan geliyor. O dönem buraya yerleşen fellahlar, Levanten aileler, Rumlar..."

Meşhur bir Bodosaki varmış, Pera Palas'ı satın alan?

"Bu Bodosaki o kadar zengin bir adam oluyor ki - Rum asıllı biri - İstanbul'da Pera Palas'a gidiyor, girmek istiyor, kapıda çeviriyorlar, sokmuyorlar içeriye. Kılık kıyafetinden muhtemelen, ısrar ediyor, ben burada yatmak istiyorum diyor, hayır, burada kalamazsınız diyorlar. O öfke ve kızgınlıkla Mersin'e dönüyor, muhasebe müdürüne talimat veriyor bu oteli satın alacaksınız diye. Ve otel satın alınıyor.

İşte böyle bir ticari zenginliğin beraberinde getirdiği çok kültürlülük var. O çok kültürlülük bize öyle bir yansımış ki mezarlarımızda bile 3 semavi dinin mensupları yan yana yatıyorlar. Eskiler anlatırlar Ramazan ayında Hıristiyan aileler, Müslüman aileleri iftar sofraları hazırlayarak çağırırlarmış. Bizimkiler de Noel döneminde onların yaptıklarına birtakım mukabelelerde bulunurlarmış, yemekler götürürlermiş ya da ağırlarlarmış."

Yani aynı dinden olmasalar da aynı topraklarda birbirleriyle hoşgörü içinde olma geleneğini sürdürmüşler.

"Evet, Mersin'in en temel özelliklerinden biri budur. Aksi halde özellikle 90'lı yılların başından beri aldığımız göçlerin buraya yansıması çok olumsuz olabilecekti ve belki de bu oranda bir göçün çatışma ortamı yaratması olasıydı. Ama hoşgörü anlayışı, kültürü egemen bir geçmişi olduğu için bunu regüle edebildi, ekmeğini bölüşebildi Mersin."

Gelelim Mersin'in sanatsal zenginliklerine...

"Mersin'in çok ciddi bir entelektüel birikimi var, çok aydın bir kitle … Zaten baktığınızda ülkenin çeşitli sorunlarına karşı duyarlığını farklı ifade eden bir toplum burası. Yani algıları diğer kentlerden daha farklı, refleksleri diğer kentlerden daha hızlı diyebiliriz."

Estetik kavramıyla planlanmış üretim

Bu zenginlik, sanatsal üretimi ticari ve ekonomik olanla buluşturdu ve...

"Burada yaşayanlar, özellikle biz iş dünyasının temsilcileri şunu çok iyi biliyoruz ki tek başına bir zenginlik, çok fazla paranızın olması bir işe yaramıyor. Çünkü uluslararası alanda bir dünyalı, bir küresel oyuncu, sahada bir unsur olabilmeniz için başka parametrelerin de yerli yerine oturması ve zenginleşmesi gerekiyor. Örneğin estetik kavramıyla planlamış ya da tasarlanmış bir üretim… Çünkü, ancak o konsept yurtdışında ya da ilgili pazarlarda ilgi görebiliyor. Eğer o boyutunu ihmal ederek üretim yapıyorsanız bir dünya markası olamıyorsunuz. Biz bunun bilincindeyiz. Dolayısıyla sanatın desteklenmesi konusunda çok ciddi kararlılık içindeyiz."

Şu anda Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı kimliğinizle dinliyoruz sizi değil mi?

"Tabii. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın 4. katı bir sanat galerisidir. Çok az Ticaret ve Sanayi Odası'nda vardır bu. 1990'ların başıydı İtalya'ya gitmiştik, Floransa'yı ziyaret ettik. Orada benim konuya ilişkin bütün ezberlerim bozuldu. Kent tarihiyle ilgilendim biraz okudum, dinledim bir Medici ailesinin yaptıklarını. Bir yerden geçiyorduk, rehberimiz ünlü Mona Lisa var ya şu duvarın arkasında yapıldı dedi. Ben artık hayatım boyunca o ânı unutamam. Mona Lisa bugün dünya markası olmuş, herkes biliyor… Bir marka kentin nasıl yaratıldığının örnekleri bunlar.

Bizim çok eskiden beri Mersin'i bir dünya kenti yapmak gibi uçuk da olsa, ütopik de olsa bir hayalimiz var, her şey hayal etmekle başlamıyor mu? Burada bir marka kent yaratmanın gereklerinden biri de evrensel değerlerin sahibi olan bir kent yapmaktır. Bu evrensel değerler de ancak bu dediğim argümanların harmanlanmasıyla, birbirleriyle karışması ve tek bir evrensel değer haline gelmesiyle oluyor. O anlamda ciddi çalışmalarımız sürüyor."

Mersin Uluslararası Müzik Festivali de bunlardan bir tanesi…

"Bugün bu kentin en saygın, en öne çıkan, gurur duyulabilen bir müessesesi. Bu yıl dokuzuncusunu yapıyoruz, onuncunun arefesindeyiz. Bu haliyle ben bu kurumla onur, gurur duyuyorum. O kadar çok biliniyor ki bizim Avrupa Festivaller Birliği üyesi olmamızdan sonra... Yani dünyanın 30-40-50 kenti arasında Mersin'in de anılıyor olması çok büyük bir avantaj diye düşünüyorum."

Festivale katılmak için çok sanatçı başvurusu oluyor mu?

"Bu sene 152 sanatçı, grup ya da topluluk biz bu festivalde yer almak istiyoruz diye başvurdular. Bu inanılmaz bir rakam. Yine bilinirliğimizin yükseldiğini, takip edilmemizin arttığını web sitemizin tıkanmasından biliyorum. Dünyanın 39 ülkesinden web sitemiz ziyaret edilmiş."

Tabii yalnızca Mersin Uluslararası Müzik Festivali değil, gelenekselleşmiş örneğin büyükşehir belediyesinin gerçekleştirdiği pek çok başka sanatsal etkinlikler var kentte...

"Örneğin Taş Heykel Sempozyumu var 10.su yapılıyor. 10 yıldır arka arkaya dünyanın çeşitli yerlerinden heykeltıraşlar geliyor, burada taşlarını alıyorlar 1 ay falan uğraşıyorlar, heykeller yapıyorlar kentte sergilenen. İçel Sanat Kulübü Dergisi var tam 180 aydır kesintisiz, dolu dolu bir şekilde çıkıyor.

Dediğim gibi bu kentte bir birikim var. Bu kent, bu birikimlerini müzik festivali olarak ortaya koyuyor. Tabii klasik müzik severler her kentte çok sayıda yoktur. Bu nedenle klasik müzik eksenli olmasına rağmen araya başka şeyler de serpiştiriyoruz. Meselâ her yıl Flamenko dans gösterisi oluyor, şov, Çigan oluyor, Rock oldu bu yıl ilaveten. Hedef, klasik müziği yeni kulaklarla tanıştırmak, en azından dinletmek…"       

Kentin dünyaya açılan ikinci limanı: Festival

Festival, Mersin'in dünyaya açılan bir diğer limanı değil mi?

"Bakın burada rahmetle anmak lazım Hanri Atat bir işadamı, bir hemşehrimizdi, onu kaybettik, bir Levanten o da, çok değerli bir ailedir. İkinci festivalde onu kaybettik. Etkinliğin kurucularındandır, çok büyük katkıları vardır. Hanri Atat aynen şunu söylemiş, 'Mersin dünyanın sesini duyacak, Mersin'in sesi dünyada duyulacak.' Bu festival nedeniyle demek istemiş tırnakta. Doğru, öyle bir yanı var. Kolay olmamış tabii. Hanri Bey kentin kabul gören maruf insanlarından biriydi. O dönemin yönetici, kurucu arkadaşlarıyla bu iradeyi göstermek isterken kabul görmüş, böyle bir adam. Biz de devraldık, yürütüyoruz.

Devlet Sanatçısı hemşehrimiz, Nevit Kodallı'nın devreye girmesi ayrı bir ağırlık kazandırdı festivale. Nevit Hoca'mız bizim sanat danışma kurulu başkanlığımızı yaptı. Vefatına kadar da başkanımızdı. Biz de Nevit Hoca'mıza ahde vefa olsun diye Festival Genç Yetenekler Ödülü'nün adını değiştirerek Nevit Kodallı Genç Yetenekler Ödülü adını koyduk onun adını yaşatmak amacıyla. Bu sene de gerçekten gelecek vaat eden bir gencimize, Alican Süner'e verdik. Hamburg'da yaşıyor, orada keman eğitimi alıyor."

  

Bu konularda ilginizi çekebilir