Edebiyatımızın değerbilir yazarı

Selim İleri, yazın-sanat dünyasına olduğu kadar her kesimden okurlarına da vefa duygusuyla yaklaşıyor

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

"Benim bir ilke kararım var: Aşağı yukarı on yıldır, belki daha fazladan beri, hiçbir şekilde bende olumsuz izlenimler bırakmış olan insanları, olumsuz yönleriyle anlatmak istemiyorum. İyi taraflarıyla yazıyorum. Bu gelip geçici dünyada yalnızca güzellikler anılara geçmeli diye düşünüyorum."

"Bizi birbirimize bağlayan yalnızca edebiyat sevgisi değildi, inişleri çıkışları, sevinçleri hüzünleri, sarsışları savuruşlarıyla hayatın ortasında bağlanmıştık. En 'ayrıldığımız' noktada bile bilirdim ki, Füsun var! (…) Bilirdim; sevgili Füsun'a ödenecek borçlarım çoktu ve hiçbiri ödenecek gibi değildi." Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Füsun Akatlı için kaleme aldığı yazıda geçiyor bu cümleler. Akatlı kadar Selim İleri'yi, usta edebiyatçının kişisel dünyasını da yansıtıyorlar. "Yazmak, yazışlarım devam ederse, bundan sonrasında öksüzce. Çünkü Füsun Akatlı'sız. O artık söylemeyecek, değerlendirmeyecek. Oysa, yeniden yeniden söylemek istiyorum: Benim için çok önemliydi. Yerse de, övse de" diye devam ediyor aynı yazıda Selim İleri… Bir kez daha Füsun Akatlı, diyorum bu vefalı yazara, anlatıyor…

"Vefa mıydı yazdıklarım? Bilmiyorum. Füsun, hayatta benim en çok sevdiğim insanlardan birisiydi. Ayrıca bir vefa söz konusuysa galiba onun benim yazdıklarıma gösterdiği fazladan övgülü ilgi bir vefaydı. Çok sık görüşen iki arkadaş değildik Füsun'la. Fakat 40 küsur yıl… Bu 40 küsur yıl içerisinde biribirimize karşı soğuk olduğumuz bir dönem de oldu bundan 15-20 sene önce. Ama kaç kişi acaba Füsun Akatlı'nın yaptığını yapabilirdi? 'Kafes' romanım çıkmıştı. O yıllarda, Füsun'la görüşmüyorduk, ama 'Kafes'le ilgili harikulade bir yazı yazdı. Tabii ki olumsuz yönde eleştirdiği tarafları da vardı…

Sözünü ettiğin yazım, 'Eleştirmenimi kaybettim" diye bitiyor. Gerçekten bir roman, hikâye yazarken Füsun, beğenir mi, nasıl düşünür diye hep aklımdan geçen bir kişiydi. Çok büyük bir ayrılık duygusu bıraktı bende. Son sıralarda birçok yakınımı kaybettim, ama onları yaş sırası falan diyerek normal addetmeye çalışmıştım. Füsun öyle olmadı, çok tuhaf bir şekilde hayatımda derin bir boşluk bıraktı."

"Kar Yağıyor Hayatıma" isimli anı kitabınızın yeni baskısı (4. basım) yakınlarda Everest Yayınları'ndan çıktı.  O kitapta da sizde iz bırakmış sanatçıları yazdınız. Bunlar Yaşar Nabi'den Kemal Tahir'e, Behçet Necatigil'den Nisa Serezli'ye hayatınıza anlam katmış, şu veya bu sebeple dünyaya bakışınızı etkilemiş kişiler… Oradaki önsözünüzde diyorsunuz ki "Kar Yağıyor Hayatıma, kırıcı sözlerden, öfkelerden, dargınlıklardan, çekememezliklerden uzak bir kitap. Öyle olmasını özellikle istiyordum. Kısacası, iblisin söylediklerini dinlemedim." Bu cümleler de sizi yansıtan sözcüklerden örülü…

Yanlızca Güzellikler

"Ben o insanların yanında başkalarını da yazmak isterdim tabii. Fakat benim bir ilke kararım var: Aşağı yukarı 10 yıldır, belki daha fazladan beri, hiçbir şekilde bende olumsuz izlenimler bırakmış olan insanları, olumsuz yönleriyle anlatmak istemiyorum. İyi taraflarıyla yazıyorum. Bu gelip geçici dünyada yalnızca güzellikler anılara geçmeli diye düşünüyorum. Yoksa elbetteki tartışmalarla, hesaplaşmalarla; bazen büyük, hayata tesir edecek kadar ağır, darbeli meselelerle karşı karşıya geliyor insan, ama belirli bir yaştan sonra bunları görmezden gelmek, hatta hatırlamamak daha doğru bir şey gibi geliyor bana.

O kitaptaki insanlarla da zaten bütün ilişkilerim hep dostane cereyan etmiştir. Çoğunlukla ustam olan insanlardı. Meselâ aralarında Ahmet Muhip Dıranas gibi ya da Halide Edib gibi çok seyrek gördüklerim de var, ama bir kere de görsen bazı insanların senin üzerinde ya eseriyle ya bazen ikisiyle de derin etkisi oluyor. O yüzden Ahmet Muhip Bey'i aldım, Samet Ağaoğlu'nu öyle aldım. Bu arada gerçek yaşamımda kırıldığım birtakım insanları da almadım, hiçbir zaman da yazmayı düşünmüyorum. Çünkü o kırgınlıkları da yazacaksın o zaman. Bence boşver gitsin. İnsan zaten zayıf bir yaratık, yaşam yeterince kırıyor, artı yazı yoluyla kırmanın hiçbir anlamı yok diye düşünüyorum."

Önsözde, bu kitapta Edip Cansever, Cemal Süreya, Mübeccel İzmirli, Kâmran Yüce, Safiye Ayla, Rauf Mutluay, İsmet Ay, Salâh Birsel gibi burada sayamadığım birçok ismin olması gerektiğini söylüyorsunuz, hatta ikinci cildi de muştuluyorsunuz, ama ilk baskı 2005 ve biz hâlâ bu cildi bekliyoruz!

"Bazılarını yazdım, meselâ Selçuk Baran. Bir iki tane öyle dergilerde yayınlanmış yazılar var. Biraz daha kendimi dürtüklesem, ikinci bir cildi olması da gerekir muhakkak ki. Ömrüm elverirse kitapta da söylediğim gibi, yapmak istiyorum…

Şu da oluyor yalnız, bazı kişiler hakkında söylenen sözleri - okur değil de - onu değerlendiren kişiler öylesine yanlış yerlere çekiyor ki, sen orada bir insan acısından bahsederken, o bir dedikodu malzemesine dönüşüyor. Biraz da bazı insanları, onları çok sevmiş olmama rağmen, ölmüş gitmiş olmaları sebebiyle dedikodu malzemesi haline getirmek istemediğimden galiba çok durakladım bugüne kadar. Küçük bir şaka, yaşamına ait bir giz, aslında çok insani inceliği olan bir şey, bugünkü anlayışımızla bakıyorsunuz birdenbire gazetede bir manşet olacak kadar düzeysizleştirilebiliyor. Biraz da ondan yazamadım, yoksa çok severek yapabileceğim bir şey tabii."

"Bu Yalan Tango"

Son romanınız "Bu Yalan Tango", bence bir başyapıt. Çok güçlü bir kitap. Sayısal olarak çok da iyi tanıtıldı. Her medya grubunun yayınlarında yer aldı. Ama ben, bu kadar iyi bir kitabın Türkiye'de çok okuyucusu olmayacağını düşünüyorum. Beklediğiniz kadar sattı mı? Böyle bir usta edebiyat eseri vereceğinize daha genel beğeniler doğrultusunda bir şey yazmadığınız için pişman mısınız?

"Asla pişman değilim. Kitap, benim umduğumdan az sattı, henüz 10 bine ulaşamadı. Hiç olmazsa o rakama kadar ulaşır diye umut ediyordum, böyle bir şey olmadı. Ona biraz şaşırdığımı söylemek istiyorum. Fakat kitabın basın çevrelerindeki yankıları sizin de söylediğiniz gibi çok büyüktü. Çok değişik cephelerden yankılar buldu.

"Bildiğimi Okudum"

Ama şunu öğrenme fırsatım oldu: Benim, yaptığımın ne zamana yönelik bir şey olduğunu hesaplamam gerekiyor, yani bugüne yönelik bir çalışma istemedim. Bildiğimi okudum. Bugünkü satış ortamı içinde bir şey yapmadığıma göre niye acaba 10 bin satış bekledim? Yani orada hatalı olanın ben olduğumu fark ettim.

Öte yandan 'Bu Yalan Tango' hiç değilse dil açısından, anlatım açısından şimdiye kadar yapmak istediklerime en yakın olarak görüyorum, o yüzden hiç pişmanlığım yok.

Ama şunu anlayamıyorum Faruk, meselâ 1975-80 arasında yazdığım 'Her Gece Bodrum' dil olarak savruktur. Ama meselâ 'Cehennem Kraliçesi'nin özenli bir dili vardır ve kolay bir dil değildir o. Ama o yıllara baktığım vakit, o günkü edebiyat okurunun daha titiz bir okur olduğunu düşünüyorum. O bana ilginç geldi. Ben, 100 bin satış beklemiyordum 'Bu Yalan Tango'dan, ama o yılların nüfusuyla, okur sayısıyla baktığım vakit, 10 bin, 15 bin rahat diye düşünüyordum. Halbuki bence okur olarak da geriye gidilmiş bir şey var. Çünkü, 'Bu Yalan Tango' her yerde, her türlü övgüyü aldı, ama okur kitabı almadı. Bu, bana çok ilginç geliyor. Çok az kitaba son yıllarda insanlar basında bu kadar ilgi gösterdiler."

Siz, edebiyat piyasasının koşullarını gayet iyi biliyorsunuz, ama buna rağmen yalnızca kendi bildiğinizi okuyarak, istediğiniz gibi bir roman yayınladınız. Bu da yine bir Selim İleri farkı bence…

"Biliyor muydum, bilmiyorum… İyisini yapmak arzusu bende hiçbir zaman değişmedi. Gene Füsun Akatlı'ya geri dönmek istiyorum, hayatımın en büyük övgüsünü Füsun'dan aldığım gün havalara uçmuştum, 'O hep Selim İleri' diyordu yazısının sonunda. Değişen estetik duyuşları, değişen edebiyat beğenisini, satışları falan söyledikten sonra bir tek kişi farklı, bu kadar kırılgan olmasına rağmen, hayret edilecek bir cesaretle direndi, diyor.

Yani ben yazarlığımda daima kendimle savaşıyorum. Bu nedenle de satış matış o anda çok fazla hesaplayamıyorsun.

Belki de hesaplamak gerekir.

Son yıllarda tanıtım için oradan oraya koşturmak da bana çok yıpratıcı geldi, bu sefer hele. Meselâ televizyon kanallarının dörte üçüne çıkmamakta direttim."

Sözün burasında, şunu söylemek istiyorum: Son kitabınızla ilgili gerçekten çok yayın oldu, onları takip etmeye çalıştım. Bunları yapanların çoğunun kitabı okumadıklarını, okusalar bile anlayamadıklarını fark ettim… Belki de okura yeterince doğru yansıtamadılar "Bu Yalan Tango"yu…

"Ama çok doğru tanıtanlar da oldu. Meselâ daha yayınlanmadı Erendiz Atasü bir yazı yazdı, olağanüstü, beni çok mutlu kıldı bu. Yani inceden inceye emek verenler de oluyor. Bence şöyle oluyor; bir defa basın meselelere öyle hızlı yaklaşıyor ki… Eskiden bir kitap çıktığı vakit bunun tanıtımları, söyleşileri 3-4 ay sonra gerçekleşirdi. Şimdi bakıyorsun daha kitap çıkmadan dizgileri gönderiliyor. Bunlar iyi mi kötü mü, bana sorarsan abuk sabuk geliyor.  Ama bu bir mekanizma, onun içine girerseniz bir şeyin iyi tanıtılmasına imkân yok.

Ama şimdi meselâ Erendiz Atasü'nün yazısında, bu ay yayınlanan Sezai Coşkun'un yazısında çok dikkatli, eleştirel değerlendirmeler var, ama paldır küldür olanda olmuyor ki zaten. Çok zor. Tabii bu yalnız bana değil, herkese aynı şekilde. Sistem bu hale getiriyor…

Tabii bir de bugünkü okurun meseleleri değil benim o kitapta anlattıklarım. Gerilim yok, aynı sahne elli kere tekrarlanıyor, bir anlamda insanı gıcıklayan bir cinsellik yok, bir anlamda İslâm'ı kullanmak yok, bugünün satış formüllerine pek el uzatmamış bir şey. Ama düşünüyorum bugünlerde bunların hepsine göz atan bir şey yapmayı!"

Gerçekten mi?

"Yok, yok…"

Yeni Çalışması

Peki ne geliyor bundan sonra?

"Valla bir şeyle harıl harıl çalışıyorum. Birdenbire, hiç hesapta olmayan bir romanla uğraşıyorum. Bambaşka bir şey çıktı ve o, aldı başını gidiyor, onun üzerine her gün çalışıyorum. Sabah 7'de kalkıyorum, akşam erken yatıyorum. Mutluyum yani, istekliyim…"

Ne hacimde olacak, ne zaman biter, bir tahmininiz var mı?

"Biraz okkalı bir şey, kafamdaki yapıda bir değişiklik olmazsa, tam mimarisini kurmuş değilim şu anda, ama sezgimle söyleyebilirsem 500-600 sayfalık bir şey olacak…

Çok da araştırmayı gerektiren, bir de kendi içinde çok hızlı giden, ama o hızlı gidişten sonra çok da ayıklanması, yeniden yapılandırması gereken bir kitap…"

Şimdiden teşekkürler Selim İleri. Kitabı, merak ve heyecanla bekliyorum…

Bugünkü ortamda feryat etseniz ne olacak?

Ben sizi 70'li yılların sonunda tanıdım. O günlerde, ardından 80'lerin içinde sert tartışmalarına tanık olduğum Selim İleri, bugün dostlarını, tüm edebiyat-sanat çevrelerini, okurlarını sevgiyle, şefkatle kucaklıyor…

"Bu yaşlılık da olabilir, ama onun dışında bir şey var. Ben, yaşadığımız toplumun öylesine bölünmeye açık, öylesine kör döğüşü, öylesine aynı meseleler etrafında kısırdöngü bir anlayışla debelenip durduğunu gördükçe ona çomak sokmak istemiyorum.

Yoksa zaman zaman, hele edebiyat dünyamızın bugününe baktığım vakit tartışılması değil, feryat edilmesi gereken çok şey olduğunu biliyorum, görüyorum… Zaman zaman kendi kendime, hatta bazen ipin ucunu kaçırıp güvendiğim dostlarıma - bilhassa içkili sofralarda - feryat da ediyorum, ama orada kalacağını bildiğim için, içim rahat feryat ediyorum…

Fakat feryat etseniz ne olacak? Daha sağduyulu, serinkanlı, bu konuda bir tartışma ortamına girseniz ne olacak? Artık öylesine başka bir düzen oluştu ki bizim fikir hayatımızda olsun, siyaset hayatımızda olsun yaşama biçimimizde doğrudan doğruya, o zaten birkaç günlük malzeme halini alıyor, hiçbir işlevsel tarafı olmaksızın sönüp gidiyor, tüketiliyor.

Buna zaman vermektense bir Selçuk Baran'ın 'Bozkır Çiçekleri' romanı hakkında yeniden bir yazı yazmayı, onu yeniden gündeme getirmeyi, beş okura daha o kitabı okutabilmeyi daha işlevsel ve anlamlı olarak düşünüyorum. O yüzden de o gördüğüm, şaşırdığım olumsuzlukları da dile getirmemeyi tercih ediyorum."

Yazarlık yaşamıma baktığım vakit bir uçtan bir uca savruluşlar oldu…

Selim İleri özel hayatında edebiyat ve sanat dünyasına, okurlarına ne kadar şefkatli, kucaklayıcıysa romanlarında tam tersi gayet siyasi, hatta sert bir duruşu var…

"Evet, benim de herkes gibi bir siyasi anlayışım, görüşüm var. Aslında siyasetle fazlasıyla ilgilenen bir insanım. Şu anda yaşadığımız toplum, bugünkü siyasi ortam, dünden bugüne devraldığımız siyasi meseleler, bunların hepsi beni çok ilgilendiriyor. Yaşadığım toplumun bugününden çok da mutlu bir insan olduğunu söylemem zor."

Yazdıklarınız farklı görüşlerden okurlar tarafından kabul görüyor, severek okunuyor…

"Yazarlık yaşamıma baktığım vakit bir uçtan bir uca savruluşlar oldu. Yani Cumhuriyet Gazetesi'nde yazarken ertesi hafta okuyucu beni, Zaman Gazetesi'nde gördü. Bir savruluştu bu. İnsanlara hakiki sebeplerini - belki ileride, meselâ yazmak istediklerimden biri budur -  henüz daha fazla dile getirdiğim bir şey değil.  Ama şunu gördüm, - özellikle son romanım 'Bu Yalan Tango' sırasında - bakıyorsun o uçlar diye gördüğümüz şey, o insanlar bir eser üzerine, bir çaba üzerine birleşebiliyorlar. Bu kitapla ilgili, farklı kitap eklerinde beni çok sevindiren olumlu yazılar çıktı. Orada şöyle bir şey düşündüm, bu savruluşlar, birer yazarlık alınyazısı olarak gelen bu savruluşlar sonra seni bir yere getiriyor, sende birleştirici bir insan olmana dair bir vehim yaratıyor diyeyim, belki bir vehimdir. Ama ben birleştirici bir insansınız dendiği vakit, bundan hoşlanıyorum. İkincisi de bunu bir misyon gibi taşımak da istiyorum. Hiçbir okuru kırmak istemem…"