Eko-ekonomi şart

Faruk Şüyün bu hafta, Tekfen Holding kurucu ortaklarından Ali Nihat Gökyiğit ile sosyal sorumluluklar üzerine konuştu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME


Faruk ŞÜYÜN

Bu haftaki konuğum Tekfen Holding kurucu ortaklarından Ali Nihat Gökyiğit. Lisans eğitimini Robert Kolej'de (1946), yüksek lisansını Michigan Üniversitesi'nde (1948) inşaat mühendisliği dalında tamamlamış. 1956 yılında ortakları Feyyaz Berker ve Necati Akçağlılar ile birlikte Tekfen'in nüvesi olan FNN Müşavir Mühendislik firmasını kurmuş. Tekfen'in 50'yi aşan grup şirketinde o günden bugüne görev almayı sürdürüyor. TÜSİAD (Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği) ve DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) kurucu üyesi olan Gökyiğit, Gürcistan ve Kırgızistan İstanbul Fahri Konsolosu ve Gürcistan onursal vatandaşı. 1997 yılında Cumhurbaşkanlığı Devlet Üstün Hizmet Madalyası ve 2010'da T.B.M.M. tarafından Üstün Hizmet Ödülü verilmiş. 2009 senesinde ise Ernst&Young tarafından Schwab Foundation Social Entrepreneur of the Year (Yılın Sosyal Girişimcisi) ödülüne layık görülmüş. Sohbetimizin konusu da sosyal sorumluluk projeleri olacak ve geçtiğimiz günlerde 20. yılını üç ayrı kentte verdiği konserlerle kutlayan Tekfen Filarmoni ile başlayacağız:



"Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi'ndeki – kurmak bana nasip olmuştu, başkanlığını da yaptım -  11 ülke arasında hangi konular önemli işbirliği alanları diye bir çalışma yapmıştık. Bunların arasında enerji en başta geliyordu. Onunla ilgili bir konferans düzenleyelim, dedik. Bu arada keman sanatçısı, bugün orkestarımızın şefi olan Saim Akçıl gazetede bu konuyla ilgili haberleri okumuş, bana geldi 'bu ülkelerin sanatçılarından oluşan bir oda orkestrası kurmaya ne dersiniz?' dedi. Ben de ekonomik ilişkileri geliştirmede kültürel entegrasyonun da çok önemli olduğuna inandığım için o alanda ne yapabiliriz diye düşünmeye başlamıştım. Oda orkestrası çok uygun geldi ve 1992 yılında hemen bu orkestrayı kurduk.

20 kişilik bir grup: Türkiye'den, Rusya'dan, Ukrayna'dan 2'şer, 3'er müzisyen, diğerlerinden birer. Ve enerji konferansını bu oda orkestrasıyla açtık. O konferansa Amerikalı enerji uzmanlık firması Cambridge Energy Research Associates'ten 2 kişi davet etmiştim. Onlar konferansın hem muhtevasını, hem organizasyonunu çok beğendiler 'beraber bir enerji konferansı yapmaya ne dersiniz?' dediler. Ben de biraz bunu söyletmek için onları davet etmiştim. Tabii çok iyi olur, dedim. Yalnız ismini ben koymak istiyorum bu enerji konferansının 'İki Denizin Öyküsü' olmalı, dedim, kabul ettiler. Denizlerden birisi Hazar, orada petrol çıkıyor. Karadeniz de petrol ve gaz için hem önemli bir tüketim alanı - o tarihte çok önemliydi -hem de bunun dünya pazarlarına gitmesi için geçiş yeri, dolayısıyla iki deniz birleşecekti. Orkestranın ismi de 'Karadeniz Oda Orkestrası'yken 'İki Denizin Sesi' oldu ve onu takip eden sene 'İki Denizin Öyküsü' adı altında enerji konferansı düzenledik."

23 bayraklı orkestra

Biribirinden ayrılmaması gereken ekonomik dünyayla kültür-sanat dünyasının güzel bir işbirliği...

"Evet. Süleyman Demirel Başbakan o zaman. Toplantıyı açarken sordu: 'Neden iki deniz? Bir de Doğu Akdeniz var.' Bunu takip eden sene konferansın ismi 'Üç Denizin Öyküsü' oldu. Orkestraya da 'Üç Denizin Sesi' dedik. İki deniz olurken Hazar Denizi'nden 5 bayrak ilave etmiştik 16 bayrağa çıkmıştı, 3 deniz olunca Doğu Akdeniz'den 7 bayrak daha katıldı ve 23 bayraklı bir orkestraya dönüştü."

Özellikleri nedir orkestranın?

"Bir kere barış mesajı veriyor, bakın diyor dünyanın en problemli bölgesinden bir araya geldik. İşte İsrailliyle Filistinli, Ermeni müzisyenle Azeri müzisyen yanyana, Türk ve Yunan, Rusla Ukraynalı... Bize bakın diyorlar en şiddetli olayların devam ettiği bir bölgeden geldik, kardeşlik şuuru içerisinde musiki yapıyoruz.
Konserlerimize otantik enstrümanları dahil ediyoruz her defasında. Tabii onların kendi renkleri var, batı'yla uyuşması, çok sesli hale getirilmesi için orkestra aranjmanları yapılması gerekiyor. O ülkeden seçtiğimiz bir bestekar da bunları bize gerçekleştiriyor."

Yani her konserde yeni besteler yorumlanıyor.

"Evet, dolayısıyla literatüre de yeni eserler kazandırdık. Ve ikinci mesaj da şunu diyor dünyaya: Medeniyetler niye çatışsın ki? Bakın biz Ortadoğu'nun müzisyenleri geldik, batı'nın o çok rafine orkestrasıyla kucaklaştık. Birbirimizle hünerlerimizi paylaşıyoruz ve bir kardeşlik içerisinde musiki yapıyoruz. Ben konuşmalarımda şöyle diyordum: Bunlar, batı musikisine âdeta bir baharat gibi yeni bir lezzet, başka bir boyut kazandırdı. Dikkat ederseniz diğer ülkelerden gelen müzisyenler büyük bir keyifle dinliyorlar otantik enstrümanlar solo çalarken. Dolayısıyla 'medeniyetler niye çatışsın ki?' diyorlar.
Bir üçüncü tarafı da orkestranın, bu otantik enstrümanları dahil ettiğimiz zaman halkımız bunu hemen alıyor, koynuna koyuyor sevdiği için ve çok sesli musikiye doğru adım atmaya başlıyor."

TEMA'nın kurucusu

Konserlerde ben de o ilgiyi, sevgiyi fark ediyorum...

"Dolayısıyla böyle çok tarafı olan, ama önce, 'ekonomik ilişkileri geliştirmede kültürel faaliyet olarak ne yapabiliriz?' sorusuyla başlayan bir orkestra. Oldukça farklı."

Kurucularından olduğunuz çok önemli bir vakıf da Tema...

"Benim sosyal sorumluluk alanında yaptığım en önemli işlerden bir tanesi Tema Vakfı'nın (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) iki kurucusundan biri - Hayrettin Karaca'yla - olmam. Tema Vakfı benim odamda kuruldu ve isim babası da benim. Bunu ben söylemiyordum, Hayrettin Karaca ifade edince birkaç defa şimdi söylüyorum, isim babası da benim.
Tema'yı çok sevdim, çok emek verdim. Tema'nın çevre, doğal varlıkları koruma ve kırsal kalkınmaya yönelik ilk projelerini ve sponsorluğunu üstlendim. Hayrettin Karaca da bu konunun önemini gayet güzel anlattı. Bilinçlendirme ve eğitim önemliydi. Baştan öyle başladık zaten, ama o yeterli değildi. 'Peki biz ne yapacağız?' sorusunu sormaya başladı büyük bir taraftar ve gönüllü. Mera ıslahı, kırsal kalkınma projeleri, arıcılık, ağaçlandırma gibi çeşitli projelerle çarelerin bulunduğunu anlatmaya çalıştık. Dolayısıyla Tema daha çok bu projeleriyle tanındı. Şimdi aktif görevde değiliz ikimiz de ama ilgimiz devam ediyor."

Arıcılık da ilgilendiğiniz alanlardan birisi...

"Arıcılık konusuna çok önem verdim. Einstein der ki: 'Arı faaliyeti durduğu zaman, insanların da faaliyeti artık yoktur.' Yani o derece önemli bir böcek. Nesli tükenmiş sanılan saf Kafkas arısının keşfi bize nasip oldu. Şimdi ana arı üreterek Türkiye'nin her tarafına gönderiyoruz. Damızlık bir ana arı çok kıymetli. Onun birinci melezleri de öyle. Diğer bir önemli ırk da Anadolu ırkı. Bunun için çalışma içindeyiz, bu ırkı bulma ümidimiz var. Ankara Kızılcahamam, Beypazarı bölgesinde araştırıyoruz. Bir de Muğla'daki çam balını yapan ayrı bir ırk, onun safını bulmak için de çalışmalar yapıyoruz."

Sosyal faaliyetleriniz arasında ağaç tarımı da var?

"Gene beni en çok heyecanlandıranlardan biri. Yani hızlı yetişen ağaçları dikiyorsunuz. Bunların ekonomik ömrü genelde 15-20 sene. Ondan sonra büyümesi yavaşlıyor. O zaman gelip diyoruz ki kusura bakma, sen bize büyük bir hizmet yaptın, karbon emisyonunu yutarak büyüdün, ama şimdi bu hizmeti yine aynı büyüklükte yapabilmek için seni alacağız, yerine yavruları koyacağız. Ve bunları kesiyoruz."

Hangi ağaçlar dikiliyor.

"Marmara Bölgesi'nde sahil çamı olarak başladık, şimdi Çanakkale, Balıkesir'den güneye doğru gidiyoruz. Orada kızılçam ağırlıklı olacak. Kaliforniya'dan gelen bir ağacı da deniyoruz. Şimdi bunun önemi şurada: Karbon emisyonunu yutuyorlar, ama bir şey daha yapıyoruz doğal ormanlardaki baskıyı, kaçak kesimi azaltıyoruz bunu yapmak suretiyle. Doğal ormanların içinde Türkiye'nin en büyük biyolojik zenginliği, çeşitliliği yatıyor. O halde onu koruyabilmek için ihtiyaç duyulan ağacı yetiştirip gerekeni yapacaksınız. İşte bunu başlattım ve proje şimdi 7 yaşında. Her sene 200 hektar alan ilave edip 300 bin fidan dikerek devam ediyor. İlk hasadı 2 sene sonra alacağız ilk diktiklerimizden, ondan sonra her sene devam edecek."

Eğitim için

Ve gelelim botanik bahçenize. Kendi adınızı taşıyan vakıf aracılığıyla, eşinizin anısına Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi'ni kurmuştunuz. Her gün gidiyor musunuz oraya?

"Hemen her gün gidiyorum. Çok seviyorum."

Kaç hektar?

"40 hektar bir alanı karayolları tahsis etti. Evvelâ şahsen bana tahsis etti, sonra vakfıma yapalım, bu uzun vadeli bir iş dedim. Ali Nihat Gökyiğit Vakfı'na tahsise çevirdiler 30 sene için, 15 senesi de geçti.
Şimdi bu bahçede en önemli işimiz eğitim ve bilinçlendirme çocuklardan başlayarak. Bitki dünyasını tanıtmak, sevdirmek. Sonra birtakım önemli koleksiyonları orada bulundurmak. Daha sonra nesli tehlike altında olan bitkileri yetiştirip korumaya almak ve oradaki halkı bilinçlendirmek. Birtakım önemli araştırmalarımız var: Meselâ susuzluğa ve çorak topraklara dayanıklı, uyumlu bitkiler koleksiyonumuz var. Bu giderek önem kazanacak, çünkü iklim değişikliği dolayısıyla su sancısı dünyanın büyük bir problemi. Başka da çok enteresan ve heyecanlı projeler var.
Sosyal sorumluluk alanında sağlık konusunda, eğitim konusunda da bazı faaliyetlerim var, ama esas büyük faaliyetlerim bunlar."

Botanik bahçesi cesur bir girişim...

"Evet, onu kabul ederken doğrusu biraz tereddüt etmedim değil. Çünkü, bir asgari altyapısı var. Bir herbarium olacak, yani bitkilerin kurutulmuş arşivi, bir tohum odası olacak doğru klimayla, bir kütüphanesi bulunacak muhakkak. Eğitim salonları olacak ve birkaç tane de limonluk özel iklim yaratacak şekilde. Bunları asgari ölçülerde yaparak çok faal bir botanik bahçesi meydana getirdik. Hocaların cazibe merkezi oldu. Botanik hocaları bizim orada buluşurlar, çeşitli projeleri konuşurlar. Hatta kaktüs meraklıları da birbirlerini bulmuşlar internetten. Bizim bahçede toplandılar ve derneklerini orada kurdular. Ediz Hun da başkan oldu."

Ama kimi bitkilerin nesilleri hızla tükeniyor...

"Türkiye'de 3 bin 8 adet bitki yok olma tehlikesi altında. Çeşitli derecelerde. Bazıları çok tehlikeli, vahim; bazıları daha az vahim olmak üzere. Bunların korunması fevkalâde önemli. Bu görev de botanik bahçelerine düşüyor. Biz bunu bahçemizde yapıyoruz, ama 5-6 çeşit üzerinde çalışabiliyoruz şu anda. Tabii yenilerini ilave edeceğiz, ama Türkiye'de 3 bin 8 adet yok olmaya yüz tutmuş bitki ve 13 tane botanik bahçesi var, bunların ne yazık ki yarısı da faal değil. Yani bahçe başına en az 300 bitki düşüyor. Gelişmiş ülkelerde 3-5 tane bu rakam. Onların botanik bahçe sayısı 100'den fazla, tehlike altındaki bitki sayıları da çok az."

Kapadokya'da bir depo

Bir de Toros Grubu var şirketleriniz arasında...

"Orada kimyevi gübre esas işimiz. 3 yerde fabrikamız var: Samsun'da, Mersin'de ve Ceyhan'da. Beni en çok heyecanlandıran kimyevi gübrenin kendisi değil - tabii o da tarıma büyük bir hizmet - onun altındaki faaliyetler. Sebze fideciliği yapıyoruz. Meselâ patlıcana domates fidesi aşılanıyor daha yavruyken. Neden? Çünkü patlıcan hava şartlarına daha dayanıklı, dalları daha mukavemetli, domates daha narin. Bu ikisi birbirine aşılanınca daha uygun bir domates fidesi elde edilmiş oluyor. Tohumculukta büyük faaliyetlerimiz var. Bu alanda da en çok patates tohumu üzerinde uzmanlaştık. Kapadokya'da bir büyük depo imal ediyoruz yeraltında. 9 bin ton tohum depolayabileceğimiz bir alan. Daha sonra 30 bin tona kadar çıkacak. Oradaki doğanın imkânlarından istifade ederek, ona biraz ilave ederek."

Bir çekirdekten...

Her şey organik.

"Tabii. Bir de doku kültürüyle fidan üretiyoruz Adana'daki tesisimizde. O da çok sevdiğim bir işimiz. Hani deriz ya bir incir çekirdeğine bu program nasıl sığmış diye. Yani incir ağacı kabuğu, beyazı, yaprağını kopardığın zaman süt çıkacak, meyvesi olacak. Bütün bunlar bir tane çekirdeğin içine programlanmış. Onun için meselâ Anamur muzunun hücrelerinden muz fidanı yapıyoruz.
Keyif aldığım faaliyetler bunlar. Tekfen'i biraz daha bu konularda yoğunlaştırdık, başka işlerimiz de vardı onları yavaş yavaş elden çıkardık, buraya yoğunlaştık."

Son olarak ne söylemek istersiniz, bir mesajınız var mı?

"Yoksulluktan kurtulmak için üretim şart. Çünkü yoksulluk da doğa üzerinde baskı yapar. Ama üretimin doğaya dost olması çok önemli. Ekonomi değil yalnız başına, eko-ekonomi konseptine muhakkak sarılmamız lâzım. Yani ekolojiyi ihmal eden bir ekonomi değil, ekolojiyi merkeze alan ve ekonomiyi onun etrafında geliştiren bir dünyaya ihtiyacımız var. Çünkü doğaya dost olmaya mecburuz."

"Sosyal sorumluluk alanında 10 yıldan fazla bir görevi tutmak istemedim"

Sosyal sorumluluk projelerinde yöneticilik konusunda da örnek yaklaşımlarınız var.

"Biraz el değiştirmek, yeni fikirler getirmek lâzım geliyor. Ben sosyal sorumluluk alanında 10 yıldan fazla bir görevi tutmak istemedim biraz o düşünceyle. Tek bir istisnası var o da dünyanın en büyük öğrenci teşkilatı Aiesec-Türkiye'nin 35 yıl süreyle Danışmanlar Yüksek Kurulu Başkanlığını yapmam..."

Çedbik'te de aynı prensibi uyguladınız...

"Gene benim odamda Duygu Erten Hanım'la beraber kurduğumuz Çedbik'in (Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği) kurucu başkanı oldum. Onu da 3 sene yaptım. Başından da dedim ki 3 sene sonra bunu devretmem lâzım."

"Her 10 günde yeni bir bitki bulunuyor"

Toplam bitki sayısı konusunda bir rakam var mı, 10 binin üzerinde olduğu söyleniyor...

"Şöyle mukayese ediyorum: Avrupa'nınkine çok yakın. Bütün Avrupa Birliği üyelerinin toplamına çok yakın. Ayrıca Türkiye'de her 10 günde bir yeni bir bitki bulunmaya devam ediyor. Avrupa'da böyle bir şey yok. Bulunduğu zaman bayram yapıyorlar, şenlikler düzenliyorlar. Bizde ise sessiz sedasız her 10 günde bir yeni bitki bulunuyor, literatüre kazandırılıyor. Böyle zengin bir ülke.
Meselâ bin 200'den fazla çeşit üzüm var, buna inanamıyor yabancılar. Bu kadar zengin. Birçok meyvenin de anavatanı Türkiye diye düşünülüyor. Örneğin kirazın Giresun'dan geldiği, Yani dünya asırlarca birtakım jeolojik, meteorolojik hadiselere sahne olmuş, bitkiler ve hayvanlara flora ve faunaya Anadolu bir geçiş yeri, bir sığınak olmuş. Onun için burada toplanmış bunların zenginliği. Tabii kıymetini bilmek lâzım."