Enerji açığını “linyit” çözecek!
Enerjide ithalat bağımlısı Türkiye’nin, alternatif bir kaynak olarak zengin linyit rezervlerinden yararlanmasının zorunlu olduğu belirtildiDeloitte tarafından hazırlanan raporda, Türkiye için linyit santralleri kurmanın tercihten öte bir zorunluluk olduğu
ANALİZ: Talip AKTAŞ
Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olarak nitelenen “cari açık”ın, 50 milyar doları aşan bir rakamla yüzde 70’ine yakını, ithal enerji faturasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin birincil enerji kaynaklarında dışa bağımlılık oranı da yüzde 75’i buluyor…
Birinci enerji kaynakları itibarıyla, Türkiye ürettiği enerjinin yüzde 32'sini doğal gaz, yüzde 31'ini petrol, yüzde 20'sini kömür ve yüzde 9'unu da hidroelektrik kaynaklardan karşılıyor. Diğer kaynakların payı ise yüzde 8 civarında. İhtiyacın doğal gazda yüzde 97’si, petrolde yüzde 93’ü, kömürde ise yüzde 20’si ithalatla karşılanıyor. Petrol fiyatlarındaki artışın süreceği yönündeki beklentiler, bu sorunun Türkiye açısından önümüzdeki dönemde daha da önemli hale geleceğine işaret ediyor. Nitekim ham petrolün varil fiyatındaki her 10 dolarlık artış, Türkiye’nin yıllık enerji ithalatına 4 milyar dolarlık ek fatura bindiriyor.
Orta vadede nükleer enerjiyi çözüm olarak gören Türkiye, kısa vadede su kaynaklarına daha fazla yükleniyor. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir kaynakların, sorunun çözümüne katkısına ilişkin beklentiler ise oldukça düşük düzeyde… İşte bu tablo içinde, enerji sorunu değişik boyutlarıyla tartışılıyor. Peki kısa vadede daha başka hangi politikalar çare olabilir?..
Uluslararası denetim ve danışmanlık şirketi Deloitte’in hazırladığı bir raporda, Türkiye’nin zengin “linyit” kaynaklarına dikkat çekiliyor ve “ihmal edilen” bu kaynağın, enerji sorununa ciddi bir katkı sağlayabileceği görüşü dile getiriliyor.
Kaynak ihmal edildi
Deloitte’in, “Linyit Kömürü Sahalarının Ekonomiye Kazandırılması” başlıklı raporda, öncelikle “birincil enerji kaynaklarının tam verimle kullanılmadığı” eleştirisi yapılıyor ve şu değerlendirmeye yer veriliyor: “Türkiye’nin fosil kaynaklar bakımından zengin olmaması, enerji politikalarında özellikle arz güvenliği bağlamında dışa bağımlılık açısından sorun teşkil etmektedir. Bu sebeple, yerli kaynakların ve bu kaynaklar içinde linyit rezervlerinin değerlendirilmesi öteden beri tartışma konusu olmuş ve olmaya devam etmektedir. Ancak, değerlendirmeye yönelik yapılan düzenlemeler ve bu düzenlemeler çerçevesindeki girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Makro hedefler açısından yerli kömür kaynaklarının enerji üretiminde değerlendirileceği resmi belgelerde belirtilmiş olmasına rağmen, yeterli düzenlemeler yapılmadığından ilerleme kaydedilememiştir. Gecikmeler ithalata bağımlılığı artırmış ve ödemeler dengesinde enerji kalemi ciddi bir risk unsuru halini almıştır.”
Raporda, linyitle çalışacak enerji santrallerinin yapımının özendirilmemesi yanında, mevcut santrallerin yaşlı olması ve kapasite kullanım oranlarının gerilemesinin de linyit kullanımını artırmak bir yana azalttığına işaret ediliyor.
Türkiye linyit zengini
11.5 milyar tonla dünya toplam linyit rezervinin yüzde 5.9’una sahip olan Türkiye’nin dünyada ve ilk 10 ülke içinde yer aldığı belirtilen raporda, Türkiye’nin bu varlığı ile linyit açısından “zengin” bir ülke olduğu kaydediliyor. Bu rezervlerin değerlendirilmesinin bölgesel kalkınma, dış açığın azaltılması, arz güvenliği, elektrik maliyetlerinin düşürülmesi, istihdam, katma değerin yurt içinde kalması, rekabetçi sanayi yaratılması gibi kalkınma amacına uygun birçok olumlu etkisi bulunduğu vurgulanan raporda, “Bu sebeple, linyit rezervlerinin elektrik enerjisi üretiminde kullanılması dışında bir alternatif bulunmamaktadır” görüşüne yer veriliyor.
Raporda, yüzde 86 gibi yüksek bir oranla linyit sahalarının büyük bölümünün kamu sektörünün elinde bulunduğu da belirtiliyor ve “Kamu sektörü, liberalizasyon ve kamu finansman yetersizliği nedeniyle sektörden çekilmektedir. Bu açıdan kamumun elindeki linyit kaynaklarının değerlendirilmesinde kamu-özel sektör işbirliği modelleri gündeme gelmektedir. Bu modellerin uygulanması ile zengin linyit rezervleri değerlendirilerek ekonomiye kazandırılabilecek, sektörel ve makro ekonomik hedefler gerçekleştirilebilecektir” deniliyor.
Linyit santralleri zorunlu
Raporda, Türkiye’nin enerji üretiminde linyit santrallerini devreye sokmasının zorunlu olduğu tezi ise şu gerekçelere dayandırılıyor: “Türkiye elektrik piyasasında hidrolik santrallerin su gelirlerinin düzensiz olması, yenilenebilir enerji kaynaklarının yüklerinin stabil olmaması, mevcut linyit santrallerinin yaşlı olması ve emre amade kapasitelerinin sürekli düşmesi, nükleer santral yapımının uzun süre gerektirmesi, yaz ve kış puantlarının riskli bir hal alması, yüksek talep artışının sürmesinin beklenmesi gibi etkenlerle sistemin, gerek günümüzde gerekse gelecek yıllarda, baz ve puant yüke cevap verebilecek santrallere ihtiyacı bulunmaktadır.
Dışa bağımlılığın azaltılması ve arz güvenliğinin sağlanması hedefi doğrultusunda sistem ihtiyacına cevap verebilecek santraller olarak linyit santralleri tek seçenek olarak görülmektedir. Linyit santrallerinin diğer önemli avantajları arasında tedarik güvenilirliği ve, maliyet avantajı sayılabilir.
Özel sektör yatırımlarının gaz ağırlıklı olması ve gazın ülke dışından gelmesi tedarik riskini de beraberinde getirmektedir.
Özellikle önümüzdeki dönemde kurak yılların her zamankinden uzun süreceğine ilişkin beklentiler de linyit santrallerinin önemini her zamankinden daha fazla artırmaktadır.
Tüm bu unsurlar dikkate alındığında sistem güvenliği için de linyit santrallerinin yapılmasının zorunlu olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.”
Yatırım modelleri ve sorunlar
Linyit sahalarının ağırlıklı olarak kamunun mülkiyetinde bulunması nedeniyle özel sektör elektrik üretim lisans başvurularının başta doğalgaz olmak üzere öteki kaynaklara yapıldığına dikkat çekilen raporda, “Kaynak tedarik serbestliğinin sağlanması ancak kamu elinde bulunan sahaların özel sektöre açılması ile mümkündür” deniliyor.
Linyit santrallerinin yaygınlaştırılması ve mevcut kaynakların ekonomiye kazandırılması için
değişik yöntemlerin bulunduğuna işaret edilen raporda, yürürlükteki mevzuatla “yap işlet devret” ve “yap-işlet” gibi modellerin linyit santralleri özelinde yatırımı teşvik edici unsurlarının bulunmadığına dikkat çekiliyor. Bu çerçevede, işletme süresi ile hedeflenen güç ve rezerv durumunun örtüşmemesi, kamu ortaklığına ilişkin hüküm bulunmayışı ve alım garantisi konularının öncelikle çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilerek, “Yapılması gereken tüm bu düzenlemeler dikkate alındığında mevcut koşullarda linyit sahalarının değerlendirilmesinde ‘yap-işlet-devret’ modelinin uygulanması anlamlı olmaktadır” görüşü dile getiriliyor.
Kamu ortaklığı gerekli
Kurulacak yeni linyit santrallerinde ihale kriteri olarak kurulacak şirkette EÜAŞ’a en yüksek payı teklif eden şirket tercih edilebileceği gibi, alım garantisi süresini veya işletmeye geçiş süresini en kısa teklif eden şirket de tercih edilebileceği ya da bu üç kriterin birlikte değerlendirilebileceği önerilen raporda “yap-işlet-devret” modelinin işlerliğe kavuşturulabilmesi için şu tespitlere yer veriliyor: “Mega projelerde kamu kesiminin proje içinde yer almasının; idari işlerin daha kısa sürede çözümlenmesi, finansman kolaylığı sağlanması gibi yararlar getirecektir. Ayrıca maden sahasının ayni sermaye olarak değerlendirilmesi, rodövans veya maden sahasının satışında ortaya çıkacak enerji üretim bedeli üzerindeki ek maliyetleri yaratmayacaktır. Yap işlet modelinin linyit sahalarının değerlendirilmesinde uygulanabilmesi için 4283 sayılı Kanunda değişikliklere gidilmesi veya salt bu işe ilişkin müstakil bir Kanun sevk edilmesi gerekmektedir. Buna karşın yap işlet devret modelinde katkı payı düzenlemesi fi nansör ve yatırımcılar için bir sigorta niteliğindedir ve fi nansman maliyetlerini azaltabilir. Ayrıca teşvik tedbirlerinde yeni düzenlemeler projelerin gerçekleşmesine katkı yapacaktır. Yapılması gereken tüm bu düzenlemeler dikkate alındığında mevcut koşullarda linyit sahalarının değerlendirilmesinde yap işlet devret modelinin uygulanması anlamlı olmaktadır.”
Daha fazla zaman kaybedilmemeli
Deloitte raporunda, linyitle çalışacak termik santrallerin, özellikle ölçek büyüklüğü de dikkate alındığında, projelerin fiyat, tedarik, yatırım ve işletme maliyeti ile diğer yönlerden güçlü rekabet avantajı bulunduğu da vurgulanıyor ve bu santrallerin kurulmasında geç kalınmasının kayıpları daha artıracağına ilişkin şu değerlendirmede bulunuluyor: “Bu avantajların gerçekleştirilmesi ve artırılması için tesislerin bir an önce devreye girmesi gerekmektedir. Zira arz sıkışıklığının fiyata ve geri dönüş süresine olumlu etkisi kısa ve orta dönemlidir. Diğer bir ifade ile arz sıkışıklığı olan sektörde kısa dönem fiyatları orta ve uzun dönem fiyatlarından daha yüksektir. İzleyen yıllarda sistem dengeye geleceğinden gecikme halinde fiyat avantajı ortadan kalmasa dahi azalabilecektir, arz yönlü çalışan ve orta dönemde de bu eğilimin sürmesi beklenen piyasa da erken devreye girme avantajını kullanmak işin esasını oluşturmaktadır.”
KUTU
Linyit artık daha az kirletiyor
Deloitte raporu, linyit santrallerinin en fazla eleştiriye konu edildiği yüksek emisyon değerlerinin yeni teknolojilerle oldukça düşük düzeylere indirildiğine ilişkin TBMM’nin araştırma raporuna da atıfta bulunuyor: “Ülkemiz linyitlerinin Tunçbilek ve Soma linyitleri hariç, büyük bir bölümü düşük ısıl değere sahip olup yüksek oranda kül, uçucu madde, nem ve kükürt içermektedir. Yakıtların emisyon değerleri linyitte 900 gr/kWh, taş kömüründe 800 gr/kWh, petrolde 800 gr/kWh, doğal gazda 400 gr/kWh’dir. Bununla birlikte, linyitlerin yaklaşık yüzde 80’i sanayi ve tesislerinde kullanım standartlarında olmadığından, termik santraller ülkemiz için ayrı bir önem taşımaktadır. Son yıllardaki yeni yakma teknolojileri ile kömürdeki emisyon oranları çok daha aşağılara çekilmiş ve doğal gaz emisyon oranlarına yaklaşmıştır. Bu durum ülkemiz linyit kaynaklarının enerji üretimi amacıyla kullanılması
yönünde bir fırsat olarak görülmektedir.”
KUTU
Doğalgazla enerji üretimi daha maliyetli
Raporda, enerji üretiminde büyük ağırlığı bulunan doğalgaz çevrim santralleri ile linyit santrallerinin ekonomik karşılaştırılmasına da yer veriliyor ve enerji politikasının yeniden gözden geçirilmesine yönelik şu değerlendirme yapılıyor:
“Doğalgaz çevrim santrallerinin yakıt girdilerinin ithal ve dövize bağlı olması, kur ve fiyat riski taşıması ve BOTAŞ’ın alım taahhüdünün de olması nedeniyle yurtiçi kaynaklar yurtdışına aktarılmaktadır. Linyite dayalı termik santrallerde ana yakıt ulusal kaynaktır. Doğalgaz santrallerinin yatırım maliyetinin yüzde sekseninin ithal makine teçhizat ağırlıklı olması nedeniyle yatırım bedeli tutarları da yurtdışına aktarılmaktadır. Linyite dayalı termik santrallerde yerli yatırım malı kullanım oranı özellikle maden sahalarında daha yüksektir.
Doğalgaz santrallerinde yatırımlarının makine teçhizat ağırlıklı olmaları nedeniyle istihdam edilen personel sayısı diğer bir ifade ile yaratılan istihdam azdır. Bir doğalgaz çevrim santralinde yüz kişi çalışırken aynı güçteki kömüre dayalı termik santralde maden sahası dâhil iki bin kişi istihdam edilmektedir. Bu istihdam nedeniyle gerek bölge gerekse ülke ekonomisine büyük bir katma değer sağlandığı bir gerçektir. Diğer taraftan kırsal kesimden kente göçü engellemesi nedeniyle kentlerde yapılması muhtemel altyapı yatırım maliyetlerinden de tasarruf edilmiş olunmaktadır. Doğalgaz çevrim santrallerinde yabancı ortak paylarının yüksekliği nedeniyle yaratılan değer yurtdışına transfer edilmektedir. Kömüre dayalı termik santrallerde kaynaklar büyük oranda ülke ekonomisinde kalmakta, tekrar ülke içinde yatırıma dönüşmektedir.
Kaldı ki dışa bağımlı gaz girdisi nedeniyle üretimin sürdürülememesi, enerji açığı, hazine ve ülke riskleri artmaktadır. Enerji üretim bedelleri doğalgaz santrallerinde kömüre dayalı termik santrallerinin üzerindedir. Bu durum ise sanayide girdi maliyetlerinin artması nedeniyle enflasyonist bir baskı yaratmakta, kamu finansman dengesine ve ülke sanayinin rekabet gücüne olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Diğer taraftan gaz bedellerinin ülke mallarının ilgili ülkeye ihraç yerine nakit olarak ödenmesi dış ticaret dengelerinde geri dönülmez açıklar yaratmaktadır.
Enerji politikalarının bu tespitler çerçevesinde tekrar değerlendirilmesi ve ulusal kaynaklara yatırım yapan ve istihdam yaratan projelere öncelikli olarak destek verilmesi ülkemizin enerji politikasının riske sürüklenmemesi ve sürdürebilir bir kalkınma için en önemli amaç olmalıdır. Sonuç olarak doğalgaza dayalı termik santraller ülke ekonomisine katma değer, döviz tasarrufu, istihdam ve gelir dağılımı, yerli girdi kullanımı gibi makroekonomik kriterler
açısından linyit santrallerinden daha az katkı sağladığı gibi, pahalı üretim nedeniyle sanayi
sektörünün girdi maliyetini artırarak enflasyonu, dış açık nedeniyle de ülke riskini artırma ve
ulusal kaynak kullanımını engelleyici sonuçlar doğurmaktadır.”