Enerjik, verimli yıllar sürecek
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Atilla Dorsay
43 yıldır sinema sanatı üzerine yazılar yazıyor. Bu alanın ülkemizde en önemli isimleri arasında. Çeşitli festival ve yarışmalarda jüri üyesi, Sinema Yazarları Derneği'nin kurucusu ve onursal başkanı. Türkiye'de Fransız sinemasının tanınması ve sevilmesinde büyük katkılarından dolayı aldığı Légion d'Honneur-Palmes Académiques Nişanı da dahil pek çok ödülü var. Mimar ve profesyonel rehber. Bu yıl, 70. yaşını kutluyan Atilla Dorsay'la söyleşiyoruz bu hafta. İlk soru da 70 yaş üzerine. Nasıl bir duygu 70 yaşında olmak?
"Doğrusu çok bilinçli girmedim 70. yaşıma, hatta özel bir parti de yapmadım, yaşgünümü çok sıradan bir biçimde kutlamaya çalıştım. Bu durumu kamuoyuna, okurlarıma açmak niyetinde de değildim, ama Sabah Gazetesi sağ olsun bana bir sürpriz yaptı. Artık iyi bir sürpriz mi, kötü mü bilemiyorum 17 Mart Pazar günü tam sayfa ‘Dorsay'ın 70. yaşı' diye bir haber koydular, böylece yaşgünüm açıklandı, ben de bunun getirdiği bütün sonuçlara katlanmaya çalışıyorum."
Bir şeyler değişiyor mu 70 yaşına basınca?
"Çok bir şey değişmiyor, 50., 60. yaşımda, bütün bu önemli yaşlarda hangi duygu vardıysa 70'te de onlar var, ama 70 tabii daha önemli. En azından Cahit Sıtkı'nın ‘Yaş 35, yolun yarısı eder' dizesi akla gelince bizim yolumuzun bitmiş olması gerekiyor. Bitmiş olmadığını, daha hâlâ yapacak bir şeyleriniz olduğunu, hem kendinize, hem başkalarına bir anlamda kanıtlamak zorunda kalıyorsunuz... İşte bu da şairin bize ettiği denilebilir!"
40. kitaba doğru
35 dediniz, hemen sorayım kitap sayısı da 35 mi oldu?
"Hayır, o rakamı aştı. En son Turkuvaz Kitap'tan ‘Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna' isimli bir gezi yazıları derlemesi çıktı. Bol resimli gezi notları… İlk gezi kitabım 2002'de yayınlanmış ve dört ayda dört baskı yapmıştı: ‘Yaşam ve Ölüm Kentleri'ydi ismi. Bu kitapta ise gitmeyi hep isteyip asla başaramayacağımı sandığım kimi uzak kıtalar/ülkeler var. Madrid ve Barselona dışında İspanya hep bir rüyaydı. Bu kez yaptık: Hem de tüm Endülüs'ü kapsayan dolgun bir programla... Mısır ve Tunus'tan yıllar sonra, Kuzey Afrika'nın güzel ve gözde ülkesi Fas'ı da organize bir turla çok iyi gezebildik. Hemen kuzeyimize çıkıp Ukrayna'nın başkenti Kiev'i, eski Yugoslavya'nın en geniş bölümünü oluşturan Sırbistan'ı, sonra yine o imparatorluktan arta kalan Bosna'yı ve kentleri Saraybosna ve Mostar'ı, Orta Avrupa'nın bir türlü göremediğim Çek Cumhuriyeti'nin Prag ve Karlovy-Vary adlı rüya kentlerini keşfetmek, Akdeniz'de Yunan adalarına ilk kez kapsamlı bir gezi yapmak ve bu denizin incisi Taormina'yı tanımak, ayrıca Kuzey Avrupa'da Brüksel'den Kopenhag'a özlenmiş kentlere dönmek de ancak 2000'lerde mümkün olabildi… Tüm kuzey Hindistan'ı, ayrıca Nepal'ı kapsayan 12 günlük gezi, benim için belki de hayatımın seyahatiydi. Çok etkilendim, üzerinde çok düşündüm. Hayatımda bir ülke için yazdığım en kapsamlı (ve bence en güzel) yazı dizisi, bu ülke için yazıldı. Bu, benim hesabıma göre 39. kitabım oluyor. Yani, küçük bir gayretle artık 40'ı bulacağım."
Rehberlik anıları
Rehberlik yıllarınızın yazıları, notları kitaplaşmayacak mı?
"Ben, rehberliği 1990-91 yıllarında bıraktım. Dolayısıyla onunla ilişkili somut bir şey yok bu kitapta. Ayrıca sırası gelmişken söyleyeyim 30 yıla yakın bir süre - Anadolu dahil - yaptığım tercüman rehberliğin anılarını da acısıyla tatlısıyla bir gün bir kitapta toplamayı düşünüyorum."
Kesinlikle çok iyi olur. Siz, bütün uğraşlarınız gibi rehberliği de severek yaptınız. Belki de yazmaktan sonra en severek çalıştığınız iş, rehberlikti…
"Vallahi ben yaptığım her işi severek yapmaya uğraştım. Sevmenin ötesinde tutkuyla yaptım. Bunu o kadar somut biçimde hissediyorum ki. Rehberliği de öyle. Bir ara benimle yapılan bir söyleşide şöyle demiştim: ‘Gezdirdiğim aşağı yukarı her gruba âşık oldum.' Bazen çok ters gittiğim ve takıştığım da oldu, ama genel anlamda söylüyorum, insanları seven, insan ilişkileri sağlam olan bir şanslı kişiyim. Ama aynı şekilde ben, gezdiğim her ülkeye de âşık oldum."
Şans meleği
Sinema da bir aşk değil mi?
"Sinemayı da tabii aşkla yazıyorum. Başka türlü 43 yıldır sinema üzerine yazmak kolay değil. Tutkum hiç azalmadı. Demek ki ben yaptığı hemen her şeyi aşkla, hatta tutkuyla yapan çok talihli insanlardan biriyim. Herkes için bu söylenemez."
Hatta bir söyleşinizde veya yazınızda "bir şans meleği vardır benim üzerimde" diyorsunuz..
"Evet, evet şimdiki halde bile uzun bir hayatım oldu. İnşallah biraz daha uzun olur diye de ümit ediyorum. Kendimce bir sürü vartalar atlattım. Bir kere Berlin'den kalkan Pan American uçağı düşer gibi oldu, alana geri dönüş yaptı. Birkaç uçak seyahatimde çok sallandık, düştü düşüyor havası yaşandı. Meslek hayatımda karşıma birçok engeller çıktı, çalıştığım birçok gazetenin yöneticileriyle, genel yayın müdürleriyle veya bölüm şefleriyle anlaşamadığım dönemler oldu.
Ne bileyim evlenmek için yaşadığım kararsızlığı yenip bir kadınla evlendim, o, benim hayatımın kadını çıktı ve 35 yıl sonra hâlâ devam eden çok mutlu bir evliliğimiz var. Cumhuriyet'in kapısından amatör, hiç kimsenin tanımadığı bir yazar olarak girip yazılarımı verdiğimde de o yazıların kabul edilmesi, benim bir koruyucu meleğimin olduğunu gösteriyordu. Bu kadar zahmetsizce Cumhuriyet gibi bir gazeteden başlamak 1966 yılında kolay değildi. Bütün bunlar ve başka şeyler…
Çok fazla inancım yoktur, ama inanç kavramına çok büyük bir saygım vardır. Bütün bunlar bende bir inanç doğurdu:
'Seni yukarılarda bir yerlerde koruyan bir melek var.'
Hatta sevgili Rıza Kıraç benimle yaptığı söyleşi kitabına ‘Koruyucu Meleğin Kanatları Altında' mı ne ona benzer bir isim koymak istedi, ben bunu çok fantezi buldum ‘Sinemayı Yazan Adam' adını önerdim. Sonunda o, söyleşi kitabının adı oldu."
Biraz da Say Yayınları'ndan çıkan o kitaptan söz edelim, okurlarınızın sizi daha yakından tanıması için iyi bir fırsat…
"Rıza iyi bir yazar, iyi sorular sordu. Ben de havamdaydım herhalde sevdim onun soru soruş tarzını. Bir yerde çok sıkıştırdı beni bazı sorularıyla, olabildiğince içten bir şekilde cevap vermeye çalıştım.
İçten bir söyleşi
Kitabın düzeltmesini de tamamen ben yaptım. Metinler deşifre edilmiş olarak geldi, böylelikle, kitaba gerçek üslûbunu verebildim. Sonunda ortaya çıkan söyleşiyi çok sevdim, çok içten oldu. Bir arkadaş ‘ortalık birbirine girecek' dedi, girmedi, girmez de... Öyle bir arzum da yok zaten. En azından bazı kişi ve kurumlar üzerine yıllardır içime attığım şeyleri anlattım. Cumhuriyet dönemini, Sabah Gazetesi'nde başıma gelenleri anlattım. Yalnız şunu da söyleyeyim bu uzun meslek hayatım boyunca birikmiş çok anım var. Birçok şeyi de kendime, ileride bizzat yazmayı tasarladığım anılara sakladım, ama çok şey de ortaya çıktı."
Bir de sizin yaptığınız söyleşiler var, onlar da Remzi Kitabevi'nden yayınlandı…
"Onların da bir kısmı ‘Sinema... ve Unutulmayanlar' başlığı altında bir söyleşiler kitabı oldu evet."
Bütün bu uğraşlara fotoğrafçılık da eklendi son yıllarda. "Yüzler" fotoğraf sergisi, meslek hayatınız boyunca resmini çekme fırsatı bulduğu sinemanın unutulmaz yüzlerinin fotoğraflarını bir araya getiriyordu. Birkaç kere sergilendi. Son olarak da 5 Aralık'a kadar sürecek olan "Mistikler Diyarı: Hindistan" serginiz Levent'te, Beşiktaş Belediyesi, Beşiktaş Sanat Galerisi'nde sürüyor.
"Nasıl derler alet işler, el öğünür diye bir laf vardır. Son iki yıldır dijital fotoğrafçılığa geçip biraz da paraya kıyarak iyi makineler almaya başladıktan sonra fotoğraflarımda kalite sıçraması oldu. Bir de Hindistan gibi bir ülkeye gidip - gerçi çokluk sinemacı portreleri çekiyorum ama - rengârenkliği, görülmemiş ışıkları renkler cümbüşünü fotoğraflarımla saptayınca ve bu fotoğraflar önce benim, sonra gösterdiğim diğer insanların epey hoşuna gidince, Beşiktaş Belediyesi de buna arka çıkınca sergisini açtım."
Hep bir dik duruş
Atilla Dorsay'ın hep bir dik duruşu var, nasıl düşünüyorsa onu hep savundu.
"Bunu söylediğine o kadar sevindim ki… Dik duruş derken zaaflarım da olmuştur. Mesela kendimi solcu sandığım ve saydığım dönemde bile ‘Das Kapital'i okumayı başaramamış olduğumu açıkça söylüyorum, ama her ne olursa olsun her inancım çok samimi oldu. Bazılarını bugün aynı güçle savunmasam bile gençlik angajmanlarıma, dostlarıma, ideolojik bağlantılarıma temelde sadık kaldım. O dik duruşu hakikaten bozmadım. Basında çok zor dönemlerde eğilmedim, taviz vermedim. Nitekim bugün de bir taviz vermeme çabası içindeyim ve bu yüzden çalıştığım gazeteyle aramda belli bir anlaşmazlık var, çözülecek diye ümit ediyorum, ama çözülmezse hemen ayrılırım. Hiç sorun değil benim için."
Biliyorum, bunu hep kanıtladınız. Peki, 80. yaşınızda ne yapacaksınız?
"Vallahi o yaşa geldiğimde şükredeceğim önce. Çünkü 80 de önemli bir yaş. Ama geçenlerde yazdım da bunu sütunumda biz, 70-80 derken 90'lıklar bile öyle önemli işler yapıyorlar ki… Vedat Türkali geçen yıl bir roman devirdi ve şimdi yeni romanını yazıyor. Cahit Kayra 92 yaşında yeni bir kitap yayınladı. İngiltere'de benim çocukluk, gençlik yıllarımdan tanıdığım 2. Dünya Savaşı'nın sesi olarak bilinen Vera Lynn adlı hanımefendi yine 92 yaşında yeni bir albüm çıkardı, o albüm çıktığı gün İngiltere'de liste başı olmuş. Bunlar 90'lıklar. 101 yaşındaki Portekizli yönetmen Manoel de Oliveira ise yeni filmine hazırlanıyormuş. Dolayısıyla yaşlar, işinin bitmiş olup olmaması gibi kavramlar değişiyor. 80 yaşında da bu yaşımdaki kadar enerjik olurum, verimli olurum diye ümit ediyorum, sonrası Allah kerim."
"Sinemaya hep duyarlıkla yaklaşıyorum"
Gelelim sinema eleştirilerinize. Kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Duyarlıkla yaklaştığımı düşünüyorum. Filmi izlerken, araya eleştirmen niteliğimi koymayıp sıradan bir seyirci gibi bütün tazeliğimle, bakir bir ruhla bakmaya çalışıyorum. Hiç önyargılarım, şartlanmalarım yok… Nefret ettiğim bir yönetmenin filmi olabilir, ben onu beğenebilirim ya da tam tersi çok sevdiğim bir yönetmenin bir filmidir, beğenmeyebilirim... Kişisel ilişkilerimin, bağlantılarımın, eğilimlerimin katiyen yansımamasına çalışıyorum ve yansımıyor da...
Demek ki o anlamda profesyonelce, ama her şeye açık olma bâbında, oldukça amatör bir ruhla ve dediğim gibi prensip olarak sinemayı seven bir eleştirmen tavrıyla yaklaşıyorum. Günümüzde öyle eleştirmenler var ve öyle yazıları çıkıyor ki yaptıkları, kendi zekâlarını, kendi anlayışlarını, kendi mizah kabiliyetlerini göstermek için filmleri ve insanları ayaklarının altında ezme, yeteneklerini kanıtlama çabası içindeler. Bende böyle bir çaba hiç olmadı, okurlar da bunu seziyorlar. Yazının, eleştirmenin kendisi için mi yoksa genel anlamda sinema sanatı için mi olup olmadığını çabuk karar veriyorlar.
Ben, 43 yıldır hâlâ okunan bir yazarsam, hâlâ gündelik basında yer bulabiliyorsam ve bu kadar kitap da çıkarabildiysem - çünkü belli sayıda okur olmasa bu kadar kitap da basılmazdı - başarımın esas sırrı burada yatıyor. Sinemayı tutkuyla ve bütün nesnelliğimle ayrıca sevdiğimi kitlelere kanıtladım.
Bir de bu yaştan sonra katiyen şu konuda sahte tevazuda bulunmayacağım: Türkçemin çok iyi olduğuna, dili çok iyi kullandığıma inanıyorum. Hele her gün basını izleyip de bazen neredeyse benim yaşımda yaşını başını almış kişilerce, ama daha çok gençlerce yapılan o korkunç Türkçe hatalarına, o dil zevzekliklerine, o yanlış kullanımlarına tanık oldukça kendi Türkçe kullanımımı çok daha fazla beğeniyorum."