”Geçen yılların açığını kapatmaya çalışıyorum”

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Fikret Hakan

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yeşilçam tarihinin tanığı, bir usta... Daha 16 yaşındayken sahneye çıkan, Bâb-ı Âli'de çalışmaya başlayan, sonra Pera'ya, oradan da sinemaya geçen, güç rollerin aranılır oyuncusu... Sinema, tiyatro, şiir, öykü, roman gibi farklı alanlarda 204 film, 28 televizyon dizisi, 3 şiir, 2 hikâye, 1 araştırma kitabı ile kendini ifade etmeye çalışmış Fikret Hakan'dan söz ediyorum... İnkılâp Yayınevi'nden çıkan son kitabı "Türk Sinema Tarihi"nden başlayacağız sohbetimize...

Böyle oylumlu bir çalışma fikri nasıl oluştu?

"1952 yılında tiyatrodan sinemaya geçtiğim zaman, Türk sineması yeni bir kuruluş, yeni bir atılım durumundaydı. Ama edebiyattan, Bâb-ı Âli'den geldiğim için, kendi yaşıtlarımdan daha bilinçliydim galiba. 53 yılında anladım ki yeni bir iş ve sanat düzeni olacak sinema, yani 'yedinci sanat'. Daha o zamanlar tartışmalar yapılıyordu sinema yedinci sanat olabilir mi, olamaz mı diye... Baktım ki Türk sineması adı altında kurulmaya başlayan düzensizlikte, arşiv falan yok, ben tek başıma kapı kapı dolaşıp doküman biriktirmeye başladım.

1958 yılının sonunda askere giderken 1914'lerden 1958'e kadar epey bir arşiv elde etmiştim. 60'da askerden geldikten sonra devam ettim, ama Türk sineması öyle bir yere geldi ki, uyumaya vaktimiz yoktu, yani tam bir delilik içinde sabah-akşam çalışma düzensizliği ortaya çıktı. Tabii bu, Türk sinemasının da sonu oldu aslında, yani Yeşilçam sinemasının. Ben, bir yılda 25-26 tane film yaptığımı biliyorum ki dünyada böyle bir kepazelik olmaz. Yani Hindistan'da bile böyle bir şey olmamıştır, Bollywood'da bile...

Uzun lafın kısası bundan 6-7 yıl önce çeşitli arkadaşlardan ısrarlar geldi, dediler ki 'Türk sinema tarihini senden başka yazacak insan yok, sen doğrusunu otur ve yaz. Bir yığın dokümanlar da var elinde...'  Pekâlâ dedim, bütün sinema-tiyatro kitaplarımı Osmangazi Üniversitesi Kütüphanesi'ne vermiştim,  yeni baştan arşiv kurdum, çalışmaya başladım.

Bir yandan yazıyordum asistanımla beraber, bir yandan da eksik kalan dergileri, kitapları toparlıyordum... Bu arada Feyzan Ersinan Top ile tanıştık. Feyzan da Türk sinemasında iz bırakmış altı sanatçıyla söyleşileri içeren 'Asla Unutmadım' isminde bir kitap hazırlıyordu... Ahbaplığımız öyle başladı. Ben de yaptığım çalışmaları gösterdim, çok ilgilendi, 'Fikret abi' dedi, ' ben seni çok sağlam bir yere yollayacağım' ve İnkılâp Yayınevi'nden Şafak Barış Hanım'ın numarasını verdi. Konuşmuş da kendisi. Şafak Hanım'ı aradım, davet etti, aldım dokümanlarımın bir kısmını, kalktım gittim, 'iyi bir mizanpajla, iyi bir baskıyla, çok ses verecek akademik bir kitap olabilir bu' dedi. Patronları Arman Bey'le de tanıştım ve kitabın hazırlıklarına başladık...

2007'de kitabı ana hatlarıyla teslim ettim, ama pahalı bir çalışma olduğu için sponsor ihtiyacı vardı. Bu arayışla 3 yıl geçti, ama bu durum benim lehime oldu, eksiklerimi yanlışlarımı giderdim. Çünkü ilk defa böyle bir şey yapıyorum, yani amatör bir ruhla başladım, ama okuyucu da dünya kadar para vereceği kitabın amatörce yanlışlarına katlanamaz kolay kolay."

Bu arada siz de deneyim sahibi oldunuz...

"Editörlüğün ne olduğunu Şafak Hanım'dan öğrendim, benim için bu üç yıllık İnkılap Yayınevi  ile çalışma bir nevi üniversite eğitimi gibiydi. Yani, uygulamalı üniversite eğitimi gibi oldu.

Fotoğrafları da ufaltınca bin 600 sayfa planladığım çalışmamın çoğunu 850 sayfaya sığdırabildik, ama bir o kadar doküman daha kaldı. Bir de kitap çok uzun olacak diye koymadığım dokümanlar da vardı, şimdi onları yazdırıyorum asistanıma."

Yani ikinci cilt mi geliyor?

"Evet."

Bu ek cilt gibi mi olacak, yoksa…

"Hayır hayır, bu başlıbaşına, Sinema Tarihi gibi aynı volümde, aynı mizanpajla…"

Onun adı ne olacak?

"Türk Sinema Tarihi 2."

İlk cilt, 1914'ten başlıyor...

"Şöyle, 1914'te 'Himmet Ağa'nın İzdivacı filmi ile başlayan Türk sinemasından yola çıkarak yıl yıl olayları ele aldım."

Sizin edebiyata yatkınlığınızın izleri var, kitabı lezzetlendirmiş...

"Öykücülüğüm var benim. Yıllar önce Salim Şengil Abi'mizin Nezihe Meriç ile çıkardığı 'Seçilmiş Hikâyeler' dergisinde öykülerim çıkıyordu."

Şiirleriniz de var...

"Tabii, üç şiir kitabım yayınlandı, dördüncüsü de yolda..."

İşte bu noktada okurlarımıza sizi, diğer yönlerinizle de anlatalım... Aktörlüğün yanında kültürle, sanatla, edebiyatla da ilgilenen sinemamızdaki ender isimlerden, hem kalem tutan, hem rol yapan kişilerden birisiniz...

"Şöyle söylememe izin verin herkesin aşağı yukarı, sinema yahut tiyatro oyunculuğu konusunda belli bir yeteneği vardır. Kiminde azdır, kiminde çoktur, ama vardır... Önemli olan bu yeteneği ortaya koyacak olan derinlikleri yakalamaktır. Bu da güzel sanatlar ile olur ancak. Başta edebiyat olmak üzere resim, heykel, müzik, şiir, roman, öykü, ne varsa bütün bunlar, komple... Zaten yedinci sanat dediğimiz sanat dalı da biliyorsunuz bütün bu altı sanat dalının karışımından meydana gelen bir güzellik.

Sinemada bir kötü yönetmenler, bir iyi yönetmenler, bir de author'lar (otör) var. Otör sineması deniyor. Niye? Bu adam aynı zamanda edebiyatçıdır, aynı zamanda büyük bir düşünürdür, bu adam feylesof bir adamdır. Yılını ve asrını yorumlamasını ve o asra bakarak eleştirel filmler yapmasını bilen adam demektir. E ben de sinema öncesi çabalarım ve meraklarımla, şiir yazmaktan ve öykücülükten gelen okuma yoluyla kendimi yaştaşlarım arasında daha bir donanımlı hale getirmişim, ki sinemaya girdiğim zaman işin boşluğunu anladım. Ben sinemaya girdiğimde Lütfi Akad'ın, Metin Erksan'ın…"

1950'ler...

"Evet, 1950'li yıllarda Atıf Yılmaz'ların, onların dilini anlayabilecek benden başka oyuncu yoktu. Herkes bir an önce star olalım, büyük paralar kazanalım; kadınsa zengin koca bulalım, erkekse zengin bir kadın yakalayalım peşindeydi. Genelde çizgi buydu yani. Ben, sanatsal ve sosyolojik yapısı ağırlıklı filmlere yöneldiğim için de, bu yönetmenler benimle çalışmayı tercih ettiler. Çünkü onların dilinden ben anlıyorum...

Yani böylesine bir başlangıç yaptım, bir yandan da şiire devam ettim, öykücülüğü belli bir yere kadar getirdim, devam edemedim. O zamanın büyük yönetmenleriyle dostluğumu hiç bozmadan onlarla beraber iyi filmlerin oyuncusu olma yolunu seçtim. Tabii bir yandan da starlık sisteminin devam etmesi gerekiyordu, arada da işte aşk filmi, vurdu kırdı, polisiyeler..."

Siz sahneye de çıktınız...

"Zaten ben ilk önce 1950 yılında 'Üç Güvercin' adlı oyunla 'Ses Tiyatrosu'nda tiyatro sahnelerine adım attım. 1952 yılında 'Köprüaltı Çocukları' adlı filmle sinemaya geçtim."

"Peki böyle donanımlı bir hayatın içinden geçmiş bir usta olarak bugünkü sinemayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Şimdi kitabın ikinci cildine öylesine kapılandım ki herhalde onu bitirmeden zamanımız Türk sinemasına yeteri kadar eğilemeyeceğim, ama şimdi çıkan filmlerin CD'lerini toplatıyorum, bu işi birazcık hal yoluna sokayım, hepsini seyredip notlarımı alacağım, ama görebildiklerim kadarıyla bakıyorum, çok kötülerin yanında çok mükemmel şeyler de yapılmaya başlandı, genç sinemacılar müthiş..."

Ya televizyon için ne diyorsunuz?

"Televizyon tabii büyük bir kültür ve görgü kaynağı. Yani halkın, özellikle okuma yazması az olan halkın empati yoluyla tedavi edilmesi, geliştirilmesi için çok iyi bir kaynak.

Peki bu diziler yararlı oluyor mu yoksa zarar mı veriyor…?

"Şimdi bugün büyük bir başıboşluk var, yararlı olanlar da var, zararlı olanlar da. Bunların önüne geçemezsiniz ki, bütün dünyada bu böyledir, ama yani bütün dünyadaki sansürün başındaki insanlar toleranslı olmalarına karşın düzenlemeler yapmışlardır. Kesin düzenlemeler, filan filan yaş grubu seyretmeyecek, filan filan yaş grubu görmeyecek, bunlar  gereklidir. Yani ben de sansüre karşıyım, ama bunlar gerekli olan önlemlerdir, sansür demeyelim, sansür lafından nefret ediyorum zaten, önlemlerdir.  Bu iş biraz sıkı tutulmalı. Yani gelişmekte olan gençliğe yanlış mesajlar veren bir sinemasal düzen, bir dizisel düzen olmamalı."

Hâlâ edebiyatla uğraşıyor musunuz? Örneğin, şiir yazıyor musunuz?

"Tabii, şu anda 'Son Ruznameci' isimli yayınlanmayı bekleyen bir şiir kitabım var..."

Öyküler ne oldu?

"Daha önce basılmış iki kitabımda ve 1952'de İstanbul Ekspres Gazetesi'nde yayımlanan öykülerim 'Joe Brico Masumdur' ismiyle bir araya getirildi.

Bu arada, 'Son Ruznameci' ile beraber, bir de özdeyişler, aforizmalar kitabım var, hazır vaziyette…"

Çalışmalar her koldan sürüyor...

"Evet, bir de şu anda gene İnkılap'tan yayınlanacak olan 'Gece Limanı' diye bir romanım var."

Bunu da bilmiyoruz, daha yayınlanmadı…

"İlk romanım, bugünlerde çıkacak..."

Yeni yazılmış bir kitap?

"Evet, geçen sene yazdım bunu. Aslında yıllar önce askerdeyken senaryo olarak kaleme almıştım, ama o kargaşa döneminde harcamak istemedim, sonra işte geçen seneye baktım öyle durup duruyor, dedim ki ben bunu niye roman yapmayayım? Bir iki inandığım insana okutturdum, dediler ki bu çok güzel, ama betimlemeler yok. Yapmayın ya, yıllardan beri roman okuyucusu olmama karşın disiplinsiz bir okuyucu olduğum için romanın özünde olan betimlemelerin farkına varmamışım. Oturdum kitabı yeni baştan betimlemelerle yazmaya başladım. 'Gece Limanı', alt ismi de 'Yasaksız Mutsuzluklar Rıhtımı.'"

Harika… Sinema tarihinin ikinci cildi ne zaman biter?

"Herhalde bir yıllık bir çalışmayla bitiririm, zaten bu kitap okuyucuda tam otursun ki, ikinci cilde ondan sonra yer verelim. Acelem yok, ama ben bitireyim istiyorum, çünkü hem sinema anıları kitabım var yarım kalmış, ya ona devam edeceğim yahut da bir üçleme romanıma… Bu arada, senaryolarımı da kitaplaştırma çalışması içindeyim...

Oo siz de yani maşallah define sandığı gibisiniz. Neler çıkıyor neler?!

"Sağolun, yılların açığını kapatmaya çalışıyorum, kitabın da zaten sonunda, okumuşsunuzdur…"

Evet, diyorsunuz ki, "Bu kitaba yetmişimden sonra başlayabildiğime göre, şu son deyişle sözlerime son veriyorum: Hayat, yetmişinde başlar..." Kesinlikle haklısınız...

"Ama ben, birinci yetmişi devirdiğim için ikinciye başladım…"

1914'ten 1996'ya yıl yıl sinema tarihi...

Kitabın içeriğinden söz eder misiniz?

"Yıl yıl ele alındı. Her yılın önemli filmine Türk şiirinden bir alıntı yapıldı... Her bölümde yılın genellemesi var, o yıl dünya ve Türk sinemasında yapılan yanlışlıklar, karanlıklar, negatif olaylar, yılın seçkin filmlerinden kimlikler, o seneki yapımlarla ilgili eleştirilerden bölümler... Tabii hepsini koyamıyorsunuz, okuyucuyu ilgilendirebilecek kadarını ayıklamak zorundasınız, bunun için de bir eleştiriyi en az dört beş defa okumanız gerekiyor ki yanlış yerleri ele almayayım veyahut eksik bir şey kalmasın diye…"

Ya ikinci cilt?

"Bu kitaba koyamadığım filmler, fotoğraflar, eleştiriler, sinema ile ilgili dış ve iç basında çıkmış olan yazılar var."

Yine yıl yıl mı gidecek böyle? 1996'ya kadar...

"Yıl yıl. 1914'den 1996, Yeşilçam'ın batışına kadar. Ha ondan sonrası diyeceksiniz, ondan sonrası beni aşar. Çünkü genç bir jenerasyonun sineması başladı. Kendi kitaplarını kendilerinin yapmaları gerekir."