Hikâyesi olan şarkılar söyledim

Ayten Alpman, toplam dört longplay ve CD yapmasının gerekçesini açıklıyor

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Türk pop müziği ve cazın çok önemli bir ismi bu haftanın konuğu... 1970'lerin başında Fecri Ebcioğlu ile birlikte yaptıkları, "Sensiz Olamam" ile geniş kitlelere ulaştı... Aynı yıllarda okuduğu "Bir Başkadır Benim Memleketim", 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında milli marşa dönüştü. İşte o günden bugüne, milyonların sevdiği sanatçı kimliğini sürdüren Ayten Alpman'dan söz ediyorum... "Ben Böyleyim", "Ben Varım" gibi unutulmaz yorumlara imza attı. Sonra, 1977'de son 45'liği geldi: "Son Bir Defa." Ve bir daha plak yapmadı. 1999'da "Eski 45'likler"i bir araya getirildi. Stüdyoya son kez, iki yıl önce "Bir Başkadır Ayten Alpman" CD'si için girdi ve Türk popunun dünü ve bugününden seçilmiş 10 şarkıyı yorumladı. Onu, yıllardır münferit konserler dışında sahnelerde görmüyoruz... Söylediğim gibi yayınlanmış çok plağı veya CD'si de yok...  Bu usta yorumcu, bugün, Akatlar'daki mütevazı dairesinde, kedisi Pamuk ile birlikte yaşıyor... Ve hemen soruyorum, yeni projeler var mı gündemde... Bir CD meselâ?

"Bir şey yapmıyorum, yapmayı da düşünmüyorum. Her şeyin, her mesleğin yaşa bağlı bir sonu var. O da benim için artık geldi. Yapacağımı yaptım ne kadar yapabildimse... Bundan sonra hiçbir projem yok. Kendime gayet güzel, rahat dinlenme seneleri ayırdım. Artık dinleneceğim, bol bol müzik dinleyeceğim eğer dinlenebilir bir müzik bulabilirsem memleketimizde. Bu nedenle, en çok caz dinliyorum kendi cd'lerim, plaklarımdan..."

Konser teklifleri geliyordur ama...

"Onlar hiç durmuyor. Meselâ bu Cumhuriyet Bayramı'nda Edirne'de Edirne Belediyesi, ondan sonra Kurban Bayram'nda Çanakkale'de yeni yapılan bir otelde konserler. Beşiktaş'ın şampiyonluk balosu vardı Almanya'da, 20'sinde oraya gidiyordum, ama son anda bir aksilik çıktı. Yani teklifler devamlı var. Bütün sebep de 'Memleketim' şarkısı. Bayram mayram oldu mu 'Memleketim' diye teklif yağıyor…"

Mireille Mathieu'nun Fransızca seslendirdiği bu şarkıyı, Fikret Şeneş'in Türkçe sözleriyle okumuştunuz. Sanırım, 1972 yılıydı. Ama parça, 1974 yılında, harekât ile birlikte ünlendi…

"Evet, evet harekâtla birlikte gündeme geldi."

Bu kadar büyük bir ilgi, sizi muhakkak şaşırtmıştır.

"Çok şaşırdım. Çünkü ilk yaptığımız vakit beklediğimiz alâkayı görmedik. Allah rahmet eylesin Şerif Yüzbaşıoğlu müziğini hazırlamıştı. Şeneş de o da çok ümitliydiler. Olmadı. Taa ki çıkarma günlerine kadar. O zamanki patlayış, hepimizi çok şaşırttı. Ve 40 senedir de aynı ritmde gidiyor. Hayret edilecek bir şarkı yani. Hiçbir gün gündemden düşmeyen bir şarkı…"

Müziğe cazla başladı

Sizin caz gırtlağınız mükemmel, caz yorumlarınız da muhteşem...

"Ben müziğe cazla başladım."

Ve 50'lerin başından 70'lere kadar caz söylediniz değil mi?

"Evet. Caz şimdi çok gelişti memleketimizde. Bizim zamanımızda bu kadar revaçta değildi. Biz, insanları alıştırmaya çalışıyorduk caza. Bu pop müziği denilen illet de yoktu o zamanlar, millet seve seve dinliyordu cazı. Güzel şeyler oluyordu. Caz kulüpleri, gece kulüpleri vardı. Caz söyleyebileceğimiz bir sürü lokal bulunuyordu. Şimdi hiç yok, bir tane var, Nardis diye bir yer... O da kâfi değil. Ama çok iyi caz müzisyenleri var. Meselâ benim kızımın kocası İmer Demirer çok büyük caz müzisyeni, trompetçi. Geçenlerde bir cd'si çıktı ilk defa. 45 yaşına geldi, ilk defa bir cd'si çıktı ve dehşetli bir alâka var ona. Babylon'da bir konseri vardı, doldu taştı salon."

Değerlendirmenizi merak ettiğim bir konu var: Caz bir yorum, bir duyguyu anlatmak... Bu nedenle, caz müzisyenlerinde sesin güzel olup olmamasının çok önemli olmadığını düşünüyorum... Siz ne dersiniz?

"Bravo, ilk defa meslek dışında birinden duyuyorum bunu. Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Güzel ses tamam hoş, ama yorumcunun illâ ki güzel sesli olması lâzım değil. Çünkü şarkı söylemek, bir şeyi anlatmaktır. Kimi şiirle anlatır, kimi düzyazıyla... Şarkı da sesle anlatım. Ama bu ses pırıl pırıl da olabilir, pürüzlü de. Yahut yok kadar kısık da... Ama anlatmasını biliyorsan... İşte bütün mesele bu. Sigara içiyorum, ama o sesimi kısmadı, ne yaptı kalınlaştırdı. Bütün yaptığı şey, bu. Meselâ eskiden daha yüksek, sol minörden söylerken şimdi do minörlere indim. Ama dediğim gibi ben bunu pek mühimsemedim. Çünkü benim şarkı söylemekteki maksadım bir şeyi anlatmak. Ve ben, anlattığıma inanıyorum. Onun için çok az şarkı yaptım. Yani ben 70'imi geçtim, bu yaşta sadece ikişer tane long play'im, CD'm var. Başkalarının 40 tane. Şarkı seçmekte çok zorlandım ve yaşayacağım şarkıları seçtim. İçinde bir hikâyesi olan, anlatılabilecek şarkıları. İyi ki de öyle yapmışım. Bu kadar sene sonra hâlâ o şarkılar arada bir çıkıyor, patlıyor, sonra yine gidiyor, yine çıkıyorlar. Çünkü anlamı var şarkının ve onu anlatmaya uğraşmışım.

Şarkı söylerken zaten bütün yaptığım o şarkının hikâyesi neyse gözümü kapayıp benim başımdan geçiyormuş gibi yaşayarak söylemek. O aralık sesimi hiç düşünmem çıkıyor mu çıkmıyor mu... Hikâyeyi anlatırım. Ekseriya da ağlarlar dinlerken. Bakarım 3-5 kişi ağlıyorsa demek ki maksadım oldu demektir. Öyle bir şey işte… Onun için öyle cıyak cıyak sesleri, hem sevmem hem de çok meraklı değilim."

45'liklerinizin bir araya geldiği bir albüm çıkardınız on yıl önce...

"Evet. Benim en sevdiğim CD de o, yani en iyi şarkılarım onlar. Ondan sonra bir tane daha çıktı, onu ben sevemedim. Onun için beni ikna ettiler. Ben, 50 senedir kimsenin şarkısını söylemedim, hep ya benim için yazılmış olanları ya da San Remo'dan alınan çok beğendiğim şarkıları Türkçeleştirip söyledim. Dediler ki, şimdi yeni moda çıktı bütün Avrupa böyle. Şarkıcılar başkasının şarkılarını değişik bir yorumla söylüyorlar. Nasıl ikna olduysam bilmiyorum, peki dedim ve o CD'yi yaptım. İçinde Nilüfer'in 'Erkekler Ağlamaz'ı, Serdar Ortaç'ın 'Yaz Yağmuru' diye bir şarkısı, Ajda Pekkan'ın bir şarkısı var. Bunları söyledim değişik yorumlarla, fakat değiştirememişim! Sevmediğim, hiç beğenmediğim bir CD oldu 'Bir Başkadır Ayten Alpman.'"

Caz ülkesinde

Müzik eğitimi aldınız mı?

"Ben, Türkiye'de müzik eğitimi almadan başladım şarkı söylemeye. Çünkü müziğe İlham Gencer'le başladım. 14 yaşındaydım, o da 20 yaşında falandı. Bak ben sana öğretirim dedi, çok güzel piyano çalardı. Ben de Nişantaşı Kız Lisesi'ne gidiyordum. Annesi çok kültürlü, Almanya'da doğmuş, büyümüş Türk bir hanımdı, Nihal Hanım. Allah rahmet eylesin. O, bize çok destek oldu. Çalıştığımız da sinemalarda duyduğumuz Judy Garland'ın o zamanki şarkıları, Betty Grable'ın şarkılarıydı… "Neşeli Günler," "Morocco Road," "You are Always in My Heart" falan. Böyle başladık. Sonra sonra 1949'da İstanbul Radyosu açıldı, oradan istediler bizi. O zaman Türkiye'de bir Sevinç Tevs var, bir Rüçhan Çamay var, bir de Tülay German... Başka da kimse yok. O aralık radyoda, bir de ben çıktım, İlham Gencer ile. Yani ben, 4., 5. şarkıcıydım. Bizim emisyonlar çok tuttu. İlham'ın teyp gibi bir kafası vardır, hâlâ da öyledir 80 küsür yaşında. Müthiş bir adam. Meselâ sinemada şarkıyı duyar, eve gelir hemen piyanoda çıkarır. Her Çarşamba emisyonumuz vardı. Ondan sonra büyük sükse yaptık o radyo emisyonlarından.

Seneler sonra İsveç'e gittiğim vakit orada kendi isteğimle müzik eğitimi aldım, özel bir okulda… Burada İlham'la hafif dans müziğine falan kaçmıştık, Çatı diye bir gece kulübü açtık. Müthiş rağbetli bir yerdi. Orada dans müziği söylemeye başladık. Sonra Arif Mardin geldi dedi ki 'sen ne yapıyorsun bu sesle dans müziği söylüyorsun, sen caz söyle kızım, senin gırtlağın caz.' Ben zaten öyle Ella'yla, onu dinleyerek başlamıştım. O aralık şans, tesadüf İsveç'e gidince tam cazın göbeğine düştüm. İsveç'te 7 yaşından 70 yaşına kadar caz dinliyorlardı.

Frank Sinatra, Louis Armstrong, Duke Ellington geliyordu. Okay Temiz'le de çok buluştuk orada. Okay'la ve Muvaffak Falay ile birlikte çok çalıştık. Ella Fitzgerald'la çok ahbaplık yaptık, onunla alışverişlere çıktık, belki 6-7 sene mektuplaştık. Ben, hayatımın en büyük saltanatını İsveç'te yaşadım. Ondan sonrası da evveli de yok.

Çocuk hasretine dayanamadı

Orada dedim ki ben bu cazı söylüyorum, ama bir sürü eksiğim var. Onları tamamlamaya uğraştım becerebildiğim kadar. Çok güzel bir repertuar yaptım. Çocuklarım buradaydı, onların hasretine dayanamıyordum. 2 ayda, 3 ayda bir İsveç-İstanbul arası gidip geliyordum çocuklarımı görmek için, aklım onlardaydı. Sonunda dayanamadım, döndüm İstanbul'a. Dedim ki 'eyvah İstanbul yandı benim bu repertuarıma!' Bir baktım ki söyleyecek yer yok. Ben bunları nerede söyleyeceğim dedim. Nişantaşı'nın arka sokaklarında 'Orhan' diye küçücük bir yer açılmış caz kulübümsü, bir orası var, başka bir yer yok. Orada söylemeye başladım, ama kimseler gelmiyor. Olmadı yani istediğim şey."

Ve Türkçe söylemeye başladınız...

"O arada Fecri Ebcioğlu da habire 'abuk sabuk' şeyler yazıyor herkese. 'Gel sana Türkçe bir şarkı yazayım, başka türlü para kazanamazsın, yazık' dedi. Paraya da ihtiyacım var. Orada çok iyi kazanmışım, burada evler falan almışım, ama para kazanmam lâzım. Tuttu bana bir Türkçe şarkıyı zorla empoze etti, 'Sensiz Olmam' diye. O yaşa kadar hiç Türkçe şarkı söylememişim, duymamışım da. Bizim zamanımızda ya İngilizce ya Fransızca baladlar vardı. Türkçe yalnız Türk müziği söylenirdi. Müzeyyen Senarlar falan da bize hiç cazip gelmezdi o şımarık senelerimizde. İlk defa Türkçe söylerken zorlandım, ters geldi o kelimeler, oturtamadım. En uzun süre stüdyoda kaldığım plak odur. Onu yaptık ve tuttu. Tutunca heveslendik, ufak ufak para da kazanmaya başladık. Gerisi ondan sonra geldi. 'Sensiz Olmam', 'Tek Başına', Ben Böyleyim' bilmem ne… 'Memlektim'le de zirveye çıktı."

Ee, devam edin söylemeye, biz sizi dinlemek istiyoruz...

"Eskiden plak yaptığımız zamanlar devamlı peşimizdelerdi 'gel plak yapalım' diye… Şimdi ben para koyacağım, müzisyenleri ben bulacağım. Çünkü, satmıyor CD'ler. O kadar çok yapılıyor ki... Meselâ benim kapıcının oğlunun da CD'si var. Bir de çok güzel bir şarkı da, bestekâr da yok zaten. Olanlar da abuk sabuk bir şeyler yapıyorlar, söylüyorlar. Anlamlı, insanı hislendirecek, bir yerlere götürecek bir şarkıya ben, 20 senedir rastlamadım. Gel yapalım diyen de yok. Ben niye durup dururken satmayacağını düşünerek öyle bir para koyayım ortalığa. Bu seneye kadar bir ümidim vardı. Hâlâ da elime çok güzel bir şarkı geçse, belki gene acaba ne yapabilirim, diye düşünebilirim, ama yok. Baksanıza en son CD'mde onun bunun şarkısını söylemişim. Neden söyleyeyim? 50 sene söylememişim. Çok pişmanım! Gel onun bunun şarkısını söyle! Lüzumsuz…"

Belki bu sözleriniz, sizin seveceğiniz türde besteler yapan gizli isimlere bir çağrı olur...

"Bilmiyorum. Hoş olur mu, ister miyim, onu da bilmiyorum."

"Bugünkü müzikten hoşlanmıyorum"

Günümüz Türk popunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Vallahi bugünkü müzikten hiç hoşlanmıyorum. Arada tek tük bir iyi parça yakalarsam… Çok dinlemiyorum pop müziği, ama televizyonda o kanal bu kanal derken rastlıyorum, dur bakayım ne söylemiş diyorum, beğenmiyorum kapatıyorum. Bütün pop müziği kültürüm o, başka türlü CD alıp da dinlediğim falan yok. Geceleri de çıkmadığım için başka yerde de rastlamıyorum. Bizim zamanımızda bir sürü gece kulübü vardı. Biz, kendi kulübümüzden çıkardık, başka yere giderdik. Orada bir şarkıcı bir şarkı söylediğinde aklımızda kalırdı, çıkardık mırıldanırdık. Eve gelirdik, 15-20 gün o şarkı kafamızda kalırdı ve bu sık sık olurdu. Bir sürü şarkıyı hâlâ hatırlarım 1970'ler 60'lardan… Bu devirde son 20 senedir hiç kafama takılıp da beni söyletecek bir şarkı yok."

Peki o caz kulüpleri, gece kulüpleri, gazinolar neden bitti sizce?

"Sormayın, onlar bence şöyle bitti: İstanbul'da büyük bir değişim yaşandı. Anadolu'dan gelenler, İstanbul'u kötü etkilediler gibi geliyor. Gibi geliyor değil, öyle. Asıl İstanbulluların, iyi müziği dinleyenlerin kimi Bodrum'a kaçtı, kimi daha güneye gitti. İstanbul'u terk ettiler. İstanbul çok kozmopolit, eski İstanbul değil artık. Çok değişti. Bütün o müzik seven, caz seven insanlar hep bir yerlere kaçtı, yahut ihtiyarladılar, yahut öldüler. Yani bir nesil bitti ya da bitmek üzere. O neslin yerine birileri geldi böyle karma karışık, yarısı Anadolulu, yarısı… Öyle bir nesil geldi. Dik dik saçları, poposu burada pantolonları, dinledikleri arabesk şarkılarla… Abuk sabuk, çirkin, arsız bir moda yarattılar. Ve yeni sanatçılar da onlara yaranmak için 'halka inelim' demeye başladılar. Hâlbuki bir sanatçı, halka inmez, halkı kendi seviyesine çıkarır. Biz, böyle öğrendik. Bunlar aman onlara inelim ki daha çok para kazanalım, dediler. Para en mühim şey... İndiler indiler, nereye? İşte bu abuk sabuk şarkılara… Derken göbek atmalar başladı, çırıl çırıl kıyafetler... O koca koca sahnelerde bir o ucuna gidiyor kadınlar, bir öbür ucuna geliyor rattara rattara… Böyle abuk sabuk bir şeyler, böyle bir kültür gelişti. Gözümüzün önünde, göre göre... Değiştiğini göre göre, bağıra bağıra geçti gitti o devir, o güzel devir..."

"Mesut değilim bu ara"

Peki, gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

"Çok zor, felâket. Ondan çok şikâyetçiyim. Çünkü ben çalışırken hiç evde oturmamışım, oturacak vaktim olmamış. Ya orkestra provası olmuş, ya akşam konser... Ya kuafördeyimdir ya bilmem hangi şarkının bilmem neyini yapıyorumdur... Veya evde 3 tane müzisyen vardır ya da ben onların evindeyimdir… Böyle hareketli bir hayattan sonra birden her şey durdu.

Hep kafamı taşlara vuruyorum, herkese de tavsiye ederim bir hobi edinin. İleriki yaşlarda çok lâzım oluyor. Hiç hobim yok dedim, bir şey yapayım, örgü öreyime karar verdim. Hadi örgü öğrendim. İlk ördüğüm kazak çarpuk çurpuktu. Hâlâ örerken çok zevkle örüyorum, fakat çıkan şey güzel olmuyor. Çünkü o hesaba mesaba üşeniyorum. Örgüden de sıkıldım artık.

Sonra ne yapıyorum, arkadaşlarım var. Çok sosyal bir insan da değilim ben. İçine kapanık, soğuk nevalenin biriyim. Hiçbir zaman çevresi geniş bir insan olamadım nedense. Ama var 3-4 arkadaşım, haftada bir konken oynuyoruz. O bana şu yalnızlıkta nasıl makbule geçiyor, çok iyi bir şey yapıyormuşum gibi geliyor. Bir şekilde geçiyor vakit. Yarı sıkılıyorum, yarı idare ediyorum, ama üzüldüğüm şey meselâ oyun oynuyorum, çok güzel vakit geçiyor, ama içime sinmiyor, yaşam bu değil, diyorum. Arkadaşlarım diyorlar ki 'ne güzel 12'de oturduk, saat 7 olmuş.' Güzel değil benim için o boşu boşuna geçmiş saatler…

Üzülüyorum buna. Vakit geçiyor tamam 7 oluyor, ama bugün ne yaptın? Hiç! İstiyorum ki yaşayarak bir şeyler üretmeli, bir şeyler yapmalı insan. Oyun oynamışsın, örgü örmüşsün anlamsız, tatsız geçiyor yani, mesut değilim bu ara. Ama, doğanın kanunu herhalde bu, böyle olması gerekiyor."