”İşini seven insan, güzel insandır”
Hakan Gerçek, bu sezon kurduğu Tiyatro Gerçek'in perde açması için gün sayıyor
Hakan Gerçek, 27 yıldır tiyatro sahnelerinde... 1986'dan bugüne "Yalnızın Oyuncakları", "Sırça Kümes", "Ver Elini Broadway", "Oyunun Oyunu", "Inismore'lu Yüzbaşı", "Anna Karenina", "39 Basamak" gibi ses getiren Kent Oyuncuları prodüksiyonlarında izledik onu... Dublaj, eğitmenlik, şiir dinletileri ve çeşitli televizyon dizilerinde de oyunculuk yapan "Afife" ödüllü aktör Hakan Gerçek, bu sezon 'zamanı geldi' diyerek kendi topluluğunu kurdu ve şu günlerde gelecek ay prömiyer yapacak olan ilk oyunu "Van Gogh"un çalışmalarını sürdürüyor... Hakan Gerçek'le söyleşimize, "Haftanın Konuğu" sohbetlerimizde âdet olduğu üzere, son çalışmasını, "Van Gogh"u sorarak başlıyoruz...
"'Van Gogh', Tiyatro Gerçek'i kurmadan önce de hep oynamak istediğim bir oyundu. Müşfik Kenter, 20 önce oynadı bu oyunu, ben de asistanıydım. 'Van Gogh'un ilk ezber provasından sahnelenmesine kadar –sahnelenirken de slaytlarının gösterilmesiyle görevliydim- bütün oyunlarında yer aldım. Müşfik Bey, 100 oyun oynadıysa, o 100 oyunu izlemedim, dinledim... O zaman projeksiyon daha ilkeldi, slayt makineleri vardı, sahne gerisinden veriyorduk. Fakat bu benim için nasıl bir şeydi biliyor musunuz; çok sevdiğim bir klasik müzik eserini 100 kere arka arkaya dinlemek gibi oldu. Hocanın sesinden duymak eminim ki kulağımı düzelten, geliştiren etmenlerden biridir. Ve o dönemde dedim ki 'Van Gogh'u ileride, 'büyüyünce' mutlaka yapacağım. O zaman yeni mezundum; 1987-1988 mezunuyum ben.... İlgimi çeken bir başka şey daha vardı, biyografiler. Biyografilerde Neil Simon oynadım, Tennessee Williams oynadım, en son Tolstoy'dan 'Anna Karenina'da Levin oynadım. Bu arada bu portreler hep ilgimi çekti, yani o insanları oynamak benim daha çok hoşuma gitti. Bir tekstteki herhangi bir 'Ahmet' ya da 'Tom' rolünden daha önemliydi benim için. Tabii ki bütün tekstler çok önemlidir ama, 'Sırça Kümes'teki 'Tom' Tennessee Williams olduğu için ya da Neil Simon'ın 'Ver Elini Broadway' oyunundaki 'Eugene' rolü, yazarın kendisi olduğundan benim için daha önemliydi. Hoşuma gidiyor, çünkü yazarı keşfediyorum. Bunlar şu anda beni etkilediğini düşündüğüm şeyler... 'Van Gogh' da bir- iki sene öncesine kadar unuttuğum, bir kenara attığım bir fikirdi. Birden ortaya çıktı."
Ve "Van Gogh", Tiyatro Gerçek'in ilk oyunu olmanın yanı sıra konseptte de belirleyici oldu...
"Kent Oyuncuları'ndan ayrılsam bir tiyatro kursam fikri oluştuğunda, tiyatroyu porteler üzerine oturtmaya karar verdim konsept olarak. Yani biyografi tiyatrosu değil -o çok yanlış anlaşılıyor- ben öyle bir şey söylemedim. Biyografi tiyatrosu diye bir şey olmaz. Biyografi okumak insanların hoşuna gidiyor, bunu tiyatroda da yapabiliriz, diye düşündüm. Ama bu bir biyografi olmaz, ben buna 'portreler' derim. Bu portreler durum portresi de, insan portresi de olabilir... İlla bir insanın hayatı olması şart değil. 'Van Gogh' ile bu düşünce birbirini destekledi. Bu süre zarfında teksti buldum tekrar. Bence çevirisi olağanüstü, şiir gibi bir Ülkü Tamer çevirisi. Ülkü Bey'le de konuştum, oynamak istediğimi söyledim, çok sevindi... Böyle bir macera yaşadım kafamda, sonra tiyatro- portre dedim, bir konsepte oturttum kendi içimde. 'Van Gogh'tan sonra da düşündüğüm üç-beş portre var ama henüz netlik kazanmadı..."
"Selim İleri'yle çalışmak isterim"
Yine de birkaç ipucu verebilirsiniz belki... Yerli portreler ya da çalışmak istediğiniz yazarlar var mı?
"Aslında benim kafamda bir şarkıdan yola çıkarak bir portre yaratmak var. Biraz sokak insanlarına, biraz çingenelere kayan bir hikâye. Bu ancak çok büyük bir prodüksiyon ile mümkün olabilir. Bir de yazılması gerekiyor. Vedat Sakman'ın söylediği 'Sarhoş Tango' diye bir şarkı var. Bir sokak hikâyesini çağrıştırıyor insanda. O şarkıyı dinlerken karakterler hep gözümde canlanıyor. Keşke yerli oyun yazarı arkadaşlarla, yeni yetişen arkadaşlarla konuşsak yazsalar, diyorum. Bir-iki arkadaşa söyledim... Yerli bir portre de yapmak istiyorum 'Van Gogh'tan sonra. Mesela, 'Van Gogh' provalarını bitirdikten sonra Selim İleri ile görüşmek istiyorum. Selim Bey'e bir şey yazmasını teklif edeceğim, müthiş olur bence. Bu bir dönem yapılmış Türkiye'de, şimdi neden yapılmıyor bilmiyorum. Bazı şeyler zayıfladı, gücünü yitirdi galiba. Adalet Ağaoğlu, Güner Sümer, Memet Baydur, Haldun Taner… Hepsi o dönemin oyuncuları ile birlikte, çalışmış kime yazdığını bilerek yazmış. Adalet Hanım'la 'Çok Uzak Fazla Yakın' diye bir oyunda, Kenterler'de çalışmanın keyfini yaşadık. Herkes âdeta birlikte yönetti oyunu. Müşfik Bey de karıştı, Yıldız Hanım da, Adalet Hanım da, biz de. Çok güzel bir çalışma oldu. O insanlarla birlikte neden çalışılmıyor anlamıyorum. Selim İleri de benim için çok önemli, onunla böyle bir tiyatro içinde çalışmayı çok isterim, Özen Yula'yla çalışmak isterim. Televizyona dizi yazan çok yetenekli arkadaşlarımız var, onlarla da çalışmak isterim.'Van Gogh'u şubat ayında anlımın akıyla bir çıkarayım, martta kesinlikle bu yazarlarla konuşacağım."
Prömiyerine bir aydan az bir süre kalan "Van Gogh"da başka kimlerin emeği var? Rejiyi de siz yapıyorsunuz bu kez...
"Oyun Gordon Smith diye bir yazarın, başka biyografisi de yok, aslında ressam kendisi... 'Van Gogh'un dekorları Nurullah Tuncer'e, ışıkları Cem Yılmazer'e, kostümleri Aslı Ataseven'e ait... Ben yönetiyorum. Daha önce Cem Davran'ın yazdığı ve oynadığı 'Beyefendi'yi, bir de Kenter Tiyatrosu'nda bir gençlik oyunu yönettim. 'Van Gogh'u kafamda çok besledim; tekste de çok hakimdim, çok kişisel bir oyundu benim için... Dekoru, kostümü, ışığı arkadaşlarla konuştum; kafamdakileri söyledim... Bunun üzerine birine 'Gel sen de yönet' demek ayıp olurdu. Bu oyun yönetmenden çok arkadaş isteyen bir oyun. Mesela ben Bülent Emin Yarar'ı bir kaç prova sonra çağıracağım 'Gel Bülent otur, bana fikrini söyle' diyeceğim. Fikrine, oyunculuğuna, gözüne güvendiğim bir-iki arkadaşım var aklımda, onları çağıracağım ve izletip fikirlerini alacağım. Belki bir koçluk anlamında yardımları olabilir bana... Bu çok içsel bir oyun; sadece oyuncunun performansıyla, içinin büyüklüğüyle ve enerjisiyle ilgili."
İddialı bir başlangıç
Yeni bir tiyatronun ilk oyunu için iddialı bir seçim "Van Gogh"... Hem sahnedesiniz. Hem reji yapıyorsunuz, üstelik oyun tek kişilik...
"Evet, iddialıyım, ama müthiş de korkuyorum. Çünkü tek kişilik oyun büyük bir yalnızlık... Daha önce Refik Erduran'ın bir oyununu oynadım, ama Mehmet Birkiye yönetmişti. O aralarda iki laf edip bırakıyordu, nerdeyse tek kişilik bir oyundu, ama, sonuçta yine de biri vardı... Burada 'Şaşırdım, şöyle söyleyeyim' diye bir durum yok. Nâzım okumak gibi bir şey. Orada bir kelimenim yerine başka bir şey söylerim durumunun olmaması gerekir. Çok dört dörtlük olması gerekir... "
Müzik kullanıyor musunuz oyunda?
"Aslında çok fazla müzik yok, iki-üç yerde var. Van Gogh'un kilise ile bağlarını kopardığı bir bölüm var. Kilisedekilerle konuşmaları, onlara karşı Tanrıyı ve dini değerlendiriyor. O sahnede bir kilise korosu var... Oya Küçümen ve Bora Ebeoğlu çok yakın arkadaşlarım. Benim sesine hayran olduğum bir insandır Oya. Sesi içimi o kadar burkar ki... O sahneye çok yakışacağını düşündüm ve Oya'dan rica ettim. Çalışıyorlar üzerinde. Bora Ebeoğlu besteleyecek, Oya da söyleyecek. Çok hoş olur, çok büyük bir derinlik kazandırır oyuna, çok katkısı olur diye düşünüyorum. Bir de aşklarını anlattığı bölümde -aslında tekstte yok böyle bir şey ama- müzik var. Paris'e geldiği dönemde bir dönem müziği var tekste göre. Ben Jan Garbarek'i, onun saksofonunu çok seviyorum. Oyun başlamadan önce, seyirci yerleşirken onun müziğinin çok hoş olacağını düşünüyorum. Genelde tiyatrolarda çok özen göstermediğimiz bir şey bu. Aralarda kullandığımız müzikler oyununuzu beslemesi açısından çok önemli oysa. Orada Jan Garbarek'in saksofonunu bir çığlık gibi kullanmayı düşünüyorum. Çünkü onun altında da bir kilise müziği var ve o saksafon bana Van Gogh'un çığlığı gibi geliyor."
Kenterler'in öğretisiyle
Peki, ilk oyununa dair ayrıntıları öğrendikten sonra, gelelim Tiyatro Gerçek'e... Yıllardır Kent Oyuncuları'ndansınız, nasıl karar verdiniz ayrılmaya?
"Yıldız Hanım'la konuştum bunu. 'Hocam' dedim, '24 yılımı verdiğim ve çok şey öğrendiğim bir tiyatro burası ve ben böyle bir karar verdim.' Çok büyük bir anlayışla karşıladı. 'Zaten deliydin, iyice delirmişsin,' demedi, bu cümleyi kurmadı, ama, buna yakın bir şey söyledi. Ben de 'Hocalarımız sizsiniz...' dedim. 45 yıldır özel bir tiyatroyu sürdüren iki dev insanın yanında kala kala başka bir şey olacak hâlimiz yoktu, yoksa yanlış eğitim almış olurduk... Orada çok mutluydum, fakat 45 yaşındayım, artık kopmak gerektiğine inandım. Bunun nedenini bulamıyorum; aslında bir çok nedeni vardır. Yalnız kalmak istedim, denemek istedim... Özellikle de dediğiniz gibi çok da riskli bir şeyle, 'Van Gogh'la başladım. İki komik bir araya gelelim, biraz da televizyondan tanınıyoruz, komedi bir oyun bulalım, turne yaparız, hiç değilse üç kuruş da para kazanırız, diye bir tiyatro anlayışı olamaz bence. Sadece kendi yapmak istediğim şeyleri yapmak için, sadece kendi keyfim için yapıyorum bunu. Ve çok mutluyum. Atölyede çalışmaktan, atölyeye gelen arkadaşlarla çalışmaktan, 'nasıl yeni oyunlar yazdırabiliriz'i düşünmekten çok keyif alıyorum. Bu konuda da insanlara söyleyecek sözüm olduğunu düşünüyorum. 'Van Gogh'un sevgi ve çalışma üzerine bir hikâyesi var. Oyunda sürekli kendi kurmak istediği atölyeden, o dönemin ressamlarıyla bir araya gelmek istediğinden bahsediyor. Bunlar beni çok etkiledi. Özdeşleşmiş hissettim onunla, ben de öyle bir şey istiyorum. Tabii ki kendimi Van Gogh'la kıyaslamıyorum, öyle bir şey anlaşılmasın ama duygu olarak beni doğru yöne götüreceğine inanıyorum. Yıllarca Müşfik ve Yıldız Hoca'dan öğrendiğim bir şey vardı: Çalışmak ve sevmek. Birbirine çok bağlı iki şey. Bu ikisi olduğu zaman sonucunda mutlaka başarının geleceği... Ben bunca senedir bir gün olsun tiyatro dışında bir şey yapmadım, hiçbir zaman kopmadım, çok seviyordum ve çok çalıştım, artık kendim bir şeyler söylemek istedim... Umarım doğru şeyler söyleriz. Bu teksti de onu anlatmak için seçtim. Benim derdim çalışmak ve sevmek. Her konuda. İşini seven insan çok güzel insan çünkü. O yüzden böyle bir şeye kalkıştım."
Son olarak, 27 yıllık birikimiyle yepyeni bir oluşum yaratan Hakan Gerçek'e hayallerini soralım...
"En yakın hayalim 'Van Gogh'la perde açmak. Tiyatro Gerçek'in ilk oyununu alnımızın akıyla çıkarmak. Eğer ki fırsat bulursam -maddi anlamda da- salonum olsun istiyorum. Tek istediğim şey o... Orada yeni şeyler üretmek, oyunculuğu biraz daha araştırmak, keşfetmek, değişik ekiplerle güzel oyunlar çıkarmak, sanat üretmek istiyorum. Türkiye'de herkes yazar, oyuncu, ressam olmak istiyor. İyi seyirci, iyi dinleyici, iyi okur ne yazık ki yetişmiyor. İyi sanatsever maalesef yok... Kültür Bakanlığı'ndan salon ya da maddi destek istemek bana manasız geliyor, bunların karşılanması da mümkün değil. Ama şu gün itibariyle ilkokul 4. sınıftan itibaren sanat dersi koyarlarsa, şimdiki kaçacakları resim ve müzik dersleri gibi değil, sanata dokunabilecekleri bir sanat dersi koyarlarsa çok şey fark edecek. En büyük hayalim bu, ama bunun gerçekleşeceğine çok fazla inanmıyorum... Benim Cumhurbaşkanı'ndan, Başbakan'dan, Kültür Bakanı'ndan istediğim – 27 yılını tiyatroya vermiş bir sanatçı olarak- en azından ayda bir kere tiyatro, konser salonlarında görünmeleridir. Sevmek zorunda değiller, ama örnek olmak zorundalar."
Atölye bir paylaşım alanı
Tiyatro Gerçek'in Beyoğlu'ndaki mekânında "Oyunculuk Atölyesi" de gerçekleştiriliyor. İkinci grubu şubatta başlayacak olan atölye hakkında da bilgi verir misiniz?
"Atölyenin ilk niyeti yine paylaşmaktı aslında. Bugüne kadar edindiğim tecrübeleri, bilgileri birilerine aktarmak. Çünkü oyunculuk öyle bir şey ki paylaşarak keşfediliyor. Mesela bir arkadaşımız bir doğaçlama yapıyor, oradan benim aklıma bambaşka bir şey geliyor. Beni yetiştiren bir şey bu. Bir hocalık değil bir paylaşım. Ben 'Sahne' dersi veriyorum. Bütün bu oluşum içinde Atilla Birkiye'nin adını anmadan geçemem. Bir dönemden sonra hayatıma giren ve girişiyle beni çok mutlu eden ve çıkmasını istemediğim bir insandır. Ben onun sayesinde edebiyat ve şiirle çok daha başka türlü bir ilişki kurdum. Elbette okuyordum, biliyordum ama onun derinliğini biraz Atilla'dan öğrenmeye başladım, şiir okumanı verdiği keyfi ondan öğrendim, diyebilirim. Tiyatro kurma fikrimi açtığımdan beri 'Zaten yapmalısın, bugüne kadar yapmalıydın' diyen ilk insanlardan biri oldu. Atilla olmasaydı sanırım atölye olmayabilirdi. Atölyede Atilla, 'Şiir ve Dramatik Edebiyat', Metin Belgin 'Diksiyon', Hikmet Körmükçü 'Sahne', Cengiz Özek de 'Geleneksel Kukla Tiyatrosu' dersi veriyor. Çalışmalarımız 17 yaş üstüne yönelik, ama 17 yaş üstü için bir sınırımız yok. Sadece kendini tanımak için, konservatuar için gelen arkadaşlarımız var. Amacımız konservatuara insan yetiştirmek değil; bir kurs değil burası, bir atölye. Burada birbirimizin görüşlerinden faydalanıyoruz. Bizim tiyatromuza katkısı olabilecek insanlar bulursak onlarla birlikte çalışacağız. Kaldı ki şu anda iki arkadaşımız da öyle çalışıyor. Müge Toygartepe ve Dilara Gül 'Van Gogh' oyununun asistanlığını yapıyorlar. Biraz böyle bir şey atölyemiz. Birinci dönemimiz bitiyor bu hafta, şubatın ilk haftasında da ikinci dönem için mülakatlarımız başlayacak."
Şiir dinletileri
Ve "Yanıtsız Mektuplarda Hicran"... "Van Gogh"un provaları sürerken, Hakan Gerçek bir şiir dinletisiyle sevenleriyle buluşuyor.
"Atilla Birkiye ile İş Sanat'ta Mehmet Birkiye'nin yönettiği şiir günleri yaptık. Atilla, dedim ya bana şiir okumayı sevdirdi... Daha önce başka şairlerle yapmıştık, ben de Atilla'ya seninkilerden bir şeyler yapalım, dedim. Böyle konuşa konuşa Atilla'nın şiir ve mektuplarından oluşan bir şey çıktı. Vedat Sakman da bizi kırmadı müziklerini yaptı. Daha önceki bestelerini de kullandı. Ama bizim önceki gösterilerimize göre şöyle bir fark vardı. Daha önce üç beş tiyatrocu arkadaş okurduk şiirleri. Şimdi ben sadece ben okuyorum mektupları ve şiirleri, yani oradaki adam oluyorum. Aslında oradaki adam da Atilla Birkiye böylece ben bir portre daha yapmış oluyorum. Ama yaşayan bir portre o... Dinletide Vedat Ağabey çalıyor, ben mektup ve şiirleri okuyorum, bir de İpek Fandaklı var, o da kadının mektuplarını okuyor."