Mahkeme, müze olur mu?
Edebiyatçı kimliğinin yanına müzeciliği de ekleyen Sunay Akın'la İstanbul Oyuncak Müzesi'nde konuştuk.
Faruk ŞÜYÜN
İçinde bulunduğumuz köşk bodrum dahil 6 katlı. 10 odasındaki 80 vitrinde 30 binin üzerinde parçadan oluşan 4 binin üzerinde oyuncak sergileniyor... Göztepe'de Sunay Akın'ın İstanbul Oyuncak Müzesi'ndeyiz. Söyleşi öncesinde binayı Sunay Akın gezdirdi ve anlattı. Çocukluğundan beri oyuncak sevgisini hiç bırakmamış, hâlâ oyuncakları olan ve onlarla oynamasını çok seven birisi olarak dünyanın dört bucağındaki oyuncak müzelerini gezmeye çalışıyorum. Göztepe'de ailesinden kalan köşkte açtığı bu müzenin benzerine az rastladığımı söylemek isterim. Bugün önce bu müzeyi konuşacağız, ama ikimizin de esas ilgi alanı olan edebiyata geçmeye ihmal etmeyeceğiz.
İşte ilk sorum: Çok oyuncağınız vardı, onları koyabilmek için yer bulamadınız da bu nedenle mi bir ilki gerçekleştirip böyle bir müze açtınız?!
"Sevgili Faruk ben oyuncak koleksiyoneri değilim. Oyuncak koleksiyonerleri var. Ama ben, müze kurmak için oyuncak aldım. Bunun da ilk adımı Almanya'da başladı. Yirmi yıl önce Nürnberg kentine bir edebiyat etkinliğine davetlisi olarak gitmiştim."
Başımıza ne gelirse zaten bu edebiyat tutkusu yüzünden!
"Tabii edebiyat yüzünden. Burası bir şairin, bir yazarın kendi yazın serüvenini de anlattığı bir müze aynı zamanda. Örneğin Kızılderilileri tematik olarak bu kadar zengin ve bu kadar geniş hiçbir müzede göremezsin. Neden? Çünkü benim Kızılderililerle ilgili iki kitabım var. Yaklaşık yirmi yıl önce Almanya'nın Nürnberg kentinde ilk kez bir oyuncak müzesi gezdiğimde çok etkilendim. Bütün günüm orada geçti. Görevli yanıma geldi, 'beyefendi kapatıyoruz' dedi de beni öyle dışarı çıkarabildiler. Dayanamadım bir hafta sonra atladım uçağa yeniden Nürnberg'e gittim sırf o müzeyi bir daha gezmek için. Çünkü oyuncağın tarihinde insanlığın tarihi, uygarlığın tarihi var. Hiçbir müze bir oyuncak müzesi denli uygarlığın tarihini bu kadar bir anda anlatamaz."
Bir fotoğraf makinesi gibi belgeliyor, ama vitrinlerde gördüklerimiz üstüne üstlük üç boyutlu...
"Çok haklısınız. Oyuncak müzesi dönemin tanığı. Bunu gördüm. Sonra Stockholm'den Lizbon'a; Londra'dan ne bileyim Prag'a, Viyana'ya; Tokyo'dan New York'a kadar gittiğim her ülkede oyuncak müzelerini gezdim. Beş yıl hiç oyuncak almadan sadece oyuncağın tarihini öğrendim. Kitaplar okudum, müzeler gezdim, arşivlere girdim çıktım."
Olması gerekeni yaptınız yani...
"Tabii. Çünkü her oyuncak müzelik değil. Söylediğim gibi müzeyi açmadan önce elimde bir tane bile oyuncak yoktu. Çoğu ziyaretçi bunların bağış olduğunu sanıyor. Hayır. Keşke olsa! Ama Türkiye'de müzeye konacak değerde oyuncak zaten yok. Keşke olsaydı. Bağışlayacak olan da biliyor ki elindeki oyuncaklar çok değerli. Yani bağışlamaz, satar. Hakkıdır. Ben bunların çoğunu koleksiyonerlerden aldım. Evlerinden kız istemeye gider gibi bizzat gidiyorsun. Sana inanmasalar, seni sevmeseler,
oyuncağın doğru bir yere geçeceğine inanmasalar onu satmazlar. Paralar çok yüksek! Hiç önemli değil. Sana inanacak."
PARA ÖNEMLİ DEĞİL
Sevgiyle yapılan bir şey, para...
"Hiç umurunda değil. Asla vermez. Benim şansım bu. Ben o insanlarla - tabii zaman içinde - dostluklar kurdum. Hele müzeyi açtıktan sonra bu, daha da hızlandı. Artık özellikle bana vermek istiyorlar. Yani ekonomik nedenle ya da başka bir gerekçe ile dünyada bir koleksiyoner oyunağı gözden çıkarmak istiyorsa beni arıyor. Çünkü doğru yere gideceğini biliyor. İşte böyle böyle kitaplarımdan, telif haklarımdan, tek kişilik sahne oyunlarımdan, yapmış olduğum özel sunumlardan, televizyon programlarımdan kazandığım her şeyle bu müzeyi kurdum. Üstüne ailemin bana bıraktığı bütün maddi değerleri de koydum ve İstanbul Oyuncak Müzesi'ni 23 Nisan 2005 tarihinde açtım. İlk açıldığımızda iyi bir müzeydik, ama bu kadar iyi değildik. Yani 10 üzerinden 7. Ama bugün... Geçtiğimiz aylarda Avrupa Müze Akademisi etkinlikleri kapsamında çocuk, oyun, oyuncak, masal konulu müzelerin ödül töreni yapıldı. İtalya'nın Bologna kentinde 23 Mart günü gerçekleştirilen etkinlikte 9 ülke arasındaki tek oyuncak müzesi bizdik. Biz bugün kendi örnekleri arasında dünyadaki en iyi iki - üç müzeden biriyiz. Neye göre? İçinde barındırdığı eserler. Yetmez. Sergileniş biçimi. Yetmez. Etkinlikler. Yani bir müze artık etkinlikleriyle de öne çıkmalı. Biz burada çocuklara oyuncak yapma, tahta oyuncak boyama, kukla atölyeleri, illüzyon görüntülerinden tut da, pek çok bilimsel seminer, ders de veriyoruz. Bütün bunlar toplanınca bizi dünyanın en iyilerinden biri yapıyor."
Müzeyi çok hızlı bir biçimde dolaşmamıza rağmen bir saati geçti...
"Audio-guide istemimiz var. Onunla bir buçuk saate yakın sürüyor hiç durmadan."
Orada kim konuşuyor.
"Ben anlatıyorum."
İyi.
"Tabii durursanız vitrinlerin önünde iki buçuk, üç saat sürüyor. Müzeyi gezmeye en az 2 saatini ayırması gerekiyor ziyaretçilerin hakkını vermesi için. Her gelişlerinde de başka şeyler göreceklerine eminim."
Oyuncakların hepsi sergileniyor mu, depolarda başka var mı?
"Var, çok var. Devamlı değişim yapıyoruz."
ENTERESAN YAKLAŞIM
Tamam yapıyorsunuz, ama bence bu köşk, mevcut vitrinler için şu anda bile yetersiz gibi gözüküyor... Daha büyük bir mekâna geçmeyi düşünüyor musunuz?
"Düşünüyorum sevgili Faruk, düşünüyorum. Sultanahmet'te, Gülhane Parkı'nın karşısında eski çocuk mahkemelerinin olduğu bina var. Orayı çok istiyorum. Daha geniş, hem daha merkezi bir yer."
Enteresan olur di mi? Çocuk mahkemesi olan bir mekânın çocuk müzesine dönüşmesi.
"Çocuk mahkemesi... Ne dramlar, acılar yaşanmış orada... Ama bir gün İstanbul Oyuncak Müzesi'ne dönüşüyor. Ve Gülhane'nin tam karşısında, tarihi yarımadanın içinde. Ben bu müzeyi kazandırdıysam Türkiye'ye, İstanbul'a ve dünya bunu takdir ettiyse hakkım olduğunu düşünüyorum böyle bir yerin. Umarım uygun görürler ve müzeyi daha geniş, daha büyük bir yere taşırım."
Bu yönde girişiminiz oldu mu?
"Hayır. Bunu daha yeni yeni dillendiriyorum. İlk röportaj da bu, bunun sözü edildiği. Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ece Hanımefendi buradaydı ona söyledim. Daha çok yeni. Bakalım. Ama Göztepe'den, yerimden memnunum, burayı da bırakmam. Burayı daha çok hayal kahramanlara dönüştürmek istiyorum. Hayal Kahramanları Müzesi! Yani çizgi romanın, hayal kahramanlarının oyuncaklarının olduğu müze."
Zaten dünyada konsept müzeciliğe doğru bir gidiş var.
"Son 30-40 yılda artık buna yöneliniyor."
MÜZECİLİK DEĞİŞTİ
Klasik müzeler dönemi bitti...
"Bitti. Müze deyince hep toprakaltı, arkeoloji geliyor. Hayır, artık bu değil müze. Onu aştı dünya. Biz de aşmalıyız. Bu konuda da mücadele veriyorum. Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın geldi, gezdi müzeyi. Çok beğendi. Antalya'da da Kaleiçi'nde de bir oyuncak müzesi kurduk Antalya Büyükşehir Belediyesi'yle. Şimdi Gaziantep'te... Asım Güzelbey geldi Gaziantep Belediye Başkanı gezdi, çok beğendi. Gaziantep'te açıyoruz."
Oyuncaklar?
"Ben aldırdım. Bütçeyi onlar oluşturdu, ben küratörlüğünü yaptım. Çok, çok yoruldum. Koleksiyonerlerden kendime alır gibi aldım oralara, ama yoruldum. Çok zamanımı aldı."
Yabancı konuklarınız çok mu?
"Çok trajedik. Suriye Devlet Başkanı Esad'ın çocukları geldi. Yani şu anda savaş haberlerini izlerken o çocuklar hep gözümün önünde. Clinton'ın danışmanlarından tutun da - ben çok olamıyorum burada - aslında çok gelen var. İstanbul'a gelen pek çok entelektüel, aydın, politikacı, siyasetçi, işadamı ya da sanatçı buraya mutlaka uğrar."
Yılda kaç kişi geziyor?
"O rakamları bilmiyorum, çünkü müze ayakta dursun diye çok dışardayım, çok koşturuyorum. Devamlı gösteriler, etkinlikler. Çünkü hiçbir müze para kazanmaz. Müze, kütüphane para kazanmak için yapılmaz ki zaten."
Para harcamak için...
"Ve benim holdingim yok biliyorsunuz. Burayı ayakta tutabilmek için müze işçisi olarak dışarıda çalışıyorum. Ben burada dursam müze yaşayamaz."
Ciddi bir maliyeti var değil mi? Şu kapıyı açmak?
"Her gün en az bin beş yüz lira. Ayda ne yapıyor? Kırk beş bin lira. Kapıyı açmak dostum. Yeni oyuncak alımı falan, onları geç. Ama değiyor. Şikâyetçi değilim."
Buradaki en eski oyuncak kaç yıllık?
"200-250 yıllık. 1800'lerin başı, 1700'lerin sonu."
Ne var mesela?
"Paper match, kağıt hamuru bebekler, oyuncak bir keman... En eski oyuncaklarımız bunlar. Ama oyuncakta 50 değil, 20 yıl öncesini bulmak da çok zordur. Bir döneme ait her türlü objeyi bulabilirsin: Takılar çekmecede korunur, elbiseler dolaba asılır, naftalinlenir, resim çerçevede durur, gümüş parlatılır, biblolar büfede korunur, mobilyalar cilalanır, e oyuncak?! Oyuncak çocuğun eline verildiği an kırılmaya başlar. Saklanmaz, atılır. En zor bulabildiğin oyuncaktır. En değerli olan da odur."
ZOR BİR ŞİİRİM VAR
Sunay Akın bunları yapıyor, iyi güzel, ama edebiyatçı Sunay Akın nerede, şiirleri nerede?
"Şiir, kitap olsun diye yazılmaz, çekmecede birikir. Ama düzyazı öyle değil. Yazarken, çalışırken onun kitap olacağını bilirsin. Şiirim kolay yazılan bir şiir değil. Ben, şiirin dışarıda bıraktığın sözcüklerden oluştuğuna inanıyorum. Yani az sözcükle çok şey anlatabilme sanatı. 2 yıl önce 'Çorap Kaçığı' adlı şiir kitabım çıktı.
Fakat bu kitabın tanıtımına, röportajlara zaman ayıramadım. Nedeni işte bu müzeler. Ben böyle beni tanıtın, öne çıkarın diyen bir insan değilim. Yaptıklarıyla konuşulan, eserinin arkasından gelen bir insanım. Hal böyle olunca müzecilik için mücadele veriyorken kendi kitabımı biraz öksüz bıraktım, ilgilenemedim.
Ama biliyorsun en çok okunanlardan biriyim ben. Aslında artık biraz daha masaya dönmek istiyorum, çalışma masama. Evet, bunun eksikliğini duyuyorum. Hatırlarsın yirmi yıl önce Kız Kulesi'ni 'şiir cumhuriyeti' ilan ettim, sanat merkezi, müze olmasını istedim. Ne oldu? Lokanta. Memnun muyuz? Niye orası bir müze olmasın? Bu mücadeleyi de veriyorum aynı zamanda. Müzecinin önünü açmak istiyorum. Yasalar yeterli değil. Kültür Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü çok çok ilgili, onlarla çalışıyoruz, ama ben kar makinesi gibi yol açıyorum, ne olması gerektiğini anlatıyorum. Çünkü binlerce müze gördüm. Hayatımın en mutlu anları müzelerde geçiyor. O birikimlerimi ülkeme getirip yeni yasal düzenlemeleri sağlamak için de çalışıyorum."
Niye Özel Müzeler Birliği kurulmuyor?
"Güzel bir soru. Örneğin TÜRSAB'ta turizmciler bir arada. Özel müzeler birliği kurulması gerekiyor, şimdi onun çabasındayım. Avrupa Çocuk ve Oyuncak Müzeleri Birliği'ni Kasım ayında İstanbul'da kuruyoruz. Belçika, Portekiz, İtalya ve Türkiye kurucu üye. Projenin adı TOYCO. Projenin başında da biz varız. 30'a yakın müze Kasım ayında Türkiye'ye gelecek, önce Gaziantep Oyuncak Müzesi'nin açılışını yapacağız, sonra Antalya'ya geçeceğiz. İstanbul'da 2 günlük bir sempozyum
var Avrupa'daki çocuk ve oyuncak müzeleri kuruluş öykülerini anlatacaklar. İlk kez yapılıyor bu ve bir kitapta yer alacak bütün o anlatılar. Bütün bunlar odama girdiğinde, çalışma masama baktığımda beni yaralıyor aslında biliyor musun? Ben onun başında olmalıyım. Ama sevgili Faruk ben bunları yapmasam kimse yapmayacak. Bana öyle geliyor yani, kim yapacak?"
YARDIMCIM AİLEM
Peki bütün bu çalışmalar için bir ekibiniz var mı? Kaç kişisiniz?
"En büyük yardımcım eşim ve çocuklarım, ailem: Belgin, Ilgın ve Ali Ozan. En büyük destekçilerim onlar. Müzede ise 9 arkadaş çalışıyor. Bu 9 arkadaş arasında benim gösterilerimi, seyahatlerimi, her şeyimi programlayanlar da var. Haftasonları müze daha yoğun oluyor, o günlerde çalışmaya gelenlerle 14 kişiye ulaşıyoruz. Bir şair, yazar olarak düşünebiliyor musun nasıl bir işletme oldum?!"
Kâr etmeyen...
"Asla kâr etmeyen, keşke edebilsem, ama dedim ya müze kâr etmez ki. Ama bütün bunları bir araya getirip harmanlayarak 7 yıldır ayakta durmayı başarıyorum. Destekçilerimiz var onların hakkını vermem lâzım. Türkiye İş Bankası, Faber-Castell, Şölen Çikolata, Aviva Sigorta, Anadolu Hayat Emeklilik, Siemens, Isuzu, Anel Elektrik... TOYCO projesinde Tekstil İşverenleri Sendikası anasponsor. Tadım Gıda, Faber Castell, Çelik Motor da sponsorlarımız arasında. Bütün o sponsorluklar sayesinde biz TOYCO'yu bir araya getiriyoruz. İşte bu insanların kapısını çalıp projeyi anlattığımda hepsi seve seve diyor. Beni mutlu eden bu."
"BİR DÜŞÜNCE SENFONİSİ"
Sizin farklı yaklaşımlarınızdan birisi de içinde bilginin bulunduğu, çoğu kişinin farkına varmadığı ayrıntıların anlatıldığı tek kişilik gösterileriniz...
"12 yıldır Türkiye'de ve yurtdışında dolu dolu oynadığım tek kişilik bir oyunum var ve bu daha medyada tanıtılmadı. Tiyatronun o kadar örselendiği, itildiği bir dönemde tek kişilik bir oyun bu kadar uzun süre oynayabilir mi? Her oyunda da değişik şeyler anlatıyorum. Asla bir gösteri öncekine benzemiyor."
Metinler, ciddi bir okuma uğraşı sonunda oluşuyor olmalı...
"Tamamıyla. Bir orkestra kuruyorum bilgiden. Üflemeli çalgılar, vurmalılar, yaylı olanlar... Her bilgi bir enstrüman gibi. Düşüncenin senfonisi ortaya çıkıyor. Ben doğru bildiklerimi yapmaya çalışıyorum. Bir tek yargıç, bir tek jüri var karar verecek olan kimin haklı olduğuna ve en doğruyu yaptığına. Ona inanıyorum, ondan ödül bekliyorum. O jüri kim biliyor musunuz? Zaman. Başka da hiçbir şey yok."
"OYUNCAK, HAYALLERİ BÜYÜTÜR"
Peki oyuncak sizin için ne anlama geliyor?
"Gelişmiş, uygar ülkelerde oyuncak çocuklara hayalleri çoğalsın, hayalleri büyüsün diye alınır. Geri kalmış ülkelerde ise oyalansın diye. Oyuncakları çocuklarına hayalleri çoğalsın diye alan ülkeler dünyayı yönetirken, oyuncakları küçümseyip oyalansın diye veren milletler onların kapılarında oyalanmaya mahkûmdur. İşte oyuncağın uygarlık tarihindeki yeri."
Büyük oyuncak üreticileri de gelişmiş ülkeler değil mi?
"İlk oyuncak fabrikalarını Almanlar kurdu. Alman ekonomisi oyuncak endüstrisi üzerine doğdu. 1870'ler 80'ler: Lehmann, Marklin, Fleischmann, Gunthermann... İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iki tane atom bombası yiyip taş üzerinde taş kalmayan, insanını kaybeden Japonya oyuncak endüstrisini kurdu. Bugünkü Japon teknolojisi, oyuncak endüstrisinden doğmuştur."
Bu fabrikalar savaşlar sırasında silah da ürettiler...
"Çok acı. İkinci Dünya Savaşı'nda kapanan ilk fabrikalar oyuncak fabrikalarıdır. Hemen silah üretirler. Çok trajedik. Oyuncağın geçtiği bantlardan silahlar geçiyor. 1980'lerde Çin oyuncak endüstrisini kurdu, 90'larda oyuncak pazarını ele geçirdi. Bugün Çin, üretimin her alanında var. Demek ki gelişmişlikle bir paralellik var. Sosyo-ekononomistler, sosyologlar bize bunu anlatmalı, bunu incelemeli sevgili Faruk. Bundan haberdar değil Türkiye. İnan bana yaptığımın ne anlama geldiği benden sonra anlaşılacak. Buna adım gibi eminim. Yani ne kazandırdım bu ülkeye sonra anlaşılacak."