"Kalkınma politikamız çevre dostu değil"
Enerji, inşaat ve ulaştırma başta olmak üzere Türkiye'nin son yıllarda hız kazanan büyük projelerinin "sürdürülebilirlik" karnesi zayıf. BETAM'ın konuyu irdeleyen araştırma notuna göre, kalkınma politikasının idari ve hukuki araçları da çevre dostu değil.
Türkiye'nin konut, ulaşım ve enerji başta olmak üzere son yıllarda gerçekleştirdiği altyapı projelerinin çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliği konusu önemli soru işaretleri içeriyor.
Enerji ve ulaşım projeleri koruma alanlarını ortadan kaldırıyor mu? Ve bu yatırımlarda çevresel etki değerlemesi süreçleri dikkate alınıyor mu? Sit alanları, rant uğruna yapılaşmaya mı açılıyor? Ya kentsel dönüşüm projeleri... Katılımcı bir anlayışla yürütülmediği için konut ve barınma hakkı ihlallerine mi yol açıyor?..
Peki büyük çevre tahribatı yaratacağı tartışmalarına konu olan projeler yargı denetimi dışına mı çıkarılıyor?.. Ya da uzun yıllar ülke gündeminde bulunan ve sonunda yapımına karar verilen nükleer santral konusu?.. Santralin güvenlik ve nükleer atık sorununa çözüm öngörüldü mü?..
2B düzenlemesiyle orman alanlarının talan edilmesinin önü mü açıldı?...
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin (BETAM) yayınladığı araştırma notunda bu sorulara ne yazık ki olumlu bir yanıt verilmiyor. Doç. Dr. Cengiz Aktar ve Araştırma Görevlisi Barış Gençer Baykan tarafından gerçekleştirilen çalışmada, Türkiye'de sanayileşme ve plansız kentleşmenin, artan nüfus ile birleştiğinde ekosistem üzerinde büyük bir baskı yarattığına işaret edilerek, "Kalkınma politikalarının çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliğe olumsuz etkisi her geçen gün daha belirginleşiyor" deniliyor. "Son dönemde çıkarılan Tabiat Yasası, Kentsel Dönüşüm Yasası, 2B Yasası, Nükleer santral ve HES'ler için idari altyapı, Yürütmeyi Durdurma ve ÇED Muafiyeti örneklerinde görüleceği üzere, kalkınma politikasının idari ve hukuki araçları çevre dostu değil" tespitine yer verilen çalışmada, büyüyen bir ekonominin ve nüfusun ihtiyaçlarını karşılamanın temiz, sürdürülebilir ve ekolojik yöntemlerle de yapılabileceğine vurgu yapılıyor.
İnsansız ve doğasız bir inşaat furyası
Araştırmada, son dönemdeki örneklerden hareketle, Türkiye'de kalkınmanın, "tüketime dayalı sınırsız, fütursuz ve köhnemiş bir ekonomik model üzerine inşa edildiği" belirtiliyor ve bu durumun, Türkiye'nin doğal, kültürel ve kentsel mirası için felâket anlamına geldiği kaydediliyor. Türkiye'nin bu yaklaşımla "Danışsız, düzensiz, denetsiz, insansız ve doğasız bir inşaat furyasıyla karşı karşıya" bulunduğu ifade edilen araştırma notunda, şu görüşler dile getiriliyor: "Terazinin bir kefesinde birbirini besleyen enerji, inşaat ve rant diğer kefesinde doğa, insan, kent ve medeniyet var. Son yıllarda gündeme gelen ve doğal varlıkların sermayeye dönüştürülmesini hızlandıran projeler çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliği dikkate almıyor. Nükleer santraller, termik santraller, hidroelektrik santraller, 3. Havaalanı, 2. İstanbul şehri, Kanal İstanbul, Taksim Projesi, 3. Köprü, Karadeniz'i Anadolu'ya bağlayacak en uzun tünel OVİT bunlardan bir kaçı..."
BETAM araştırmasının bulgularında şu değerlendirmelere yer veriliyor...
Tabiat Yasası ile koruma alanları yok ediliyor
2012 Mayıs sonunda Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı'nın ilk 14 maddesi TBMM Çevre Komisyonu'nda onaylandı. Yasa 1958'den bu yana doğa koruma konusunda edinilmiş tüm kazanımları bir kalemde siliyor. Korunan alanların sınırlarının değiştirebilmesi veya tümüyle kaldırılmasının önünü açıyor. Doğal ve kültürel sit alanları, muğlâk tanımlanmış "koruma-kullanma dengesi" ve "üstün kamu yararı" kavramları yoluyla, korumadan ziyade madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm sektörlerinin kullanımına açılıyor. Sit alanı tayin edecek kurullar bağımsız değil, atamaları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılıyor. Türkiye'deki 1234 doğal sit alanında doğaya zarar veren müdahaleler, koruma kurulları ve mahkemelerce engellenebiliyordu. Tasarı bu haliyle yasalaşırsa bağımsız koruma kurullarının doğal sitlerle ilgili herhangi bir yetkisi kalmayacak. Sonuçta bu yasayla 3500'den fazla yerel bitki türüyle dünyanın eşsiz doğa zengini topraklarından birisi olan Türkiye, bu varlığını geri dönüşsüz olarak kaybedebilir.
Kentsel Dönüşüm Yasası hak ihlalleri yaratıyor
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa, merkezî ve mahalli idareye deprem riski bahanesiyle gayrimenkul parkı üzerinde görülmemiş ve tamamen denetim dışı bir alan açıyor. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım, Zeytincilik, Mera, Orman, Turizmi Teşvik, Boğaziçi, Askerî Bölgeler ve Kıyı yasalarının arazi kullanımı bakımından kısıtlayıcı maddeleri bu kanunla kalkıyor. Sırada bekleyen Yapı Denetimi Hakkındaki kanun taslağı, Kentsel Dönüşüm Yasası ile başlayacak yıkım ve inşaat faaliyetinin iznini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yetki vereceği özel kuruluşlara devrediyor. Son dönemde özellikle İstanbul'da -Sulukule'de, Ayazma'da, Tarlabaşı'nda - kentsel dönüşüm örnekleri sosyal, ekonomik ve kültürel hak ihlallerine yol açmış, yurttaşların konut ve barınma haklarını tehlikeye atmış, katılımcı bir perspektifle yürütülmekten ziyade inşaat sektörünün çıkarları doğrultusunda uygulanmıştı. Kentsel Dönüşüm Yasası, kültürel ve tarihi varlıkların korunmasını amaçlayan Kanunlar, yönetmelik ve ilke kararları ile de çelişiyor.
2B Yasası orman talanına olanak veriyor
2003'ten bu yana orman talanı sonucunda orman vasfını kaybetmiş Hazine arazilerinin satışından gelir yaratılması hedefleniyor. Orman Mühendisleri Odası yok olan 27 milyon dönüm orman arazisinin yüzde 56'sının yasal düzenlemeler sonucunda yitirildiğini belirlemiş. Yeni kabul edilen yasanın daha fazla orman talanına olanak tanıyacağı söyleniyor. 2B'ler, Türkiye 'de 473 bin 419 hektarlık alanı kaplıyor. TEMA Vakfı, Anayasa'nın ''Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz" diyen 169. maddesini hatırlatarak, orman vasfını kaybetme kriterleri belirlenirken "orman bütünlüğünü bozmama", "su ve toprak rejimine zarar vermeme", "çevresindeki orman ekosistemlerinin tüm öğeleriyle kendisini yenileyebilme gücüne zarar vermeme", "ormancılık çalışmalarının etkenlik, verimlilik ve kârlılık düzeylerini düşürmeme" vb koşullarının birlikte aranmasını öneriyor.
Nükleer santral pahalı ve sorunlu
Akkuyu'da nükleer santrali yapımı konusunda Rusya ile uluslararası bir anlaşmanın tercih edilmesi, nükleer santral sürecinin yargısal denetime tabii olmasını engellemek ve yasasız, ihalesiz ve şartnamesiz olarak nükleer santrali kurmanın önünü açtı. Akkuyu Santrali'nde her biri 1200 MW'lık dört nükleer reaktörün yapımının maliyetinin 25 milyar dolar olması ve 2022'de Türkiye'nin elektrik ihtiyacının yüzde 5'ini karşılaması hesaplanıyor. Yapılması planlanan VVER-1200 modeli dünyada ilk kez Türkiye'de denenecek, Türkiye, iki reaktörün üreteceği elektriğin yüzde 70'ini, diğer iki reaktörün üreteceği elektriğin ise yüzde 30'unu 15 yıl boyunca kilovatsaat başına 12,35 dolar sent üzerinden Akkuyu NGS A.Ş.'den satın alacak. Bu rakam Avrupa Birliği'nde nükleer santrallerde kilovatsaat başına verilen fiyatın neredeyse iki katı. Enerji uzmanları, 1 kW kurulu güç bedelinin; karada kurulacak rüzgâr santralleri için 2 bin 438, hidroelektrik için 3 bin 76, doğalgaz santralleri için 1-2 bin, güneş termal santralleri için 4 bin 692, güneş fotovoltaikler için 4 bin 755 dolar olduğuna ve nükleerde bu rakamın 6 bin doları bulduğuna işaret ediyor. Nükleer santral ile ilgili projede radyoaktif atıkların nerede, nasıl depolanacağı, saklanması ve taşınması sırasında güvenliğin nasıl sağlanacağına yer verilmiyor. Bir kaza veya sızıntı durumunda nasıl yanıt verileceği, nasıl önlem alınacağı, oluşacak zararın kim tarafından nasıl karşılanacağı da değinilmiyor.
HES'ler tarımsal üretimi vuracak
Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile hidro elektrik santral HES yapımı ve işletilmesi özel sektöre devredildi. Başbakanlık genelgesi ile kurulan Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu esas olarak HES inşaatlarına hız kazandırma amacını taşıyor. Yaklaşık 2000 HES yapılması bekleniyor. Doğa Derneği'nin ulaştığı bilgiye göre, Devlet Su İşleri'nin 2023'teki Türkiye HES ağından arta kalan akarsu yok. Hepsi tutulmuş durumda. Bunun sonu çölleşme, kırsalı insansızlaştırmadır; çevresel mülteci hareketleridir; bugünden dışa bağımlı olmuş tarımsal ve hayvansal üretimin tamamen yok olmasıdır. Duman çıkarmadığı için temiz ve sürdürülebilir olduğu var sayılan HES'lerin, Türkiye'nin açıkça kirleten enerji üretimini uluslararası karbon piyasası vasıtasıyla aklamak için kullanıldığını da not etmek gerekir.
Yürütmeyi durdurma fiilen ortadan kalktı
İnşaat furyasının hukuken denetlenemez olması hükümetin temel tutumu. Bu çerçevede Temmuz 2012'de yasalaşan 3. Yargı Paketi'nde çevre davalarında yargı kararlarını by-pass edecek maddeler var. Dava açılsa bile idarenin savunması gelmeden mahkeme yürütmeyi durdurma kararı veremeyecek. Benzer bir durum yukarıda adı edilen Sulukule projesini yargı tarafından iptal kararıyla yaşandı. Yenileme alanı ilan edilip yıkılan Sulukule'de avan projesine karşı açılan davada, mahkeme "kamu yararı" görmeyerek projenin iptaline karar verdi fakat yürütmeyi durdurma kararı çıkmadığı için inşaatlar tamamlanmıştı. XI. yüzyıldan bu yana orada yaşayan Sulukulelileri barklarından eden, üstelik 1. derece sit alanına 640 villa diken bu projede yürütmeyi durdurma kararı bir türlü alınamamıştı. Yeni düzenlemelerle artık hiç alınamayacak demektir.
Biyolojik çeşitlilik tehdit altında
Aynı mantık doğrultusunda Nisan 2011'de Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği'nde yapılan değişikle 2015'e kadar yatırımına başlanacak olan ve daha proje aşamasında olan projelerde ÇED şartı artık aranmıyor. Amasra Termik Santrali, 3. Köprü, Ilısu Barajı ve Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu bu kapsamda. Yapılan değişiklikle Artvin, Rize, Tunceli, Mersin, Küre Dağları, Kaz Dağları gibi biyolojik çeşitlilik hazineleri yatırıma açılabilir hale gelecek Akarsu havzaları arasında su transferi, 10.000 m2 ve üzerindeki deniz dolguları, ulaşım ve altyapı yatırımları, su depolama tesisleri, 10 MW ve üzeri nehir tipi HES'ler, toplu konutlar, turizm tesisleri, maden ocakları ve bazı fabrikalar da 2013 yılına kadar ÇED uygulamasından muaf tutularak gerçekleştirilebilecek.
İklim değişikliği gündemde yok
BETAM'ın araştırma notunda, hızla hayata geçirilen politikaların, aynı zamanda kalkınma gerekçesiyle "iklim değişikliği konusundaki politikasızlığın da bir bahanesi" olduğu savunuluyor. Araştırmada bu değerlendirmeye ilişkin şu görüşler dile getiriliyor: "Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü'ne dört yıl sonra 2009 yılı Şubat ayında 185. ülke olarak taraf oldu. Kyoto Protokolü'ne katılımın uygun bulunduğuna dair yasa tasarısı TBMM'ye sunulduğunda, protokolün imzalanması devletin kurumları arasında bir ayrışmaya neden olmuştu. İş dünyasından da çoğunlukla karşı tepki gelmişti. Akdeniz Havzası'nda yer alan Türkiye, yapılan öngörülere göre, iklim değişikliğine karşı yüksek derecede hassas bölgeler içinde yer alıyor. Kuraklık, toprak bozulması, kıyı erozyonu ve sel şeklinde ortaya çıkabilecek olumsuzların gıda üretimi için gereken su kaynakları ve kırsal kalkınma üzerinde olumsuz etkiler yaratması ve bu etkilerin şiddetinin giderek artması bekleniyor.
Türkiye 2009 yılındaki BM İklim Zirvesi'nde ortaya konan, sera gazlarını azaltmak konusunda yasal bağlayıcılığı olmayan Kopenhag Mutabakatı'na da taraf olmadı. Uluslararası iklim müzakerelerinde bağlayıcı kararlar çıkmadığı sürece Türkiye özel koşullarını bahane ederek iklim değişikliğine karşı ulusal ve uluslararası planda etkin bir mücadele vermekten kaçınmaya devam ediyor.