"Umut, hava kadar önemli"
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Gülten Dayıoğlu
Çocuk ve gençlik edebiyatı denince ülkemizde akla ilk gelen isimlerden birisi… İlk öyküsünün Afyon'da yerel bir gazetede yayınlanmasından bu yana 61, ilk kitabının basılışından bugüne 48 yıl geçti. Yeni baskılarıyla kuşaktan kuşağa hizmet veren 78 kitabın yazan Gülten Dayıoğlu'nun külliyatı, 7 -18 yaş arası, çocuk ve gençlik düzeyine göre hazırlanmış öykü ve romanlarla gezi kitaplarından oluşuyor. Ayrıca yayınlanmış ya da yayına hazır, yirmi beşe yakın radyo ve televizyon oyunu var. Çocukların ve gençlerin Gülten Abla'sı bugünlerde 20 Ekim'de yayınlanacak yeni romanının heyecanı ile dolu:
"Evet, onun heyecanını yaşıyorum. Temmuz sonu teslim etmiştim dosyayı. Dosya! Ağız alışkanlığı… Artık dosya denmiyor, bilgisayar ortamında, flaşdiskte verdim yayınevine… Küçücük bir şeyin içinde gitti koca roman. Kapak, tanıtım konularında birkaç kere toplantı yaptık, tarih yaklaştıkça da çalışmalar hızlanıyor."
Yine Altın Kitaplar'dan okuyacağız değil mi?
"Evet, onlarla 30-32 yıldır çalışıyoruz. Zaten bu kitabın orada çıkması zorunlu, çünkü ‘Mo 1' ve ‘Mo 2' orada yayınlanmıştı. Bu ‘Mo'nun Gizemi' adlı üçlemenin son cildi olacak. Okurlarım da merakla bekliyorlar."
İlk cilt ne zaman yayınlanmıştı?
"1998'de çıkmıştı."
Yeni kitabın adı ne olacak?
"‘Mo'nun Gizemi 3, İkizler.' Fantastik kurguları var üç kitabın da. Çok çağdaş metinler, uyduruk, masalsı şeyler değil. Günümüzün en tırmanışta olan bilimdalı genetik üzerine kurulmuş bir roman, çocukları da çok ilgilendirdi. Çocuklar derken gençleri, altıncı sınıftan itibaren okutuluyor. Bunu nereden anladınız diye soracaksınız, e-mailler geliyor bana: Bazı gençler bu kitabı okuduktan sonra üniversite sınavında form doldururken genetik bölümünü de yazdıklarını söylüyorlar, tabii bu da çok sevindiriyor beni."
Konunun genetik olması da kitaba ilgiyi artırdı sanırım…
"Evet, yepyeni bir konu, dakka başı haberler var genlerle ilgili…"
"MO'NUN GİZEMİ" BİTİYOR
Ben de okuyorum bu konulardaki kimi zaman olumlu, kimi vakit olumsuz haberleri. Hele bitkilerle ilgili olanları düşünecek olursak!..
"Ben de çok duyarlıyım bu konulara. Çok araştırma yaptım, onlar yetmedi Pakize Tarzi Laboratuarlarının kurucusu Dr. Nezih Hekim vardır, çok sevip saydığımız bir kişi… Kendisi genetik bilimiyle uğraşan sayılı kişilerdendir ülkemizde. Ona da gidip sordum, yardım aldım. Hakikaten yardımdan da öte tam bir danışmanlık yaptı. Yanılgılarımı söyledi, söylemlerimi düzeltti bu böyle denmez bilim dilinde diye. Bu, ne büyük nimet biliyor musunuz? Edebiyat dili ile bilim dili çok farklı, yine teşekkürüm var ona… ‘Mo 2'de de onun ismini kullandım teşekkür olarak, içerde bir Dr. Nezih Bey var, bu karakter, ona teşekkür için yazılmıştır, vefa borcu…"
"Mo 3"le bitiriyorsunuz diziyi. Çok lirik bir sonu varmış duyduğuma göre…
"Bakın sonundan söz ederken yüzüm gülüyor farkındaysanız… Benim kitaplarım daima okura umut aşılar. Yeni kuşaklar için umut, ekmekten, sudan daha fazla; hatta hava kadar da önemli bence. Umudu yoksa bir insanın ne kadar yaşasa, o yaşamak olmaz bence. En çok umuda ihtiyacı olan kesim de yeni kuşaklardır bence."
Kuşaklar dediniz, "Mo 3" 78. kitabınız olacak ve neredeyse yarım asra yakın bir süredir kaç kuşaktır eksilmeyen, artan bir ilgi ve sevgiyle okunuyorsunuz… Bu sene de "Fadiş"in yayınlanışının 40. yılı… Bir yazar için ne büyük bir mutluluk…
"Kesinlikle. Şimdi ben ‘Fadiş'i 1961'de yazmıştım. Yayınlanması ‘Yaşadıklarım ve Düşlediklerim'de anlattığım çeşitli nedenlerden 1971'i buldu. O günden bu bugüne 40 yıl geçmiş. Bu yıl, çeşitli etkinliklerle 40. yılı kutlanıyor. Biliyorsunuz pek alışılagelmiş bir şey değildir bu."
Kaçıncı baskıya ulaşmıştır "Fadiş."
"50 falandır, ama yıllar aktı gitti, biz sonradan başladık baskı sayısını tutmaya."
Yani bugün en azından yarım milyon "Fadiş" dolaşıyordur piyasada diyebilir miyiz?
"Tabii derim, hiç dilim titremez. Fazlasıdır da. Bir keresinde beni Almanya'daki bir konferansta Türkiye'nin Astrid Lindgren'i diye takdim etmişlerdi. Demek ki öyle bir izlenim bırakmışım onlarda."
Bu noktada hemen sormak isterim, kitaplarınız hangi dillere çevrildi?
"İngiliz, Alman, Macar, İsveç, Rus, Mısır dillerine, Pakistan Urducasına çevrildi. Bir taze haber, yakınlarda Macaristan ve Mısır'dakilere ‘Fadiş' de eklendi."
YAZARIN SORUMLULUĞU
Büyükanne, büyükbabaların da torunların da okuduğu bir yazar olmak nasıl bir duygu?
"Tarif edilemez… Hem sevinç, hem de ben çok duyarlı bir insan olduğum için büyük bir sorumluluk. Ödül alınca da ben baskı altına giriyorum. ‘Yazık, eskiden ne kadar güzel yazardı, artık düşmüş performansı' dediğimiz yazarlar var biliyorsunuz. Bunu dedirtmek, bir yazar için çok acıdır. Ödüller, 40 yılı aşmak, bunun için tebrikler almak bir yazarın sorumluluklarını artırıyor."
Siz, bu sorumluluğu okurlarınızla ilişkilerinizde de hissediyor, onlarla sık sık bir araya geliyor, elektronik ortamlarda sorularını yanıtlıyorsunuz… Onlarla yüz yüze olabilmek için de çok seyahat ediyorsunuz…
"Benim haftamın en aşağı 3 ya da 4 günü, yaz tatillerini bırakalım – o dönemlerde de kültür etkinliklerine katılıyorum, ama daha seyrek – kış aylarında etkinliklerle geçer. Iğdır'dan tutun İzmir'ine, Trabzon'dan tutun Hatay'ına çok az kaldı gitmediğim yer. Ve heyecanla, merakla gidiyorum.
Bazen diyorlar ki ‘Oraya bari gitmeseydin!' Yahu orada yaşayanların canı can değil mi? İçim, kimliğim git diyor. Oralardaki coşkuları görünce müthiş besleniyorum. Hem okurla kurduğum iletişimden, hem o havadan… Elini omzuma koyan minicik bir çocuktan bana akan sevgiden… Çok önemli bunlar, beni o kadar yolculuğa bunlar yönlendiriyor.
Tabii ki bu yolculuklara çıkışımın baş nedeni, kitap ve okuma alışkanlığının ülkemde yayılmasına katkıda bulunmak… Asıl hedefim bu."
Bir de internet siteniz var okurlarınızın size ulaşabildiği… Çağın nimetlerinden yararlanmayı ötelemiyorsunuz…
"Evet, oradan onlarla yazışıyorum. Meraklıyım çünkü. Ben, genetik konusunu okuyorum, kurt gibi araştırıyorum, kaynak soruşturuyorum demin anlattım ya, çünkü seviyorum, heyecan duyuyorum. Bir de sıradanlığı sevmiyorum. Hep kendimi aşmayı hedefledim. Böyle yetiştim ilkgençliğimden bu yana. Ustalarım onu öğrettiler bana. Mehter adımıyla olmaz, dediler, ben de olabildiğince kendimi aşmayı hedefliyorum. Yeni romanı teslim ettiğimden beri de ‘Fadiş'teki heyecanımı aynen yaşıyorum."
Gülten Dayıoğlu ismi, kitaplarının yanısıra kendi adına kurduğu vakıf ile de yaşayacak. Orada bu kez çağdaş Türk edebiyatına özgün yazarlar kazandırmayı, onları özendirmeyi amaçlıyorsunuz sanırım…
"Amacım, nitelikli çocuk kitaplarının oluşmasına katkı sağlamak. 30 yıldır böyle bir hayalim vardı, ama 2006'da - hani derler ya bıçak kemiğe dayandı - ailemi topladım, dedim ki ‘ben bu vakfı istiyorum ve telâştayım, yıllar geçti.'"
Telâş?
"Çocuk ve gençlik edebiyatı eski hallerden arınıp durunarak pırıl pırıl ortaya çıkacağı yerde giderek ne oldu biliyor musunuz, bu tür kitaplara ilgi artınca, bunu bir kâr metaı olarak algılamaya başladılar ve çeşidi artırma, biribirlerini aşma telâşına düştüler. Bir furya yaşanıyor yani açıkcası. Ben, basılan kitapları okudukça düzeyin hızla düşmekte olduğunu görüyorum. Bugün çocuk ve ilkgençlik için nitelikli kitap üreten yazarların sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Benim ölçülerime göre tabii. Çünkü, ben ince eleyip sık dokuyorum.
İşte böyle bir durumda vakfın tam zamanın geldiğine inandım. Bu furyanın içinde ne yapabiliriz? Nitelikli çocuk kitabı yazmaya destek verelim, görüşüyle kurduk. Herkes elverdi. Danışma kurulunu oluştururken kimi aradıysam ‘tamam Gülten hanım, biz sizin yanınızda varız' dediler. Boğazım tıkanarak, yutkunarak telefonları kapadığım oldu."
ÖDÜL, ÇOCUK ROMANINA...
Bu seneki ödül?
"Bu yılki ödülümüz çocuk romanına verilecek. Katılım başladı, yıl sonuna kadar eserleri bekliyoruz. Sitemde adres ve koşullar yer alıyor… Önemli isimlerden oluşan bir seçici kurulumuz var. Bu kurulun, ödüle katılan adaylar arasından birinciyi seçmek için 5,5 saat tartışıldığını bilirim…"
Siz de katılıyor musunuz seçici kurullara…
"Hayır, ben girmiyorum. Bugün var, yarın yokum, bu da onun bir provası. Aileyi temsilen gözlemci olarak küçük oğlum giriyor. Ben yan odada, doğum bekler gibi bekliyorum. İyi iş yaptığımıza inanıyorum."
Ne güzel ki aileniz de sizin yanınızda. Bu arada, yurtdışına da çok seyahat ediyorsunuz ve kendinizi bir "dünya gezgini" olarak nitelendiriyorsunuz…
"1970 yılından beri zihinsel, ruhsal ve kültürel zenginliğe erişmek, bilgi ve görgümüzü artırmak amacıyla eşimle birlikte dünyayı geziyoruz. Bu gezileri kitap yazmak amacıyla yapmıyorum. Ama, bazı geziler beni öylesine etkiliyor ki! Onları okuyucularımla paylaşmamanın bencillik olacağını düşünerek gezi notlarımı, kitap haline getiriyorum. Özgün fotoğraflarla bezenen bu kitaplarla gezi coşkusunu, gezide edindiğim ilginç bilgileri, deneyimleri ve kültür birikimini okuyucularımla paylaşmanın kıvanç ve coşkusunu yaşıyorum.
DÜNYANIN RENKLERİ...
Ben 1998'de TÖMER; 2004-2005 sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ilk ve orta öğretim okullarının anketinde yaşayan yazarlar sıralamasında en çok okunan; 2008 Mart ayının son haftasında Türkiye Kütüphaneciler Derneği'nin internet ortamında yaptığı ankette en iyi çocuk yazarı seçildim ve plaketle onurlandırıldım.
Bunu şunun için söyledim öncelikle ben bilime çok önem veririm, sonra bir dünya gezginiyim. Tabii dünyayı gezerken çok şey algılıyorum ve devamlı not alıyorum teybime. Ve de duygu, görgü birikimleri; sesler, kokular, tatlar hattâ… Bu gezilerden edindiğim ışık, koku, renk, ses ve söylemler, tatlar, her şey kitaplarıma yansıyor. Sanırım ayrıcalığım orada benim.
Bir de sağlam tuttuğum bir Türkçem var. Ben şunu yapayım demeden, kendiliğinden bir zihinsel sentezle, hatta duygusal sentezle yaşadıklarım, gördüklerim eserlerime yansımış oluyor."
Çocuklarımızı yetiştirirken…
İki oğlunuz, üç torununuz var. Yıllarca öğretmenlik yaptınız… Çocuk ve ilkgençlik kitapları yazıyorsunuz… Anne, baba okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
"Ben, oldukça bilinçli bir anneydim. Daha doğrusu, kendimi yetiştirme çalışan bir anneydim. Kitaplar okurdum çocuk bakımı konusunda. Çok gençtim, 23 yaşındaydım ilk çocuğumda. Bilemedim, birlikte büyüdük ilk oğlumla. Ve ben, hep söylerim genç annelere oğlumu arkadaş gibi gördüm ve sakalı kaptırdım ona!"
İlginç, hangi konuda?
"Okulla olan ilişkisinde. Özellikle de ödev ve ders konusunda. Ve biz, birlikte liseyi bitirdik! Çocuğun çok yüksek IQ'su varmış, okulda ölçmüşler – bizim zamanımızda bilinmezdi IQ'lar – ve hocalar ‘çocuğu siz gevşettiniz yardım edeyim diye diye, yapmasaydınız, o zati göbeğini keserdi' dediler. Çünkü, bu yardımlarıma rağmen bir yıl 10 dersten ikmale kaldı! Sonra 9-10 alarak geçti bu derslerden ama o dönemde çocuk bana yükleniyor, güveniyordu…
Hah, sonra ayağım suya erdi. 7 yıl sonra ikinci oğlumu dünyaya getirdiğimde ben, o çocuğun artık annesi oldum, kesinlikle sakalı kaptırmadım…
Bütün genç annelere ricam şu: Çocuklar ülkemizde öyle geri, şu bu değiller, pırıl pırıl zekâlarıyla dünyaya geliyorlar. İşte geziyorum Türkiye'mi bakışlarından fışkırıyor zekâları… N'olur ellemeyin, kendi yollarında devam etsinler, ama öyle ama böyle, ödevlerini kendileri yapsınlar, göbeklerini kendileri kessinler…
Ama iki çocuğumda da yaptığım bir şey var, ben onların yakalarından düşmedim, adım adım izledim. Nişantaşı'nda iki erkek çocuk büyütmek çok kolay değildi, her şey olabilirdi. Her şeylerini izledim, gece yatmalarından sonra bile gider odalarına bakardım: Sigaraya falan başladı mı acaba bu? Koklar, iz sürerdim, inanır mısınız? Sigaranın, birtakım başka şeylerin zararlarını anlatırdım, yani başlarının etini yerdim, punduna getirir getirir söylerdim çocuklara…
Ve bir de onları ürkütmemek için - bu da benim yetişkinlere konferanslarımda vurguladığım bir şey – yap, et demeden çocuklara, ‘filancanın başına ne gelmiş biliyor musun? Şöyle etmiş de böyle olmuş, hay allah!' şeklinde anlatırdım… Hani kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla…"
Kitapları tartışarak okumalı…
Yayınlanmış 78 kitabınız var; yüzlerce, binlerce kitap okudunuz onları yazabilmek için; daima araştırıyor, okuyorsunuz. Bu, sizin yaşam biçiminiz olmuş… Çocuklarınıza bu sevgiyi aşılayabildiniz mi? Anneler - babalar bu konuda nasıl yaklaşımlarda bulunmalılar?
"Söylediğiniz gibi benim elimden kitap düşmez. Çünkü, aşım, ekmeğim o benim. Yetişirken de çok kitap okudum ben. Bir şey diyeyim mi Faruk Bey, soruyorlar bazı röportajlarda 'hangi kitapları okudunuz?' Gülten Dayıoğlu'nu oluşturan binlerce kitap veya belge var. Ben hangini söyleyeyim? 'Bu yaşa kadar hangi yemekleri yediniz bu bünyeyi oluşturmak için?' diye sorar gibi geliyor bana…
Homeros'u mu söyleyeyim, Server Tanilli'yi mi, bütün klasikleri mi? Hangi birini?
Bizim çocuklara gelecek olursak… Büyük oğlum okulda kitap okuma birincisi seçilmişti. Sonra, ilgi alanları değişmeye başladı. Televizyon çıktı o yıllarda. Suçladığım araç, televizyondur çocuğun kitaptan kopmasına… Onlan da mücadele ettim… Ama sonra okumayı bıraktı. Şimdi bana diyor ki 'anne edebi kitaplar okumuyorum, ama bana kitap okuma alışkanlığını verdiniz… Bugün meslek kitaplarını okuyorum ben. Avukat olan birçok kişi kitaptan nefret ediyor, kulaktan kapma bilgilerle mesleğini yapıyor.'
Küçük oğluma gelince, 45 yaşına geldi, o hâlâ okumayı sürdürüyor. Çocukken birlikte okumuş, tartışmıştık kitapları onunla. Bu, çok faydalı oldu. Şimdi en büyük keyfim, ikimizden biri hangi kitabı okuyorsa, farklı konuda yapılan bir telefon görüşmesinde bile o kitaplardan söz etmemiz, birbirimize önermemiz.
Yani bu bir dialog meselesi, hepimiz bu kitap okuma dialogu içinde kalırsak, o zincir kırılmamışsa - evlenip gittiler, bizde hâlâ zincir sürüyor – kitap okumalar devam ediyor.
Şimdilerde en büyük keyiflerimden birisi de torunumla gençliğimde okuduğum kitapları tartışmak. Öyle heyencanlanıyorum ki… İşte böyle."