"Ülkelerin gücünün ‘parasal güçten çok beyin gücü’ olduğuna inanmışımdır”

MAKEL kurucusu Necati Çalışkan, “girişimciliğin hazzını” anlatırken: ticarete ilk başlama aşamasında tek amacın para kazanmak olduğunu söylüyor. Belli bir oranda para kazandıktan sonra “itibar görmenin yarattığı hazzın değerinin ölçülemeyeceğini” belirtiyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

RÜŞTÜ BOZKURT

Bu yazıda sizleri ev ve iş yeri tipi elektrik malzemeleri ve sistemleri üreten bir iş yerimize götüreceğiz. Son derece iddialı, yaratmak istediği sonucu net biçimde tanımlamış insanlar tarafından yönetilen bir iş yeri. Bu iş yerimizde Anahtar, Priz ve aksesuarları, elektrik sayaçları, devre kesiciler, Led tabanlı lambalar , paneller gibi standart ürünlerin yanı sıra, Akıllı bina ve evlere yönelik olarak aydınlatma, ısıtma, soğutma ,havalandırma kontrolü güvenlik, ölçümleme, yapabilen akıllı, merkezi, internet bağlantılı uzaktan kontrollü ürünler üretiliyor. İş yeri yöneticileri Avrupa, Asya ve Afrika’da alanında ilk 10 arasına girmeyi hedeflemiş.

Çok uzun bir geçmişi yok MAKEL’in. 1977’de elektrik malzemeleri sektörüne girmiş. Elektrik anahtarı, prizleri, devre kesicileri, sigorta kutuları, sayaçlar, reaktif güç kontrol roleleri üretmiş. Bugün 45 bin metre kare alanda üretim yapıyor. Akredite laboratuvarlara sahip, çevre ve sağlık odaklı üretim yapmayı şiar edinmiş yöneticilere sahip.

Yönetim Kurulu Başkanı Necati Çalışkan, Genel Müdür Hakan Öztürk ve Ar-Ge Direktörü Dr. Ünal Küçük’le söyleşiyoruz. Bir firmanın yetkilileriyle görüşürken bizim temel amacımız belli: Üretim yetkinliğinin neresindeyiz? Hızla uyum göstermemiz gereken sayısal teknoloji konusunda ne yapıyoruz? Bu iki sorunun yanıtını arayarak ülkemizin bugün farklı sektörlerde nerede durduğunu anlamak istiyoruz.

Kurucunun söyledikleri

MAKEL nerede, nasıl başladı ve bugünlere nasıl geldi? Böyle bir soru ilginizi çekmez mi? Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmayı temel amaç kabul eden biriyseniz, üretimin herhangi bir alanında olup bitenler ilgi menzilinizin dışında kalabilir mi?

Necati Çalışkan, “Biz 1977’de sektöre girdik. Belli bir bilgi birikimimin olduğunu düşünüyordum. Bilgi birikimi ve ekonomik birikim adım atmanın ilk şartıdır.O zaman piyasa sütliman değil, oldukça çalkantılıydı. Bilgi birikimimizi ‘yan sanayi’ olarak çok iyi değerlendiremiyorduk. Grevler ve siyasi çalkantılar önümüzü görmeyi engelliyordu. Ürettiklerimiz ürünlerde, sattığımız firmalara bağımlıydık ve bundan rahatsız oluyorduk. Birikimlerimizi entegre üretimde kullanmayı düşünüyorduk ve kendimize güveniyorduk. Yan sanayi alanından, kendi markamızla üretmeye dümen kırdık. Öyle başladık. 1988’de TSE belgelerini aldık. O günden bugüne gelişerek, işimizi geliştirerek sektörün özgün firması olma hedeflerine adım adım yaklaşarak yolumuza devam ediyoruz” diye özetliyor bir ömre sığan serüvenini.

Heyecanlı anlatım sürerken, dışardan bakan biri olarak meraklanıyorum: “Acaba herşey iyi gitti mi? Ortam uygun muydu?” Çalışkan, sorumu yanıtlarken çok gerçekçi:” Pişmanlık duyduğum zamanlar olmuştur. Bu sektöre neden girdiğimi, yalnız olduğumu bütün -girişimciler gibi- ben de düşünmüşümdür. Gelişmiş ülke markaları karşısında bir - sıfır mağlubuz. Neden bu kadar kahır çektiğimizi düşündüğüm zamanların olmadığını söylersem kendime ve gerçeğin kendisine saygısızlık etmiş olurum.” diye anlatıyor.

Üretim yapmanın itici gücünü, onu motive eden yönünü de öğrenmek istiyorum Necati Bey’den.
“Girişimciliğin hazzı”nı anlatıyor bize. Ticaretin ilk aşamasında tek amacın para kazanmak olduğunu söylüyor. Belli oranda para kazandıktan sonra itibar görmenin yarattığı hazzın değerinin ölçülemeyeceğini belirtiyor. Sonra itibar ötesinde “takdir edilmenin hazzının sürükleyiciliği"nden söz ediyor.

Çok yinelediğim bir tanımlamayı paylaşıyorum MAKEL yöneticileriyle: Zenginliğin üst sınırı, dostlarla sofrayı korkmadan paylaşacak kadar akara sahip olmaktır. Ondan ötesi başka bir şeydir; varlıklı olmak değil, var olmakla ilgilidir. O nedenle, Necati Çalışkan’ın özlemlerini de okuyucuyla paylaşmak istiyorum: Diyor ki: “Güçlü ve mutlu bir ülkede yaşamalıyız. Her zaman ülke gücünün parasal güç değil, beyin gücü olduğuna inanmışımdır. Bu, benim için bir söylemin ötesinde, hayata taşınan bir idealdir. Cari açığı kapatmada, kara deliği tıkamada bir ülkeye katkı yapmanın ne denli önemli olduğu her zaman zihnimde kalın bir çizgi halindedir. ‘Bu ülke bizim.’ idealiyle yatırımlarımızı sürdürüyoruz.” Sözlerini iki cümleyle tamamlıyor:“ Önce Türkiye’de iyi bir markayız. Sonra Avrupa, Asya ve Afrika’da bilinir bir marka olmanın adımlarını atıyoruz. Olmamız gereken yerde değiliz, adım adım ilerliyoruz..”

Otomasyona geçiş dönemi

Hakan Öztürk, profesyonel yönetici. Genç bir mühendis. Söyleşinin akışını dikkatle izliyor. MAKEL'in kuruluştan bugüne geçirdiği aşamaları öğrenmek istiyoruz kendisinden. Bir çırpıda zihninde yer edenleri sıralıyor: “Otomasyon öncesi ve sonrası diye iki evreye ayırıyorum: 2008 yılı öncesi Manuel ve fason üretim dönemi, sonrasında ise otomasyon ağırlıklı üretime geçiş.”
“Manuel” dediği zaman ne anladığını anlatmasını istiyorum. Diyor ki: “ Manuel üretim eleman ve usta-odaklıdır. Kişiye çok bağımlı bir yapıdır. İşçi devir hızları önemlidir. Günlük verimler daha önemli bir aşamadır. İnsan kaynağı, makine bilgisinden çok işgücünün sevk ve iradesine yöneliktir. Otomasyon dönemi ustadan çok, mekatronik , makine bilgisi olan ve otomasyon kullanan teknik sevk ve idare ağırlıklıdır. İşyerinde mesai , personelin el hızı, verimliliği yerine makineyi doğru çalıştırma yapısına doğru yönlendirir. Ürün odaklı Ar- Ge öne çıkar. Ürün, makine, ve sistem Ar-Ge ‘den beslenir.”

İş dünyasında söyleşi yaparken, karşılaştırmaları işyerlerinin kendi içlerine bakarak yapmak çok anlamlı değildir. Dışa bakmak, özellikle de bizden ileride olanlara bakarak konumumuzu belirlemek öğreticidir. Bu bakış açısıyla “Alanınızda en ileri hangi fabrika hangi ülkede?” diye soruyorum. Öztürk “Almanya’da. Bu tesisler karanlık fabrikaya daha yakın . Fabrikalarını gezerken çok az insan gözüküyor, otomasyon ve robotların olduğu üretim yapıları var. Biz daha operasyon odaklıyız, günlük yaşama ve kısa vadeli odaklıyız. Onlar daha uzun vadeli bakıyorlar. Analizleri geçmişten ve bugünden çok gelecekle ilgili gerekçelere dayanıyor.”

Gelecek on yılda neler yapmak istediklerini de öğrenmek istiyorum Hakan Öztürk’ten:
Üniversal bir üretici olmaya doğru gitmeyi isterdim. Birden fazla ülkede üretimi, deposu, lojistiği olan sadece Türkiye’nin değil, bu coğrafyanın önemli bir firması olmak isterdim.

• Otomasyon yoğunluğunu artırmamız lazım. Birikimlerimizi daha üst düzeylere taşımamız gerekir.

• Ürünlerimiz şimdilik ortalama teknoloji seviyesinde. Biraz daha üst teknoloji biraz daha inovatif ürün yapısına geçmeliyiz. Fiyat rekabetinin yoğun olduğu alandayız, bunun kendine özgü sorunları var.

• İhracatı daha güçlendirmemiz ve daha fazla dışa açılmamız gerekli lojistik altyapıyı oluşturmamız ve güçlendirmemiz gerekiyor.

• Üretim tesisi için yeni nesil OSB’lerin arzı önemli. Teşviklerin buralara da verilmesi, ileri teknoloji içeren yüksek katma değerli ürünlerin özendirilmesi konusu daha öne çıkmalı.

Bilgi toplumu İhtiyaçları

MAKEL’in sayısal teknolojinin dayattığı dönüşümlere uyuma hazır olan firmalardan biri olduğunu söylüyor Ar-Ge Direktörü Dr. Ünal Küçük. Bizi tesiste dolaştırırken konunun en küçük ayrıntısına kadar hakim olduğunu gözlüyoruz. Bilgi toplumunun, veriden değer üretmenin, sanal ve artırılmış gerçekliğin, üç boyutlu ve eklemeli üretimin, yapay zekanın yaratacağı otonom uygulamaların farkında olan bir yönetici. Diyor ki: “Geleceğe hazırlanmalıyız. Her şey bilgi toplumu ihtiyaçlarına göre ilerliyor. Biz bunun knowhow ve birikimini sağladık. Önemli olan ne yapmamız gerektiğinin farkında olmak. Akıllı binalar, evler ve nihayetinde akıllı şehirler; onların ihtiyacı olan akıllı sayaçlar ve akıllı binalarda kullanılan altyapıda rakiplerle eş düzey hatta onlardan ileri ürün sunmanın uzun dönemli geleceği güven altına alabileceğini biliyoruz.” Veriyi işleme ve dönüştürme konusunda işyerinin bakış açısını ve uygulamada yaptıklarını merak ediyoruz. Ünal Küçük, heyecanla sıralıyor:

• Bilgi yönetiminde daha yoğunlaşmamız lazım.

• Otomasyon uygulayan sistemlerin kendi ekosistemi var. En önemli yönü mental yaklaşım.

• Müşteri ihtiyacı, hedef verimlilik ve sonuç elde etmeye yönelik sistem entegrasyonu.

• Çalışan-müşteri analizi, süreç analizi. Analizi etkileyecek algoritmaların gelişmesi, güncel görevler haline gelmesi.

• Veri madenciliği , mühendisliği ,mimarlığı önemli.

• Bilgiden en uygun çıktıyı sağlamaya odaklanma.

• Burada kol gücü değil insanın zihin gücü ile makine uyumu gerekiyor.

• Otomasyondan otonom sistemlere geçmemiz lazım. Kendi kendine karar alan yapay zekayı işe katmalıyız. Başlangıçta bulanık mantıkla başlayarak, devam eden süreçte ileri analitik yöntemlerle süreci netleştirebiliriz.

• Her bilgiye erişilemiyor. Stratejik gizli bilgiler var. Biz bu ikincilere ulaşırsak , rekabette daha iyi öngörüye sahip olabilir ve önlem alabiliriz.

• Ön çalışmalarla aradaki açığı kapatıyoruz. Ama büyük şirketler on yıllık gelişme stratejisi uyguluyorlar. Sıkı bir takip gerekiyor.

Son söz olarak ne söylemek istediklerini soruyorum üç yöneticiye: Necati Çalışkan,”Sektörünü iyi takip eden, gelişmelerin farkında olan ve geleceğe yatırım yapan kazanacak. Avrupa standartlarında üretim yapma gayreti olan, Türkiye’den çıkan bir markayı küresel bir marka yapmaya çalışan bir firma olmalıyız.” diyor. Hakan Öztürk,” Türkiye orta ve orta altında teknolojilerle ürettiklerini satabilir. Mevcut yapıları geliştirerek ileri ve yüksek teknoloji ürünlere geçebilme kritik aşamasındadır. Her iki aşamayı iyi değerlendirebilir. Şu anda üretilemeyen bir şey varsa devlet yönlendirebilir. Devletin önümüzü açması için ithalatın maliyetini artırması lazım. Bize rekabette eşitlik yaratan bir ekosistemin izleyicisi ve düzenleyicisi olmalı devlet. İhtisas gümrüğünden diğer araçlara kullanılması gereken araçlar kullanılmalı.” diye ekliyor. Ünal Küçük de, “Gelişkin ve yeterli test laboratuvarlarınız yoksa knowhow'ı yabancılara teslim edersiniz. Kritik tekniklerin geliştirilmesi yıllar alıyor. O nedenle kendi ekosisteminizi geliştirmeliyiz. Patentler ile korumanın ve para kazanımının yollarını bulmalıyız.” diye tamamlıyor.

Tam yetkili olsaydınız hangi önlemleri alırdınız?

1- Eğitim önemli. Birinci derecede ara eleman, ikinci derecede mühendisliğe yönelik eğitimi öncelerdim. Meslek liselerini çok önemserdim.

2- Standartları oluşturanlar içinde yer almak önemli, üzerine giderdim.

3- Teşviklerin anlatımları yeterli ama uygulamada yeterli olduğunu düşünmüyorum. Yatırım Bölgeleri belirleniyor. Aksine, proje-odaklı, mekândan bağımsız teşvik sistemi uygulardım.

4- Dışa açılma konusunda fazla bir engel görmüyorum. Eximbank başlangıç olarak iyi ama onun da iyileştirilmesi gerekiyor.

5- Üniversite ve sanayi işbirliğine önem verirdim, karşılıklı etkileşimin çok daha ileri düzeyde olması gerekiyor.

6- Ar-Ge’ye çok önem vererek ilerleyip Ar-Ge’ye yatırım yapardım.”

Bu konularda ilginizi çekebilir