Dört bir köşesinde çininin hüküm sürdüğü şehir

Bugün yolumuz Kütahya’ya düşüyor... Kısa bir süre önce UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil edilen kentte tarihi ve kültürel duraklara uğrayacak, lezzetli yemekler tadacak, çininin sırlarını öğreneceğiz.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Gönlüm seyahate düşeli beri, imrendiğim gezginlerin başında o geliyor: Evliya Çelebi... Tabii bu imrenilenler listesi uzar gider, çeşitli ülkelerden; zaman dilimlerinden seyyahları kapsar ama onun yeri başka... O yalnızca bir gezgin değil, aynı zamanda gördüklerini ballandıra ballandıra anlatma ustası... Ve ben bugün onun ata yurdu Kütahya’dayım... Dört bir köşesinde çininin hüküm sürdüğü, binlerce yıllık tarihinde Frigler’den Germiyanoğulları’na, Hititler’den Osmanlı’ya pek çok önemli medeniyete beşiklik eden, âdeta mazi kokan bu şehri molamıza sığdırmaya çalışacağım...

Kütahya Belediyesi’nin davetlisi olarak geldiğim kentteki turumuza 19. yüzyıl sivil mimari örneği konakların bir arada olduğu, Germiyan Sokak’tan başlayabiliriz. Çünkü bu sokakta yer alan müzelerden kentin bugünü ve tarihi hakkında epeyce bilgi edinmek mümkün. Örneğin ilk mola yerimiz olan Kent Tarihi Müzesi’nden... Kafanızda Kütahya’nın çerçevesini oturtacak önemli mekânlardan biri bu...

Kısa bir süre önce "Zanaat ve Halk Sanatları" alanında UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil edilen Kütahya’nın bu tarihi sokağında uğrayabileceğimiz iki kültür durağı daha var. İlki, “Çininin Picasso’su” olarak anılan Sıtkı Olçar’ın adını taşıyan müze. Olçar’ın çininin formunu genişlettiği çalışmalarından örnekleri, fotoğraflarını ve alametifarikası olan yeleklerini içeren müzeyle “çini turu” muza da başlamış olalım. Bu mücevher renkleriyle bezeli tura, yakınındaki Mehmet Gürsoy’a ait atölyede devam edebiliriz... Ardından Çini Müzesi’ne uğrayalım.
Üstelik burada yalnızca bu sanatın ilginç örneklerini görmeyeceğiz, bina da başlı başına dikkate değer: Germiyanoğlu II. Yakup Bey’in imaretinin bir parçasıymış... Gelecek Kütahya turumda ilçelerle birlikte görmek istediğim, dünyanın ilk borsasına ev sahipliği yapan Aizonai'den çıkarılan “Amazon Lahdi” ne ev sahipliği yapan Arkeoloji Müzesi ise Umur bin Savcı Medresesi’nde...

Arkeoloji Müzesi’ne girerken kentteki en etkileyici mimariye sahip ibadethanelerden birini göreceğiz; Yıldırım Beyazid döneminden Ulu Camii’yi... Caminin içindeyse önemli hat örnekleri karşılıyor sanat tutkunlarını... Hemen yakınlarındaki Mevlevihane ise şu aralar tadilatta...
Aklınızda bulunsun, “Paşam Sultan” diye anılan bu civara gelmişken, antikacılara göz atabilir, -pazar günleri- tespih sergilerinden koleksiyonumuzu zenginleştirebiliriz. Bu bölgeden biraz ayrı olsa da, 1973’te sanatçı Ahmet Yakupoğlu tarafından yaptırılan Çinili Camii’yi de görmekte fayda var.

Tabii, Kütahya turunuzu sabahtan beri taa tepeden seyreden 72 burcu ile ülkemizin en büyük kalelerinden biri olan Kütahya Kalesi’ne ve yine interaktif bir tasarıma sahip olan Milli Mücadele Müzesi’ne de uğranmalı mutlaka... Bir de Hekim Sinan Tıbbi ve Aromatik Bitki Bahçesi’ne zaman ayırmanızı öneririm. Envai çeşit bitki yetiştiriyor, doğal ürünler hazırlıyorlar burada. İkram ettikleri çayla günün yorgunluğunun bir kısmını atabiliriz. Diğer kısmı içinse, ee, Kütahya’dayız, termaller ne güne duruyor? Kütahyalıların dediği gibi, şifa arıyorsak Ilıca’ya, sefa arıyorsak Yoncalı’ya...

Çini atölyelerinde zaman bizimkinden aheste akıyor

“Keşke biraz daha mahir ellere sahip olsaydım” dedirtiyor insana Kütahya. Gerçi marifet sadece ellerde değil, sabırlı gönüllerde de galiba... Bir çini atölyesine de uğradım kentte. Bisküvi dedikleri malzemeye deseni çıkartmak, tahrir denilen yöntemle deseni belirginleştirmek; büyük bir dikkatle onu boyamak, fırınlamak çini yaratımının ana aşamaları... Ve size küçük bir sır: Yukarıdaki çalışmada pembe rengin kullanıldığını görüp benim gibi şaşırmayın, “Çinide pembe var mı?” diye... Kobalt mavisi çıkacakmış o desen fırından...

Kent tarihi müzesi şehri konağa taşıyor

Daha önce de yazmıştım, bir kenti tez elden tanımanın yolu, kent müzelerinden geçiyor. Kütahya’da da Şapçı-Karaca Konağı’nda yer alan Kent Tarihi Müzesi de bu önermemi doğruluyor. Ödüllü müze; girişte Kütahya’nın pek çok uygarlığı misafir etmiş tarihini anlatırken, bir başka katında ise sepetçiden dülgere kaybolmaya yüz tutmuş meslekleri gezenlere hatırlatıyor. Bir diğer katta da Kütahya folklorünün parçalarını bulmak mümkün. Bir dönemin günlük yaşamından sahneler, hâlâ görkemi süren Kına Gecesi gibi ritüeller mankenlerle canlandırılmış; panolarda ise ilgili bilgileri bulmak mümkün. Müzenin hoşuma giden bir özelliği de şu: İnteraktiften beslenen düzenlemesiyle ziyaretçisine daha binadan çıkmadan Kütahya’yı dolaştırmaya başlıyor. Müzeyi hakkıyla gezebilmeniz için en az 1-1.5 saate ihtiyacınız var.

"Çini, bir göz müsikisidir"

Kütahya seyahatimde UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” ödülü verdiği çini ustamız Mehmet Gürsoy’un Germiyan Sokak’taki atölyesini de ziyaret ettim. Gürsoy’un çininin renkleriyle bezenmiş mekânı, bir başka zamana ait gibiydi. “Çini bir sevdadır, bir gönüle düştükten sonra kolay kolay çıkmaz” diyen usta, çini için “İncenin incenin incesidir” nitelemesini uygun görüyordu. Hele bir tarifi vardı ki etraftaki örneklere bakınca hak vermeden edemedim: “Bana göre çini notaları lale, karanfil, gül, sümbül olan bir göz mûsikisidir.” Çinide kullanılan bütün renklerin mücevher rengi olduğunu, mücevherlerin pozitif enerjisini bezendiğini de ekliyordu Gürsoy. Ben de Kütahya’da çiniyle uğraşan kimle tanıştıysam o enerjiyi yansıttığını, kalender tavırlı olduğunu söyleyebilirim.

Kütahya'da ne yesek?

Çorba deyip geçmeyin: Sıkıcık

Anadolu’nun her kenti bir başka lezzet durağı, tabii Kütahya da öyle... Kente gelmişken denemeniz gereken birkaç lezzetten bahsedeyim sizlere dilerseniz. İlki, bu soğuk günlerde midemize cila olacak bir çorba: Sıkıcık. Aslında sadece çorba demek haksızlık olur bu yemeğe, çünkü içindeki küçük hamur toplarıyla hem anayemek kadar doyurucu hem de yapımı epey zahmetli. İnce bulgur, tarhana, un, karabiber ve naneden hazırlanıyor bu küçük toplar. Çorbanın adı da elde sıkılıp yuvarlanan toplardan geliyor. Servis edilirken üzerine sarmısaklı yoğurt da gezdiriliyor.

Tavuk tridi, şibitin üstünde sunuluyor

Aslında pek tavuk sevmem, ama tabii tavuk var, tavuk var... Örneğin Kütahya’da tattığım tavuk tiridini pek beğendim. Bu yemeğin üstüne ayıklanmış ve küçük parçalara ayrılmış tavuk parçaları konuyor. Altta ise şibit denilen bir hamur işi. Rulo haline getirilen, incecik parçalara ayrılan ve sacda pişirilen şibit, tavuğun suyuyla haşlanıp yumuşatılıyor. Yolunuz Kütahya’ya düştüğünde benim gibi peşin hüküm “Tavuk sevmem,” demeyin, deneyin...

Et sevenler 'Göveç'i tatmalı

“Ya et?” diyenleri duyar gibiyim. Ben, özel tasında pişirilen ve pirinç pilavıyla birlikte servis edilen “göveç” i tattım, öneririm de... Kütahya usûlü kavurma, küp et, papaz yahnisi, kuzu köfte ve kalbur köftesi de diğer meşhur et yemekleriymiş şehrin... Kütahya'da etten böreğe yöresel mutfağın lezzetlerini nerede bulacağınız sorusunun yanıtına gelince... Bence turunuzda mutlaka uğramanız gereken, kapağımıza da taşıdığımız tarihi Germiyan Sokağı’nda...

Hamur işleri de meşhur

Ve börekler... Kütahya mutfağında hamur işleri çok önemli yer tutuyormuş. Payıma da meşhur böreklerinden dolamber düştü. Yuvarlanıp dolandırılarak tepsiye döşenen böreğin patateslisi pek hoştu... Ekmekleri ve çeşitli çörekleri de meşhur şehrin. Ve bir de ne meşhur, 40 çeşidi geçmiş durumdaki leblebisi... Acılısından ballı susamlısına... Kütahya’dan dönerken valizinizde çini objelerin yanı sıra leblebiye de yer açabilirsiniz bence...

Bu konularda ilginizi çekebilir