600 milyon euroluk futbol pazarında neler oluyor?
Türkiye'deki futbol endüstrisini yorumlayan Futbol Ekonomisti Tuğrul Akşar, başkanlık sisteminin sorgulandığına dikkat çekti.
YAYINLAMA
GÜNCELLEME
İSTANBUL - Futbol Ekonomisti Tuğrul Akşar, "Türkiye'de 'Başkandır o derse olur' mantığıyla hareket ediliyor. Sonuçta bir bakıyorsunuz haksız yere gönderdiğiniz teknik adamdan 8,5 milyon euro ceza yiyebiliyorsunuz"
Son yıllarda dünya ekonomisinde giderek artan bir paya sahip olan ve dışsal etkileriyle birlikte gittikçe güçlenen bir endüstri haline gelen futbol ve futbol ekonomisi üzerine AA muhabirine açıklamalarda bulunan Futbol Ekonomisti Tuğrul Akşar, Türkiye'nin, 600 milyon euroluk pazarla Avrupa sıralamasında 7'inci olduğunu anlattı.
Futbolda, bahis sektörü ve şikeyi futbolun sırtından beslenen ve onun bağışıklık sistemini çökerten, geleceğini tehdit eden bir kanser olarak gördüğünü dile getiren Akşar, şunları anlattı:
"Futbol ticarileşip geliştikçe doğal olarak teşvik, şike, rüşvet, bahis gibi antifutbol unsurları da gelişmeye başladı. Ortada çok büyük bir pasta var ve onların bu pastadan pay alma mücadelesi var. Bu sadece legal unsurlar değil, illegal unsurlar da bu pastadan pay almaya çalışıyor. Şike olayı sadece bugün yok, bundan 50 yıl önce de vardı, fakat o zaman bugünkü kadar önemli değildi, çünkü pasta bu kadar büyük değildi. Antifutbol unsurlarının futbola olan ilgisi arttı. Parasal gelir arttıkça, şike olayları arttı, şike olayları arttıkça da futbol zayıfladı. Kanser gibi görebilirsiniz bunu. Buna müdahale edilmezse ve ona karşı mücadele edilmezse bir süre sonra futbolu öldürürsünüz. Bugün alınan önlemlerle şike Türk Ceza Kanunu'na girdi. Önceden tesbiti bile zordu. Şimdi işin içine savcılık girdi. Önemli caydırıcı adımlar bunlar fakat yeterli değil."
Galatasaray'ın yaptığı doğru
Galatasaray'ın Sermaye Piyasası Kurulu'na yaptığı Bedelli Sermaye Artırımı'na yönelik başvurusu hatırlatılan Tuğrul Akşar, yapılanı hukuken doğru bulduğunu söyledi.
Akşar ortada yasal olarak bir sıkıntı olmadığını ifade ederek, konuya ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:
"İçinde bulunduğu finansal sıkıntıları aşabilmek, özkaynak açığını kapatabilmek için Galatasaray bu yola gitmek zorundaydı ve gitti. Burada sıkıntı, özellikle küçük mali yatırımcıların elindeki hisse senetlerinin bedelli sermaye artırımı nedeniyle ciddi ölçüde değer kaybetmesi. Galatasaray hisse senedinin değer kaybetmesi nedeniyle onların ciddi zarara uğraması. Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Burada eleştiri şu, normalde spor kulübü değil de başka bir firma olsa, konuyla ilgili daha fazla yaptırım uygulanabilirdi, fakat spor kulüplerinden SPK'ya bu tarz talepler gittiğinde onların yaklaşımı, 'Bunlar sonuçta spor kulübü, bunların özkaynak ihtiyacı var' şeklinde oluyor.
Galatasaray'ın yaptığı şey kendisi açısından bir kere doğru, özkaynak açığını kapatmak için bedelli sermaye artırımına gitmek zorunda. Mevcut gelirlerin giderleri karşılamakta yetersiz kalması ve uzun dönemde bu açığın kapatılabilmesi için yoğun borçlanma ve bunun getirdiği finansal yükler, Galatasaray'da bu artırımı zorunlu hale getiriyor.
Ben şunu buradan söylemeliyim ki, önümüzdeki günlerde bu iş Fenerbahçe için de geçerli olacak, bunu Trabzonspor'da yapacak. Yapmaları da gerekir. Hatta bugün resmi anlamda özkaynağını yitirmiş olan Beşiktaş bile bu konularda başvuruda bulunabilir. Burada yasa dışı bir şey yok. Kulüpler bunu yapmak zorunda. Çünkü bu uygulama geçmişte kulüplerin yanlış şirketleşme ve yanlış halka arz modelinden kaynaklanıyor."
Piyasa değeri spor kulüpleri için sanal bir değerdir
Borsaya kote kulüplerin piyasa değerinin gerçeği yansıtmadığına da değinen Akşar, piyasa değerinin aslında spor kulüpleri için sanal bir değer olduğundan söz etti.
Bahsedilen konunun spekülasyonun çok yoğun olduğu hisse senetleri olduğunu vurgulayan Akşar şunları anlattı:
"Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir yatırımcı özkaynak açığı olan, zarar eden ve bu zararı da kümülatif, çok önemli noktalara gelen bir şirkete götürüp parasını yatırmaz. Çünkü yatırımcı sonunda bir kar elde etmek ister. Siz özkaynak açığı olan, zarar eden, temettü dağıtma olanağı olmayan bir şirkete paranızı yatırıyorsanız o zaman burada başka bir beklentiniz var.
'Ben paramı yatırayım, bir spekülasyon, yarın fiyatlar yukarı gittiği zaman satılığa çıkartırım' mantığıyla hareket edildiği zaman bunlar gerçek değeri göstermiyor. Çünkü, bugün milyar dolara yaklaşan bir kulübün, neyi var da bunları topladığınız zaman milyar dolar ediyor, ona bakmak lazım. Arazileri mi, stadı mı var, takım değeri mi çok fazla, uluslararası bir marka olmuş da markanın getirisi mi var? Bütün bunları koyduğunuz zaman aslında bugün kulüplerin piyasada borsada oluşan değeri gerçek bir değeri ifade etmiyor. Ama bu değer üzerinden alım satım yapılıyor. Bu alım satım da spekülatif beklentiler yüzünden yapılıyor."
Dünyada ve Türkiye'de doğru yönetilen kulüp sayısının çok az olduğu yorumunu yapan Akşar, kurumsal yönetimin, kulüplerde egemen örgüt modeli haline getirilmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye'de dernek statüsünde olan kulüplerin şirketleştikleri zaman sorunlarının azalıp azalmayacağına yönelik soruya ise Akşar, "Burada şunu sormak lazım; şirketleşen kulüpler iyi yönetiliyor mu? Bu soruya net yanıt vermek imkansız. Bugün futbolda parasal gelirler büyüdü, Deloitte'un 2011-2012 sezonuna ilişkin yaptığı çalışmaya göre, bugün Avrupa futbolunun büyüklüğü 17,9 milyar euroya ulaştı.
Bu kadar büyük paraların döndüğü bir sektör endüstriye dönüşüp ticarileşince artık konvansiyonel yöntemlerle yönetilmesi, yani dernek vs organizasyonlarla yönetilmesi çok mümkün değil. Tek başına şirketleşme çözüm yolu değil. Şirketleşmenin yanı sıra iyi yönetilmeli. İyi yönetmek için kulüplerde iyi yönetim için kurumsal yönetim ve yönetişimi egemen örgüt modeli haline getirmek gerekiyor.
Aslında başkanlık sisteminin olmamasından kastım şu; başkan Real Madrid'de de var, Bayern Münih'te de var. Fakat bizim ülkemizde olduğu gibi güçlü değil. 'Başkan ne derse o olur, ya da doğrudur' diye bir olay yok. Başkanın güçlü olduğu yerlerde sıkıntılar oluyor. O yüzden başkanın yetkilerini en aza indirecek, daha profesyonel insanlar tarafından yönetilen yönlendirilen, bağımsız dış denetim şirketleri tarafından denetlenen, şeffaf bir yapılanma içerisinde hesapların denetlenebildiği bir yapı içerisinde başkan olsa da pek bir şey ifade etmez. Her şey zaten kurumsaldır.
Türkiye'de böyle bir yapı olmadığı için, herhangi bir denetime tabi tutulmadığı için, 'Başkandır o derse olur' mantığıyla hareket ediliyor. Fakat sonuçta bir bakıyorsunuz haksız yere gönderdiğiniz teknik adamdan 8,5 milyon euro ceza yiyebiliyorsunuz, olmadık bir oyuncuyu gönderip olmadık rakamlara muhatap kalabiliyorsunuz. Buradaki temel kritik nokta, ortak aklın kullanılmasına yönelik kurumsal yönetimin egemen örgüt modeli haline kulüplerde getirilmesidir."
İddaa'dan yıllık yaklaşık 2,5-3 milyar dolarlık bir ciro var
Tuğrul Akşar, İddaa'dan kulüplere aktarılan paraların yetersiz olduğuna da dikkati çekerek, "Yetersiz fakat kulüpler bu konuda bir yaptırım uygulayamazlar. Çünkü bu oran daha önceden belirlenmiş. İddia'dan yıllık yaklaşık 2,5-3 milyar dolarlık bir ciro var. Bunun yaklaşık yüzde 10'u kulüplere gidiyor. Burada iddianın varlık sebebi futboldur, futbolun varlık sebebi de kulüplerdir. Bu ürünü üreten kulüplerse ve iddia, bahis futbolun sırtından bu büyük hasılata ulaşıyorsa, o zaman bu işin motoru olan kulüplere daha fazla gelir aktarılmalı" değerlendirmesini yaptı.
"Türk futbolunun önümüzdeki dönemde çok daha kötü olacağını sanmıyorum" diyen Akşar, "Yeterli önlemler alındığı takdirde önümüzdeki 50 yıl içerisinde belki dünyada ilk 5'e giremeyiz ama şu anki durumumuzdan çok daha iyi oluruz. Ben çok karamsar değilim fakat kısa vadede de çok iyimser değilim. Avrupa'yla rekabet edebilmenin yolu kurumsallaşmadan, istikrarlı büyümekten ve yetenek havuzunu iyi işlemekten geçer. Altyapıya önem verirsek, kulüplerin rekabet gücünü yükseltirsek, tesis yatırımlarımızı ve futbolun gelirlerini artırırsak Türk futbolu iyi yerlere gelir" diye konuştu.