"Sürdürülebilirlik, rekabetin en önemli aracı olacak"
TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Yuvarlak Masası Lideri Akman, 'Sürdürülebilirlik önümüzdeki dönemde sadece bir tercih olmayacak, daha iyi yetenekleri istihdam etme, itibar görme ve küresel rekabete ayak uydurma bağlamında şirketlerin en önemli aracı haline gelecek'diyor.
DİDEM ERYAR ÜNLÜ
TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Yuvarlak Masası Lideri Metin Akman, “Sürdürülebilirlik önümüzdeki dönemde sadece bir tercih olmayacak, daha iyi yetenekleri istihdam etme, tercih edilen marka olma, itibar görme ve küresel rekabete ayak uydurma bağlamında şirketlerin en önemli aracı haline gelecek” diyor. Bu nedenle Sürdürülebilirlik konusu TÜSİAD’ın öncelikli konularından birisi. 2010 yılında kurulan TÜSİAD Sürdürülebilir Kalkınma Çalışma Grubu, 2015 yılında sürdürülebilir kalkınmayı ana çalışma alanlarından biri olaral belirledi ve bu konuda öncü TÜSİAD üyelerini bir araya getiren bir yuvarlak masa haline geldi.
TÜSİAD, Global Compact Türkiye ve Özyeğin Üniversitesi ile birlikte bu sene ikincisini gerçekleştirdiği SÜR 2017 konferansında ise kadın istihdamından, geri dönüşüme, karbon emisyonu azaltımından alternatif turizmin desteklenmesine kadar sürdürülebilirliğin farklı alanları masaya yatırıldı. Mottosu “ilham verenler” olarak belirlenen konferans, patronların değil, fakat çalışanların, yani sürdürülebilirliğin asıl aktörlerinin hikayelerine odaklandı.
İş dünyasının sürdürülebilirlik yaklaşımını TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Yuvarlak Masası Lideri Metin Akman’a sorduk:
- TÜSİAD Sürdürülebilirlik Yuvarlak Masası ne zaman kuruldu? Çalışmaları nelerdir?
2010 yılında kurulan TÜSİAD Sürdürülebilir Kalkınma Çalışma Grubu, 2015 yılında sürdürülebilir kalkınmayı ana çalışma alanlarımızdan biri olarak belirlememizle birlikte, bu konuda öncü TÜSİAD üyelerini bir araya getiren bir yuvarlak masa haline geldi. TÜSİ- AD’da sürdürülebilirliği disiplinler arası bir yaklaşımla ele alıyoruz. İklim değişikliğinden, tarıma, finanstan toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar birçok yönüyle inceliyoruz. Gerçekleştirdiğimiz seminerler ve yayımladığımız raporlarla bir yandan iş dünyasında sürdürülebilirlik vizyonunu yaymayı ve iyi uygulamaların artmasını amaçlarken, diğer yandan strateji belgelerine ve düzenlemelere ilişkin görüş oluşturuyor, araştırmalarımız ile bu görüşlerimizi destekliyoruz. Hedefimiz şirketlerimizde özellikle üst yönetim seviyesinde sürdürülebilirliğe ilişkin farkındalığı artırmak ve çevrenin korunmasına ve iklim ekonomisi prensiplerinin yaygınlaşmasına katkı sağlamak.
- Türkiye’de iş dünyası ne zamandan bu yana sürdürülebilirliği çevreyi koruma veya sosyal sorumluluk faaliyetinin ötesinde bir yaklaşım olduğunu gördü? Türkiye’de şirketlerin sürdürülebilirlik performansı ne düzeyde?
Türkiye’de iş dünyası hem yabancı ortaklıklar ve işbirlikleri, hem de ihracat ve yatırım gibi yollarla yurtdışına açıldıkça sürdürülebilirliğin bir sosyal sorumluluktan öte bir risk ve itibar yönetimi aracı olduğunu da anlamaya başladı. Bu anlayışı benimseyen şirketler sürdürülebilirliği iş yapma biçimine dönüştürerek, kullandıkları doğal kaynaklardan operasyonlarının çevreye etkisine, kurumsal yönetimden insan ve çalışan haklarına kadar uygulamalarını geliştirerek çeşitli platformlarda paylaşıyorlar. Yaptığımız toplantılara gösterilen ilgi Türkiye’de de konunun birçok kurumumuzun artık gündemine girdiğini ve sürdürülebilirlik uygulamalarını hayata geçiren kurum sayısının her geçen gün arttığını bize gösteriyor. Bununla birlikte bilinçlenme adına hala gidilecek çok yolumuzun olduğunu düşünüyorum. Konuyu yönetim kurulu seviyesinde ele alan, tek seferlik projelerden ziyade şirketin tüm uygulamalarında sürdürülebilirliği içselleştirmiş, hedefl erini beyan eden ve tüm bunların raporlamasını yapan kurum sayımızı artırmamız gerekiyor. Bu anlamda sivil toplum kuruluşlarının şirketlere yön gösterme, iyi uygulamaları ve deneyimleri paylaşacakları bir zemin sunma anlamında önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Hem TÜSİAD, hem de sekretaryasını TİSK ile birlikte yürüttüğümüz Global Compact Türkiye bu anlamda şirketlerimizi bir araya getiren önemli platformlar.
- Paris Anlaşması’nın ardından, özellikle AB’de düşük karbon ekonomisine geçiş hız kazandı. Türkiye’de durum nedir?
Düşük karbon ekonomisinin yarattığı çevresel ve ekonomik fırsatlar her geçen gün daha net anlaşılıyor. İklim değişikliğine neden olan emisyon salımlarının çevre ve insan sağlığı üzerinde yarattığı etkiler tüm dünyanın üzerinde ciddiyetle durduğu konular. Öte yandan gezegenimizde kaynaklar hızla azalıyor. Kuşkusuz iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler arasında olan ülkemiz açısından da bu konu özel bir önem taşıyor. TÜSİ- AD olarak ekonomi ve kalkınma politikalarının çevre, iklim değişikliği ve enerji politikaları ile birlikte ele alınmasının önemini her vesileyle vurguluyoruz. Gerek bu politikaların oluşturulması gerekse uygulama araçlarının tesis edilmesinde birbirini destekleyici ve tamamlayıcı tedbirler belirlenmesine dikkat çekiyoruz. Son dönemde enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesi gibi alanlarda önemli düzenlemeler yürürlüğe kondu. Bununla birlikte bu alanda halen bütüncül yol haritalarının oluşturulmasına ihtiyaç var diyebiliriz. Paris Anlaşması’nın 2020 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte küresel piyasalarda yaşanması beklenen bir değişim var.
- Döngüsel ekonomi de yükselen bir diğer değer; doğal kaynakları, çevreyi koruyan bir yaklaşım. Bu kavramın Türkiye’de yaygınlaşması için büyük şirketler ne ölçüde öncülük edebilir?
Döngüsel ekonomi ile mevcut üretim ve tüketim alışkanlıkları terk edilerek “beşikten beşiğe” anlayışı benimseniyor. Doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı en aza indirmek hedefi, kaynak verimliliği ve atık yönetimi kavramlarını gündemin en ön sıralarına taşıyor. Döngüsel ekonomi yaklaşımı üretim sürecinde ortaya çıkan atığın yan-ürün olarak değerlendirilmesi ve daha az hammadde kullanımı gibi fırsatlar sunuyor. Son dönemde TÜSİAD olarak içinde yer aldığımız B20 ve Global Business Coalition bünyesinde de bu konular giderek derinleşen bir çerçevede sürdürülüyor. Memnuniyetle belirtmek isterim ki, bu süreçte TÜSİAD hem politika dokümanlarının hazırlanması aşamasında hem de kaynak verimliliğine örnek uygulamaların paylaşıldığı mecralarda katkı sağladı.
Türkiye'de KOBİ'lerde dönüşümü sağlayan itici güç büyükşirketler
- Türk ekonomisinin çok büyük bir kısmını KOBİ’ler oluşturuyor. Dolayısıyla sürdürülebilir ekonomik kalkınma için, KOBİ’lerin de sürdürülebilirliği benimsemesi gerekiyor. Bu konuda Türkiye’de tablo nasıl?
Global Compact’in Türkiye’den imzacı sayısı yaklaşık 250, bu kurumların yaklaşık dörtte birini KOBİ’ler oluşturuyor. Bu çok umut verici bir durum. Özellikle büyük şirketlerin tedarik zincirinde olan veya ihracat yapan KOBİ’lerimizin sürdürülebilirlik alanında örnek gösterilebilecek pek çok uygulaması var. Bununla birlikte KOBİ’lerimizin uzmanlık ve raporlama konularında desteğe ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Burada tabii ki sivil toplum kuruluşları olarak destek vermeye çalışıyoruz ancak hem dünyada hem de Türkiye’de KOBİ’lerde dönüşümü sağlayan itici güç büyük şirketler. Zira yarattıkları tüm değerden sorumlu olduğunun farkında olan büyük şirketler, tedarik zincirlerinde dönüşümü başlatıyor, beraber çalıştıkları yüzlerce şirkete destek oluyor, uzmanlığını paylaşıyor. Biz birkaç yıl önce gerçekleştirdiğimiz tedarik zinciri sürdürülebilirliği ile ilgili toplantımızda da Türkiye’de önemli markalara hizmet eden şirketlerimizin konuyu daha erken ele aldığını ve içselleştirdiğini gördük. Bence bu işin en iyi tarafı bu. Bir kurumun kültürüne bu girdiği zaman, herhangi bir yasal düzenleme olmadığı halde sürdürülebilirlik bilinci tüm iş süreçlerine yayılıyor. Bunun başarılı örnekleri her geçen gün artıyor ancak daha kat etmemiz gereken çok yol var. Büyük şirketlerimizin, halihazırdaki kaynakları ve sürdürülebilirlik alanındaki tecrübeleri ile tedarikçilerine yol göstermesi oldukça önemli.
Çalışanlarımızı motive etmenin yolu değer yarattıklarını göstermek
- Gençler, daha az kazansalar bile, çevreye, insana duyarlı şirketlerde çalışmayı tercih ediyorlar. Bu şirketleri de olumlu yönde değiştirecektir şüphesiz. Gelecekte rekabet gücünü, itibarı belirleyecek temel unsurlar neler olacak?
Yapılan araştırmalar gençlerin; dünyaya katkı sunan, sosyal sorumluluk sahibi şirketlerde çalışmayı tercih ettiklerini ve işiyle gurur duymak istediklerini ortaya koyuyor. Şirketin değerlerini ve amaçlarını çalışanlarına doğru aktaran, çalışanlarını sosyal sorumluluk programlarına dahil eden şirketlerde çalışan memnuniyeti ve bağlılığı da artıyor. Bu anlamda SÜR Konferansı katılımcılara sadece ilham vermekle kalmıyor, bir de ortak bir mesaj veriyor: sürdürülebilirliğin şirket stratejisi haline geldiği şirketlerde, çalışanlar da bunu içselleştiriyor ve işini gururla ve severek yapıyor. Bu etkinlikte patronlara vermek istediğimiz mesaj da işte tam da bu! Çalışanlarınızı motive etmenin ve şirket bağlılığını artırmanın bir yolu da onlara yaptıkları işin büyük resimde değer yarattığını göstermek. Benzer şekilde, satın aldıkları ürünleri sorgulayan, üretimde kullanılan su ve enerjiden, bunları üretenlerin yaşam ve çalışma koşullarına kadar sorular soran tüketicilerin sayısı da her geçen gün artıyor. Ürünün fiyatı, kalitesi ya da işlevselliğinin yanı sıra sürdürülebilirliğini de sorgulayan bu tüketiciler, şirketleri ürünlerinin nereden geldiği ve hangi koşullarda üretildiği konusunda daha şeff af olmaya zorluyor. Kısacası sürdürülebilirlik önümüzdeki dönemde sadece bir tercih olmayacak, daha iyi yetenekleri istihdam etme, tercih edilen marka olma, itibar görme ve küresel rekabete ayak uydurma bağlamında şirketlerin en önemli aracı haline gelecek.