Bilgi ve emek

Ali Argun KARACABEY VERİDEN BİLGİYE argunkaracabey@arel.edu.tr

Sanırım ilk kez 90’lı yılların başında Alvin Toffler’dan okumuştum bilginin güç olduğunu. Ne yalan söyleyeyim ilk okuduğumda fazla abartılı bir görüş gibi gelmişti ama zaten Toffler ile aramızda geleceği öngörebilme konusunda bu kadar fark olması doğaldır. Geçenlerde sayın Başbakanımız katıldığı bir toplantıda bilginin önemine vurgu yapıp, bilgiye sahip olan ve olmayanı veresiye ve peşin satış yapan esnafa benzetti. Başbakanımızın söylediği Toffler’ın ileri sürdüğü fikrin aynısı.

İlke olarak bu fikre inanmakla birlikte bazı değişimlerin önemli olduğuna inanıyorum. Herşeyden önce bilgi miktarındaki inanılmaz artış beraberinde bilgi kirliliğini de getirmiştir. Dolayısıyla bilgiye sahip olmak temel olmakla birlikte tek başına bir güç olmaktan çıkmıştır. Günümüzde bilgiye dayalı olarak elde edilebilecek güç, bilgiye sahip olmakla değil bilgiyi analiz edebilmek ve ondan anlamlı bilgiler elde edebilmekten gelmektedir. Yani veri bilimi veya yönetimi gerçek gücün kaynağıdır artık.

Bilgi toplumunun ve bilgi ekonomisinin öncülerinden olduğunu söyleyebileceğimiz Amerika Birleşik Devletleri’nde hali hazırdaki işlerin yüzde 65’inin bilgiye dayalı işler olduğunu ve bunların hiçbirinin 25 yıl önce bilinmediğini belirten Google’ın mühendislik birim yöneticisi Ray Kurzweil’in söyledikleri de aslında gücün bilgi yönetiminden elde edildiğinin bir kanıtı. Bu gerçeğin bir de gençler için önemli bir sonucu var. Bugün gözde olan meslekleri ve buna bağlı olarak gözde üniversite ve bölümleri gözlerinde fazla büyütmemeliler. Orta yaşa geldiklerinde bunların yerini başka mesleklerin, üniversitelerin ve bölümlerin alacağı kuşkusuz.

★ ★ ★

Yakın bir geçmişte sosyal medyada paylaştığım bir söz vardı. Geçenlerde aklıma geldi takıldı yine. “Dedem bir defasında bana iki çeşit insan vardır demişti. İşi yapanlar ve yapılandan kendine pay çıkaranlar. Bana birinci grupta yer almaya çalışmamı öğütledi, orada rekabet daha azmış”. Gandhi’ye ait olan bu ifade iş hayatımıza ilişkin çok şey anlatıyor. Biraz düşünüp, biraz gözlem yapınca ben de iş hayatımızda üç tip insan olduğuna karar verdim. Çalışanlar, çalışmayıp çalışıyormuş gibi yapanlar ve çalışmayanlar. Üzerinde düşündüğüm asıl konu bu sınıflandırma değildi, bu sınıflandırmayı hepimiz biliyoruz aslında. Bu sınıflandırma içinde yer alan gruplar ve onlar arasındaki ilişkileri düşündüm uzun uzun. Bir çok sonuca ulaştım, bunların bir çoğu subjektif ve doğrulukları tartışılabilir. Mesela bu sonuçlardan birisi bu üç grup arasında en tehlikelisinin çalışmayanlar değil, çalışıyormuş gibi yapanlar olduğu.

Çalışmayan gruptakiler, herşeye rağmen dürüsttürler, tembelliklerini veya isteksizliklerini saklamazlar. Çalışmamak bir tercihtir diyebiliriz onlar için. Birisi çıkıp çalışmadan para almaları dürüstlük mü diye sorabilir ama bu durumda asıl sorunun çalışmayan ve bunu gizlemeyen bir kişinin halen işyerinde olmasına izin veren sistem olduğunu söyleyebilirim.

Buna karşılık çalışmayıp çalışıyormuş gibi davrananlar, yandaki çalışanın emeğini sömürmelerinden daha tehlikelisi kendilerini saklıyorlardır. Varlıkları bu saklanmaya bağlı olduğu için de ortaya çıkmamak için her türlü kötülüğü de yapabilirler diye düşünüyorum. Bundan dolayı bu kesimin daha tehlikeli olduğuna inanıyorum. Tüm bunlara karşılık bazı örgütlerde ise çalışanlar sevilmez. Bazen amiri tehlike olarak gördüğü için bazen çalışma arkadaşları kendilerini kötü gösterdiğine inandığı için sevilmedikleri zamanlar olur bu gruptakilerin. Ama ben yine de çalışmayıp çalışıyormuş gibi yapanların bu grupta en tehlikeli ve dahası en sevimsiz grup olduğuna inanıyorum. Bir diğer inancım ise orta ve uzun vadede herkesin sarfettiği emeğin karşılığını alacağıdır, bu nedenle çevredeki kötü örnekleri örnek olarak almadan çalışmanın en doğru politika olduğudur.

Tüm yazılarını göster