Cumhuriyet ve demokrasi: Federasyon, konfederasyon

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Federalist Papers Amerikan Anayasası’nın onay için eyaletlere gönderildiği 1787-1788 dönemecinde çok etkili olmuş 85 adet açık mektuptan oluşuyor. Bunlar arasında James Madison’un yazdığı Federalist 10’u son derece kritik bir metin yapan teze bakacağız. Madison Federalist 10’da ve 1787 tarihli ‘Birleşik Devletler Siyasi Sisteminin Kötü Yönleri’ denemesinde aynı temel tezi savunur. Temel tez her iki metinde de aynıdır: Çoğunluk azınlığa tahakküm eder. Diğer kritik tez geniş ve kalabalık bir ülkede tercihlerin heterojen olacağı ve demokratik bir hükümetin sürdürülemeyeceği, hizip kavgalarının çıkacağıdır. Federalist tezin yeni yeni mükemmelleştirildiği bir dönemde Madison o zamana kadar kabul edilmiş varsayımı reddeder. Tam tersine, Madison’a göre geniş ve cumhuriyetle yönetilen bir ülkede ne Atina gibi şehir devleti demokrasilerinin, ne de İtalyan kent cumhuriyetlerinin maruz kaldığı aksaklıklar görülecektir. Küçük bir siyasi birimde çoğunluk azınlığa kolayca tahakküm edebilecek iken geniş bir ülkede çok sayıda çıkar ve hizip olacağı için bu gruplar birbirlerini sürekli kontrol edecekler, denge oluşturacaklardır. Bu açıkça bir “geniş sayılar” tezidir. Geniş ama merkeziyetçi- federal bir siyasi birimde azınlık hakları daha iyi korunacaktır. Tam tersine 13 eyaletten oluşan gevşek Konfederasyon hizipçiliğe ve çoğunluğun tiranlığına daha yatkındır. Ya da ayrılmaya götürecektir. 

“Geniş ekonomilerde” cumhuriyetçiliğin daha başarılı olacağı tezi gerçekten de yeni bir tezdi. Madison bu tezi öne sürerken “arı demokrasiyle” –ki küçük bir birim sözkonusu olduğu için herkes doğrudan yönetime katılacaktır- “az sayıda temsilcinin” çok sayıda yurttaş tarafından seçileceği geniş bir ülkedeki cumhuriyeti ayrıştırır. Demokrasinin antik Yunan şehir devletlerine, cumhuriyetin de İtalyan şehir devletlerine uygun olduğu tezi böylece ikiye bölünür. Cumhuriyet doğrudan demokrasi değildir; temsili demokrasidir. Madison merkezin gücünün artacağı federal bir devletten iç çatışma çıkacağı ve bir tarafın diğer tarafa iradesini dikte edeceği beklentileriyle korkmamak gerektiğini ikna edici bir dille ortaya koyar ve başarılı olur. Başlangıçta gevşek Konfederasyon sisteminin yol açtığı kötü yönleri anlatır ki bu saptamalara genel olarak fazla bir itiraz zaten yoktur.

Burada Norman Schofield’in William Riker’dan yola çıkarak ulaştığı açıklamaya geliyoruz. Tez şudur; 1787’de savaş tehdidi büyüktür ve borç sorunundan da, kölelik sorunundan da çok daha ağır basmaktadır. İç güvenlik sorunun da büyük olduğunu çünkü Shays İsyanı örneğinin henüz hafızalardan silinmediğini de ekleyebiliriz. Merkezi yapısı güçlendirilmiş bir federalizme ihtiyaç olduğu kabul edilebilir ve bu yola girmek rasyonel görünebilir; fakat çoğunluk tahakkümü ve bu yapının hizip kavgasıyla yıkılacağı, geniş bir siyasi birim oluşturmanın ya iç kavgaya ya tiranlığa yol açacağı kaygısını nasıl ortadan kaldırmak gerekecektir? Schofield’e göre Madison’un tezi tam da bu kaygıyı yeni bir siyaset felsefesi kanıtıyla ortadan kaldırmakta etkili olmuş, insanları ikna etmiş ve onları rasyonel seçişe yönlendirmiştir. Bu tezi benimsiyoruz ve ekliyoruz: Madison’un bazı metinlerinde bahsettiği yenilik veya “bilimsel ilerleme”, “yeni siyaset bilimi” iddiası tema olarak bakıldığında kendisini benzer iddialarda bulunan Machiavelli, Hobbes ve Montesquieu ile aynı paralele yerleştiriyor. 

Elbette Madison bu iki siyaset kuramcısıyla aynı derinlikte değildir ancak iddiası bir tarihsel iddiaların bir yansıması, yenilenmesi niteliği taşımaktadır. Küçük siyasi birimlerde iletişimin daha kolay olacağı ve demokrasinin gelişeceği iddiası her ne kadar doğru görünse de, gerçek bir temsil ve etkili bir parlamentoyla büyük bir üniter yapı da koordinasyonu sağlayabilir- Bunu yapacak aktörlerin ve bireylerin mevcut olması şartıyla elbette.

Tüm yazılarını göster