Enflasyon ve Merkez Bankası II

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Türkiye Cumhuriyeti doksan yılı aşan sürede uyguladığı iktisat politikalarında enflasyon ve büyümeye birlikte önem veren ülke gibi görünmesine karşın bu ikisini birlikte gerçekleştirdiği dönem çok olmadı.  

Gelin önce dönemsel ayrım yapalım:

1930-1945 Devletçi İktisat Politikaları ve Aydınlanma Süreci

1962-1973 Planlı Dönem- İstikrarlı Gelişme ve Kalkınma Dönemi  

1980-2015 Piyasa Ekonomisine Geçiş Dönemi

Cumhuriyetin ilk yılları iktisat politikası açısından bütüncül değildir. Cumhuriyet 1929 yılına kadar dış ticaret ve döviz kuru üzerinde bir hâkimiyet kuramamıştı.  Osmanlı’dan kalan kapitülasyonların nedeni ile 1929 yılına değin Türkiye’nin gümrük vergisi koyma şansı olmamıştı. 1929 ise dünya büyük bunalıma girdi. Cumhuriyet bu dönemde sadece sermaye değil aynı zamanda işgücü açısından da sorunlar yaşıyordu. Türkiye’de 1940 yılına değin kadın nüfusu, erkek nüfusundan fazlaydı. 

Uzun dönem yaşanan savaşların ve 1929 bunalımın etkisi ile tarım ağırlıklı ekonominin gücü zayıf olduğu için pazara çıkan ürün miktarı da kısıtlı idi. Cumhuriyet’in kurucu yöneticileri için en önemli öncelikli konu üç beyazı üretmekti: şeker, un ve Amerikan bezi. Cumhuriyet 1929 Krizine değin, özel teşebbüs önderliğinde bir kalkınma isteği vardı. İsmet İnönü’nün 1930 yılında Sivas’ta demiryolu açılışında ifade ettiği üzere devletçilik “zaruretten” doğmuştur. 1930-1938 döneminde iki sanayi planı devreye sokuldu. Üç beyaz konusunda önemli başarılara imza atıldı. Fakat II. Dünya Savaşının başlaması ile II. Sanayi Planı uygulanamadı.

Bu dönemin en büyük başarılarından birisi de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 1930 yılında kurulması ve 1931 yılında faaliyete geçmesidir. Çünkü Osmanlı Devleti’nin Merkez Bankası yoktu. Fransız-İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası bu işlevi kısmen görüyordu. Bankanın I. Dünya savaşı sırasındaki tutumu da yabancı bir bankadan merkez bankası olmayacağını kanıtlar nitelikte olmuştu. TCMB o gününün koşularına göre bağımsız bir banka kimliği ile kuruldu ve Banka’ya sadece altın ve döviz karşılığında para basma ilkesi getirildi.

II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye tekrar işgücü yetersizliği içine düştü. Çünkü yaklaşık 1,5 milyon erkek askere alındı. Üretim fonksiyonundaki işgücü yine azaldı.Bunun neticesinde üretim düştü,  fiyatlar yükselmeye başladı. Hükümet 1940 yılında Milli Korunma Yasasını çıkartarak karne uygulamasına geçti. 

Bütçe Açıkları ve Enflasyon 

1950 seçimleri sonrasında iktidara gelen Demokrat Parti ekonomide piyasa mekanizmasına geçiş ile ilgili hamleler yaparken, bir taraftan da savaş döneminde üretim kaybına uğrayan ve vergilerden bunalan tarım sektörüne kaynak aktarmaya başladı. Marshall yardımları ile tarım sektöründe makineleşme için önemli adımlar atıldı. Hava koşullarının da uygun olması ile 1950-1954 döneminde yüksek büyüme oranları ve düşük enflasyon oranları yakalandı. 1954’den sonra özellikle 1956 sonrasında dış ticaret açıkları hızla artmaya başladı ve ekonomide tekleme işaretleri çoğaldı. Döviz üzerinde uygulanan kısıtlayıcı kararlar rağmen döviz karaborsası güçlenmeye başladı, 1958 yılında ikinci büyük devalüasyon yapıldı. Bu devalüasyonu iki açıdan önemlidir. Bunlardan ilki Türkiye’nin IMF’e katıldığı 1947 yılından on yıl sonra gerçekleşmiş olması, ikincisi ise IMF ile ilk istikrar programının imzalanmasıdır. 

Planlı Dönemden 24 Ocak Kararlarına

Türkiye ekonomisinde kuruluş dönemi sonrasında ikinci yapısal dönüşüm planlı dönem ile gerçekleşti.  Planlı dönem bir kalkınma ufkunu ifade etmektedir. Planlı dönem, Bretton Woods sisteminin çökmesi ardından gelen petrol krizine değin (üçüncü plan döneminin başlaması, 1973) beşeri sermayeden, kurumsal yapılanmaya, sanayi sektöründen, tarım sektörüne bir yapısal dönüşüm sürecidir. İthal ikameci sanayileşme modeli çerçevesinde Türkiye sanayisinin temeli atılırken, tarımsal üretimin pazarla buluşması da bu dönemde sistemleşti. I. Plan dönemi kaynak-kullanım dengesinin nasıl kurulabileceğini gösteren ibretlik bir dönemdir. I-II Plan dönemleri Türkiye’de kamunun ekonomideki ağırlığı artmasına rağmen özel sektörün sermaye birikiminde aşama kat ettiği yıllardır. Yaşanan uluslararası ekonomik gerçekleşmeler ve politik gelişmeler nedeni ile uygulanamayan Üçüncü Plan, bugün tam üyelik görüşmelerini sürdürdüğümüz AB’ne üyelikte perspektifini kurgulayan bir plandır. Türkiye 1970 yılı Ağustos ayında  bir büyük devalüasyona daha gitti, 1 dolar 9TL’den 15 TL’ye yükseltildi. Ancak bu da çözüm olmadı. 1973 yılında dünya ekonomisinin içinde girdiği Petrol krizine Türkiye kayıtsız kaldı, hemen hiçbir önlem almadı. Bunun üstüne Kıbrıs hareketinin neden olduğu ambargo eklenince, ülke ekonomisi 24 Ocak kararlarına kadar süren bir ekonomik kargaşaya düştü.

Bu dönemde artan enflasyon, yaşanan dış ticaret açığı ve girilen döviz krizi nedeni ile ülke ara mallarını dahi ithal etmekte zorlanmış, bu da nihai tüketim malları üretiminde sorun yaratmıştı. Türkiye savaş döneminden sonra yeniden kuyruklarla tanışmış, planlı ekonomik modelde düzeltmelere gidilmediğinden dolayı ekonomik döngüden artan sorunlarla karşı karşıya kalınmıştı. Bütçe açıklarının artması, TCMB’nin açık finansmana yönelmesi enflasyon oranının hızla yükselmesine kaynaklık etti. IMF ile imzalanan istikrar programları da uygulanamamıştı. Bu kırılgan yapıya neşter 24 Ocak 1980 kararları ile bir azınlık Hükümeti tarafında vuruldu.  

Piyasa Ekonomisine Geçiş Süreci 1980-2001

24 Ocak kararları Türkiye ekonomisindeki üçüncü yapısal dönüşümü sağlandı. Yapısal dönüşümün altında iki teorik yaklaşım yatmaktadır: Bunlar ihracata yönelik büyüme ve finansal serbestleşme modelleridir. 

24 Ocak 1980 kararları aslında ideolojik ve kuramsal temellere dayanmanın yanında pragmatik çözümler üretmesi nedeni ile ekonomide hızla sonuç aldı. Ancak kararlarda uzun dönemli perspektif olmayınca negatif dışsallıklarda söz konusu oldu. Bu gün yaşadığımız gelir dağılımı bozukluğu, bölgesel dengesizlik, sektörel tercihlerde hatalar, enflasyon ve işsizlikte istikrarın sağlanamaması 1980 sonrası uygulanan politikaların miyopik olmasından kaynaklanmaktadır.  

1980 yılında dış ticarette serbestleşmeye giden Türkiye, 1989 yılı Ağustos’unda finansal serbestleşmenin de önünü açtı. Türkiye sermaye hareketlerine serbestlik tanıyarak, bir taraftan daha sonra yaşanacak krizleri satın aldı. 1986’dan 1999’a kadar ekonomiye egemen olan popülist politikalar yapısal dönüşümü sekteye uğrattı. 1994 yılında ekonomi yeniden krize girmiş, finansal sistemden bazı bankalar çekildi. Türkiye bir kere daha döviz riski ile karşı karşıya kaldı. Hükümet çözümü palyatif önlemlerde aradı ve ülke yine bir devalüasyona gitti. Enflasyon yıllık bazda yüzde yüzü aştı. 

Kriz ve Enflasyon Hedeflemesi  

2001 krizi bir parasal kural krizidir. 1999 yılında kurulan Hükümet yaşanan deprem ile iyice sarsılan ekonomik dengeleri yeniden sağlamak ve finansal sistemdeki kırılganlığı gidermek amacıyla IMF ile anlaşarak para kurulu sistemine dayalı para programını uygulamaya koydu.  

Hükümet programı uygulamaya sokarken ülkeye yönelik sermaye akımındaki kesintiyi, finansal sistemdeki kırılganlığı ve döviz rezervinin mevcut düzeyinin yetersizliğini hesaba katmadı. Bu süreçte hükümetin bir başka başarısızlığı ise mali disiplini sağlayamaması oldu. 

Bu durum Şubat 2001’de para piyasasında fon taleplerinin karşılanamaması üzerine ekonomi krize girdi, döviz riski ve finansal risk birlikte gerçekleşti.  TCMB yasası 2001 Mayıs’ında değiştirilerek, Bankaya yasal bağımsızlık verildi. 2003 yılından itibaren ise 2006 yılına değin sürecek olan örtük enflasyon hedeflemesine geçildi.  

Kriz sonrası ilan edilen Güçlü ekonomiye Geçiş Programı (GEGEP) ile kamuda personel sayısı azaltıldı, ücretler düşürüldü, tarım sektörüne yapılan devlet desteği minimize edildi, geleneksel tarım ürünlerinin bazılarının üretimine (şeker pancarı gibi) sınırlamalar getirildi, özelleştirmeye hız verilmesi kararı alındı. Sabit döviz kuru politikasından vazgeçilerek, esnek döviz kuru sistemine geçilmesi oldu

2002 yılı sonunda kurulan AKP Hükümet GEGEP’e bağlı kaldı.   Enflasyon oranı düşmeye başladı, sağlanan kısmi fiyat istikrarı sayesinde 2006 yılında TL’den altı sıfır atıldı. Ancak Türkiye bu dönemde siyasal ve kuramsal yapısını dönüştüremedi hatta varolan kurumsal yapıları da (hukuk gibi) yok etti. 

Artık yeni bir krizin eşiğindeyiz, eşiği aşıp aşmamak Hükümetin elinde. 

Tüm yazılarını göster