TTIP ve Türkiye

Doç. Dr. Hatice KARAHAN EKONOMİK STRATEJİ hkarahan@medipol.edu.tr

Dünya Ticaret Örgütü kapsamındaki çok taraflı müzakerelerin takılıp kalması, serbest ticaret anlaşması (STA) furyasına da, hiç şüphesiz bir ivme getirdi.  ABD’nin de bu doğrultuda, iki dev stratejik projeyle cephe aldığı, malumunuz: Ülkenin mega ticaret ajandasının Asya Pasifik ayağı TPP’de taze imzalar henüz kururken, Atlantik kanadındaki TTIP için ise çabalar sürüyor. Öte yandan, ABD’nin ilgili projelerle sağlı sollu uzandığı ülkelerde bazı kesimlerce yükselen yerli ya da yersiz tepkiler bir yana, anlaşmaların dışında kalan ülkeler de kendilerine yansıması muhtemel olumsuzluklardan ötürü hayli endişeli… 

İşte bu ülkelerden biri de, TTIP mevzunu kendine dert edinmek durumunda kalan Türkiye. Nitekim ABD-AB arasında bir ekonomik çığır açması planlanan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı sonuca ulaşır ve biz bu platforma dâhil olamazsak, Gümrük Birliği (GB) bünyesinde yaşayageldiğimiz asimetrik sorunlara bağlı olarak negatif etkilere maruz kalacağımız aşikâr.  

Bu bağlamda, yeni dönemde üzerinde ciddi şekilde durmamızı ve bir diplomasi atağı geliştirmemizi gerektiren söz konusu TTIP oluşumu, geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul Sanayi Odası’nda (İSO) düzenlenen bir konferansın da ana konusuydu. “Yeni Nesil Ekonomik Diplomasi” temalı ve TTIP odaklı toplantıda konuşan AB Bakanımız Bozkır, mega projeye Türkiye’nin entegre olmaması halindeki maliyetlere katlanmanın zor olacağını vurgularken, bu yıl müzakereleri başlayacak GB güncellemesi sayesinde ilgili risklerin önemli ölçüde pasifize edilebileceğine işaret etti.

Tam bu noktada Bozkır’ın, güncellemenin, “AB’nin 3. ülkelerle imzalayacağı STA’ların Türkiye’ye de otomatik uygulanacağı” maddesini içereceğini belirtmesi ise mühimdi. Nitekim bu başarıldığı takdirde Türkiye, TTIP hayata geçtiğinde ABD pazarından yansıyacak haksız olumsuzluklardan önemli ölçüde korunmuş olurken, bir yandan da avantajlar elde edebilecek. (Gerçi bu noktada, TTIP kontekstinin bir STA’dan öte olduğuna da parantez açalım.) 

Öte yandan, GB güncellemesinin arzu edilen “kapsamlı” ölçekte gerçekleşmesi kritikken, bunun ne hızda yapılacağının da, üzerinde durulması gereken hayati bir nokta olduğuna şüphe yok. Zira GB revizyonunun TTIP’ten önce devreye girebilmesi de, burada kilit rol oynayacak.

Peki, TTIP elini çabuk tutup bizim güncellemeden önce ortaya çıkarsa ne olacak? Haliyle Türkiye, TTIP’e eklemlenememiş olarak maliyetler yaşamaya başlayacak. Bu durumdaki alternatif bir çözüm ise; TTIP anlaşmasına, ortaklığa dâhil olmamızı sağlayan bir madde eklemek olarak dile getiriliyor ancak bunun için özellikle ABD’nin rızası ve TTIP anlaşma içeriğinin buna uyumluluğu gibi temel ve zorlu şartlar var. Ki zaten GB güncellemesinde seri olma gerekliliğinin de, bu yüzden altı çiziliyor. Bununla birlikte, Türkiye-ABD arasında bir STA imzalamak da elbette masada fakat burada da ABD tarafının ne kadar niyetli olduğu ya da sürecin ne kadar vakit alacağı gibi belirsizlikler var. 

Tüm bunlar bir araya geldiğinde çıkan ilk temel sonuç ise, “Hem Avrupa hem de ABD kanatlarında” sıkı bir ekonomi diplomasisi yapmamızı ve zamanla yarışmamızı gerektiren bir sürecin içinde olduğumuz gerçeğidir. 

Öte yandan, TTIP’in başarıya ulaşacağı varsayımıyla yola çıkarsak, transatlantik değişimin küresel ticarete esas olarak “düzenleyici” yapısıyla nüfuz edeceğini de özellikle vurgulamak gerekir. Nitekim TTIP, parantezde ima ettiğim üzere; gümrük mevzundan ziyade, Atlantik’in iki yakasındaki standartları bütünleştirerek maliyetleri düşürmeyi amaçlayan özelliğiyle, ekonomik düzeni değiştirmeye aday... Bu gerçek ise; Türkiye’nin de, ticaret unsurlarında bir dönüşüme ve uyuma açık olduğunu sinyallemesinin faydalı olduğuna işaret ediyor. Zira işin içinde bilindik gümrük avantajları meselesinden çok daha öte durumlar var. Cumartesi günkü konferansın adında geçen “Yeni Nesil” ibaresi de, aslında tam buna işaret ediyordu.  

Tüm yazılarını göster