Hollywood sinemasının çok kullanılan kalıplarından birisi, kahramanın rahata alışması sonucu isteğini ve motivasyonunu kaybetmesi, daha sonra yoksunluk içinde kalıp eski ihtişamlı günlerine geri dönmesidir. Benim ilk aklıma gelen örnek “Rocky” filmleridir mesela. Serinin ilk filminde Rocky zaten yoksulluk içindedir ve bu açlıkla saldırarak dünya şampiyonunu rezil etmiştir. Daha sonraki filmlerde Rocky’nin yoksulluğu azalmış ama buna karşılık neredeyse serinin her filminin ilk yarısında güzel bir dayak yemiştir. Daha sonra güzelim çalışma ortamlarını bırakarak, günlük hayatında alışık olduğu hemen her şeye yoksun kaldığı bir ortamda çalışmak suretiyle diğer arkadaşı dövebilme olanağını elde edebilmiştir.
Her ne kadar gerçek hayatlar Hollywood filmlerinden daha farklı olsa da bazı özelliklerinin benzediğini kabul etmek gerekir. Yoksunluk hissi bence önemlidir. Hep çocukluğumuz ile kendi çocuklarımızın içinde bulundukları ortamı karşılaştırmaz mıyız mesela. Bizim bu kadar çok ve gelişmiş oyuncaklarımız yoktu, bu nedenle her bir tekil oyuncağın değerinin bilirdik diye. Bizim oyuncaklarımızın değerini bilmemizi sağlayan çocuklarımızdan daha anlayışlı, daha düşünceli falan olmamız değil yoksunluğumuzdur aslında. Yanlış anlaşılma olmasın yoksunluğun iyi bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıyorum, umarım hayatında kimse, kimseye veya hiçbir şeye umutsuzca yoksun kalmaz.
İlk işe başladığım sene aklıma geliyor. İlk kez maaş aldığım gün. Koşarak o günlerde henüz zincir mağaza olmamış olan Arkadaş Kitabevi’ne gitmiştim. Kendime birkaç kitap ve bir sürü müzik kaseti almıştım. Ardından da eve giderken bir yaş pasta alıp götürmüştüm. Para kazanmış olmanın haklı gururu ile yürürken, sanki diğer herkes de bunun farkındaymış gibi hissetmiştim. Bana bazıları imrenerek bazıları takdir ederek bakıyorlar gibi gelmişti. İzleyen aylarda da her aybaşı eve giderken elimde pasta veya benzeri bir şey götürmeye çalıştığımı hatırlarım. Maaş aldığımız günün yani aybaşının bir anlamı ve önemi vardı. Çoğumuz bir şey alınması istediği zaman aybaşını beklemek zorunda olduğu cevabını almıştır. Tabiri caizse bireysel bütçelerimizde dönemsellik ilkesi geçerliydi o dönemlerde.
Sonra 90’lı yıllarda kredi kartı adını verdiğimiz kartlar hayatlarımızda gittikçe artan önemde bir yer edinmeye başladılar. Merkez Bankası’nda Canan Özkan tarafından 2014 yılında hazırlanan “Türkiye’de Kredi Kartı Kullanıcı Profili ve Davranış Analizi” başlıklı uzmanlık yeterlilik tezinde ülkemizde ilk kredi kartının 1968 yılında çıktığı ama o dönem yaşanan yüksek enfl asyon, istikrarsızlık ve benzeri nedenlerle kullanımının kısıtlı kaldığı belirtiliyor. 2000’li yıllarda nispeten istikrara kavuşan mali piyasalar sayesinde diğer bütün kredi mekanizmalarıyla birlikte bir ödeme aracı olmanın yanı sıra kredi aracı olarak da kullanılan kredi kartlarının kullanımı da önemli bir artış göstermeye başladı. Diğer birçok ekonomide nakit ödemeyi, çek ve banka kartı ile ödeme izlerken, biz bu iki mekanizmayı atlayarak doğrudan kredi kartlarına geçmiş olduk. Hem de öyle bir geçtik ki, aynı tezde belirtildiğine göre, 2012 yılında dünyanın en önemli ikinci piyasası haline gelmiştik bile. O kadar içimize işledi ki kredi kartı kullanımı, bugün 6 yaşındaki oğlum bir şey istediğinde şimdi param yok dediğim zaman “Kredi kartına ne oldu?” diye sorabiliyor. Yoksunluk hissi nedir öğretemediğimiz bu nesil Rocky gibi gücünü kaybetti mi acaba?