ABD Başkanlık seçimindeki medya hezimetinde ibretlik dersler var

Garbis KEŞİŞOĞLU DÜNYA'DA MEDYA garbis.kesisoglu@dunya.com

Amerikan Başkanlık seçimlerinin ertesi günü, yani 9 Kasım, bu ülke basını için bir “kara gün” olarak tarihe geçti. Basın ve kamuoyu araştırma şirketlerinin hiç beklemediği seçim sonuçları, geleneksel basının sorun ve manipülasyonlarını tüm çarpıcılığıyla gözler önüne serdi. Cumhuriyetçilerin seçim kampanyası sürecinde, başlangıçta hiç şans tanınmayan Donald Trump’ın, yerleşik düzenin ileri gelenlerinden 15 güçlü adayı teker teker saf dışı bırakması bile basın için bir uyarı olamadı...

The New York Times gibi büyük ulusal gazetelerin başı çektiği yazılı basın ve Amerika’nın üç ulusal kanalından biri olan NBC başta olmak üzere hiçbir medya kuruluşu Trump gerçeğini ciddiye almadı. Basın dünyası genel olarak müesses düzenin adayı Hillary Clinton’un etrafında kümelendi. Hemen hiçbir gazeteci, Trump’ı destekleyen ve Cumhuriyetçilerin hâkim olduğu “kırmızı” eyaletlerde yaşayan orta sınıf işçi veya yüksek tahsil görmüş “beyaz” Amerikalıların ne istediğini ve niçin Trump’ın yanında durduklarını anlayamadı, anlamaya da çalışmadı.

Topluma yabancılaşmanın hazin sonu

Basın adeta bir cam fanusun içindeydi... Seçim kampanyalarını takip eder görünüyordu. Ama aslında etrafından bihaberdi; toplumsal gerçeklikten kopmuştu. Kendisini bir sanal gerçekliğe kaptırmış ve kendi beklentilerini tüm toplumun beklentileriymiş gibi kabullenmek yanlışlığına yuvarlanmıştı. İşte bu noktada topluma yabancılaşmanın, kendi doğrularını toplumun doğrularıymış gibi sunmanın ve kamuoyunu yaşanan gerçeklikle uyuşmaz biçimde yönlendirmeye kalkışmanın basın için nasıl bir hezimete dönüşebileceğinin acı dersine tanıklık ediyoruz. Oysa Trump ne denli tehlikeli ve hoşa gitmeyen şeyler söylüyor olursa olsun basının öncelikli görevi toplumsal duyarlıkları ve o “sakıncalı” söylemin toplumda bulduğu karşılığı objektif ve doğru biçimde teşhis edip nedenlerini de sağlıklı analizlerle kamuoyuna yansıtmak olmalıydı.

                     

Habercilik yok, manipülasyon çok

Peki, “koskoca” Amerikan basını bu ibret ve açıkçası utanç verici duruma nasıl düştü? Kurulu düzenden yana olmak güdüsü Trump fobisi açısından bir bakıma anlaşılır bir durum, fakat basının topluma bu denli yabancılaşmasında kendi bünye zafiyetlerinden kaynaklanan hangi etmenler rol oynadı? Projektörümüzü ana konumuz gereği biraz da bu noktaya yöneltelim. Amerikan basının dijitale dönmesi, siklet merkezini sahillere, New York Boston, Miami, Washington, Los Angeles, San Fransisco ile Demokratların kalesi Chicago’ya çevirdi. Amerikan basını neredeyse artık bu bölgeler temsil ediyor ve yaptıkları neşriyatın, Amerikan halkının isteklerini dile getirdiğine inanılıyordu...

Sahiller genellikle Demokratların içindeki liberal solun merkezleri halinde idi. Dolayısıyla
Medya da bu yönelim ağırlık kazanmıştı. Bu seçim kampanyasında, medyanın aktörlerine yenileri de katılmıştı. Geleneksel basın kan kaybetmeye devam ederken, dijitalden sağlanan reklamlar finansal açığı kapatmaya kâfi gelmiyordu. Geleneksel basın yeni iş programlarını devreye sokamadan, yani en sorunlu döneminde kendini bu seçim kampanyasının içinde buldu... Donanımı yeterli değildi, habercilik ve analiz zaafl arı vardı.

The New York Times, Boston Globe ve hatta The Wall Street Journal gibi muhafazakar bir gazete bile açıkça Hillary Clinton’u destekledi. Aslında Facebook ve Twitter seçim kampanyasında basının da önüne geçmiş ve çoğu zaman yalan-yanlış haberlerle halkı manipüle etmeye başlamışlardı. Facebook bugüne kadar herhangi bir süzgeçten geçirmeden önemli çoğunluğu uydurma Trump karşıtı haberleri, sosyal medyaya pervasızca pompalamaya devam etti. Sağlıklı analizlere yönelmektense böylesi kolaylarına ve işlerine geliyordu!

Trump’ın hesabını medya anlayamadı

Amerika’daki “Afrikalı Amerikalılar” tabir edilen siyahlar ile “Latino veya Hispanikler” diye adlandırılan Orta ve Güney Amerikalılar Clinton’un etrafında kümelendiler. Çünkü Trump, birkaç milyon kadar belgesiz olarak Amerika’da bulunan Hispanikleri ülkelerine geri göndereceğini ve Meksika hududu boyunca da bir yüksek duvar inşa edeceğini açıklamıştı... Ama bunu da bilerek, Hillary’in oylarının artacağını hesap ederek yapmıştı... Çünkü biliyordu ki, kırmızı eyaletlerdeki beyaz Amerikalılar, belgesiz isçilerden ve onların karıştığı suç eylemlerinden çok rahatsızdı... İşte Trump, bu büyük rahatsız kitlenin akıllarından geçirdiklerini yapmayı onlara vaat ediyordu. Yani kazanacağı, kaybedeceğinden çok daha fazlaydı... Amerikan basını ve “anlı şanlı” liberal muhabirleri işte bu hassas noktanın da farkına varamadı. Halkın Trump’ı bir yalancı olarak gördüğüne kendilerini inandırmışlardı. Müesses nizamdan yana olan, Amerikan vatandaşlığına geçmiş Hispaniklerin büyük bir kısmı, seçimde Trump lehine oy kullanarak, belgesiz olarak gelenlere karşı olduklarını gösterip, basını ve kamuoyu araştırma şirketlerini komik duruma düşürdüler.

Misli görülmemiş tahmin rezaletleri

Basın, seçim günü kendisine o kadar güveniyordu ki; haber sitesi Huff ington Post, Clinton’a yüzde 98, The New York Times ise yüzde 85 şans tanıyordu. Kamuoyu araştırma şirketleri de, kırmızı eyaletlerin nabzını tartamadıklarından, Clinton’u 5 puan önde gösteriyordu. Hillary Clinton ise 20 Ocak günü eşiyle birlikte tekrar yerleşeceği Beyaz Saray’ın hayali değil, hazırlıkları içindeydi!

Tarafsız habercilikleriyle ünlü gazeteler bile Trump’ın yenilgisinden emindi ve bu amaç uğruna da her türlü haberi hiçbir süzgeçten geçirmeden yayınlamanın yarışı içindeydi. Bu hava içinde Cumhuriyetçilerin partisi bile kendi adaylarını tam olarak destekleyecek motivasyonu bulamıyordu. Sonuç olarak; beğensek de beğenmesek de gerçek o ki Trump; tek başına, müesses nizami temsil eden tüm “güçlü” çevrelere ve basına karşı savaşarak kazandı.

Bu nakavttan sonra toparlanmak zor

Trump karşısındaki bu “nakavttan” sonra, inandırıcılığı neredeyse ölümcül yara alan Amerikan geleneksel basının işi artık daha da zor... Toplumdaki itibar kaybının yanı sıra karşılarında her ay iki milyar insana ulaşan bir Facebook ile Twitter gerçeği var; fakat maalesef her iki mecra da haberleri, daha doğrusu dedikodulari hiçbir denetim mekanizmasından geçirmeden sisteme boca ediyor, ama bir başka açıdan bakarsak da yazılı basın için bir şans bu... Facebook’un Şefi Mark Zuckerberg geçtiğimiz ağustos ayında “Biz bir medya kuruluşu değil, teknik bir şirketiz” diyerek, yalan-yanlış ve düzmece haberler konusundaki sorumluluğu reddetmeye çalıştı; ama bu sonuca zemin hazırlayan denetimsiz bir mecra oldukları gerçeği de ortada tabii.

Günah çıkarmak yetmez ibret alınmalı

9 Kasım sabahı “nakavt” olan Amerikan basınında ilk şokun ardından günah çıkarmalar başladı. Ünlü The New York Times’in başkanı Arthur Sulzberger, başkan seçilen Donald Trump hakkında tarafsız ve dürüst yayıncılık yapacaklarını açıkladı. Son yıllarda tasarruf maksadıyla özellikle kırmızı eyaletlerdeki haber bürolarını kapatmış olan The New York Times, şimdi o eyaletlerle daha çok ilgilenip, Trump’ı tercih eden seçmenlerin neler istediklerini ve nasıl bir Amerika arzuladıklarını anlamaya çalışacak.

8 Kasım, Amerikan basını için unutulmaz bir hezimet günü olarak hatırlanacak, ekonomideki 1929 çöküşünü çağrıştıran bir perişan tablo... Şimdi basın, bundan dersler çıkarmaya çalışacak.

Tüm yazılarını göster