S&P, Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltirken, kredi notu görünümünü pozitif olarak korudu. Fitch Ratings ise mart ayında Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltmiş, not görünümünü durağandan pozitife çevirmişti.
Bu gelişmeler elbette rasyonel para politikalarının birer yansıması. Öte yandan Türkiye'nin 5 yıllık kredi risk primi (CDS) 284,9 baz puan ile 2 ocaktan bu yana görülen en düşük seviyeye geriledi. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu 3 Mayıs’ta yayımladığı toplantı özetinde küresel risk iştahındaki zayıflamaya rağmen Türkiye’nin 5 yıllık kredi risk priminin benzer gelişmekte olan ülke CDS primlerinden belirgin derecede olumlu ayrıştığını ve gerilediğini belirtmişti.
Öte yandan Kara Paranın Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu, Türk yetkililerle Türkiye'nin gri listede kalmasına neden olan kara para aklama ve yasa dışı finansmanla ilgili gelişmeleri ele aldığı toplantılar gerçekleştirmiş, Bakan Şimşek ise bu gelişmeleri Haziran ayındaki denetimler sonrası gri listeden çıkılacak şeklinde yorumlamıştı.
Bu gelişmelerin her biri olumlu olsa da, kredi maliyetlerinin ucuzlaması ve bankaların kredi imkanlarını arttırması yönünde henüz yeterli olmadığını biliyoruz.
Ülkemiz sanayicilerinin ve ihracatçılarımızın dış kaynak, yani kredi veya proje finansmanından yararlandığını her ne kadar söylemek mümkün olsa da, özellikle yurtdışı kaynaklı pek çok fırsatın var olduğunun ve yeterli seviyede kullanılmadığının altını kalın çizgilerle çizeceğim bugün. Bu fırsatlara değinmeden önce ülkemizde özel sektörün yurt dışından temin ettiği kredi borcunun hacminden ve dağılımından söz etmek isterim. 2024 yılı Şubat sonu verilerine göre özel sektörün kredi borç miktarı yaklaşık 163,5 milyar dolar seviyesinde.
Dağılımına baktığımızda ise bu borcun yaklaşık 154 milyar dolarının uzun vadeli, 9,5 milyar dolarının ise kısa vadeli borçlardan oluştuğunu gözlemliyoruz. Ülkemizde son birkaç yıldan bu yana halka açılan firma sayısında rönemli bir artış söz konusu. Burada ana sebebin borçlanmak yerine hisselerinin bir kısmını halka açarak doğrudan kaynak temin etmek olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan genellikle işletmelerin pek çoğunun sermaye sıkıntısını da göz önünde bulundurdğumuzda borçlanmanın, yani kredi kullanımının son derece yaygın olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Peki ülkemizde faiz oranlarının böylesi yüksek seyrettiği, teminat bulmakta zorlanıldığı, kredilere ulaşmanın zor olduğu bir dönemde, firmalar neden yurtdışındaki ucuz, üstelik teminat şartı aranmayan hatta ihracatçılarımızı düşündüğümde kendi satışlarını finanse etmek anlamına gelen factoringi yeterince kullanmazlar, anlamakta zorlanırım. Bu sebeple, benim de yakından bilip, zaman zaman yol gösterici olduğum bu kaynaklardan söz etmek isterim.
Türkiye’deki işletmelerin özellikle Avrupa’dan ağırlıklı gerçekleştirdikleri hammadde ven yatırım malzemeleri ithalatlarında, başta İngiltere’nin UKEF’i (Birleşik Krallık İhracat Finansmanı) olmak üzere, Almanya, İsviçre, İtalya veya Güney Kore merkezli finansman kredilerine ulaşmaları çok da zor değil.
Bu konuda pek çok danışmanlık firması mevcut. Ülkemizdeki firmaların herhangi bir satıcıdan doğrudan ithalat yapmaları durumunda işlemin finansmanını ilgili ülkenin nihai kredi limitini tahsis edecek finans kurumu aracılığıyla bu kredilere erişebilmeleri mümkün. Yalnızca Ukef değil, Hermes, Serv, Sace’de yine önemli finansman sağlayıcılar. Üstelik bu kuruluşlar herhangi bir teminat da talep etmeksizin uzun vadeli ve ucuz krediler sağlayabiliyorlar.
İhratçılarımız açısından bakıldığında ise orta ve uzun vadeli ihracatlarında aynı kanallar vasıtasıyla uluslararası faktoringlerden yararlanarak, doğrudan kendi alacakları üzerinden bir finansman sağlayabilmelerinin ve riski de sıfıra indirebilmelerinin mümkün olduğunu belirtmem lazım. Maliyetleri ülkemizdeki döviz kredilerinin bir hayli altında olan bu finansman modeli ihracatçılarımız için son derece avantajlı. Yine yatırım yapacak olan firmalara da yurtdışındaki bu finansman olanaklarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Hele ki yakın zamanda pek çok işletmenin karbon salınımı ile ilgili yapmak durumunda kalacakları yatırımları da düşündüğümüzde bu kaynakların çok daha fazla rağbet göreceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Ülkemizde borçlanmanın en pahalı olduğu dönemlerden geçiyoruz. Gönül ister ki hiçbir firma borçlanmasın ve tümüyle özkaynaklarıyla yetinebilsin. Bunun mümkün olmadığı bu ortamda, umarım bir parça da olsa farkındalık sağlayabilmişimdir.